Hakk’a kurbetin vesilesi: Kurban
Mebde'de her şey küçük bir açıyla başlar. Daha sonra arkadan gelenler o işe sahip çıkar, omuz verir, yeni yol ve metotlar geliştirir, farklı alternatifler ortaya koyarlar. İşte kurban da, bir dönem ülkemizde insanların sadece ferdî olarak yerine getirdikleri ve kestikleri kurbanın etini, konu komşuya dağıttıkları bir ibadet iken zamanla gerek ülke içinde, gerekse dünyanın değişik yerlerinde gönüllere ulaşma adına önemli bir vesile hâline gelmiştir.
Cenab-ı Hak ikinci sure-i celîlenin hemen başında: "Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler." (Bakara, 2/3) buyurarak mülk sahibinin Kendisi olduğuna, bizim ise birer emanetçi konumunda bulunduğumuza işaret ediyor. Yani bizim verdiklerimiz esasen Cenab-ı Hakk'ın bize ihsan ettiği nimetlerdir. Allah Teâlâ, "Rızkı veren Biziz" buyurarak, biter, tükenir endişesine kapılmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Bu husus başka bir ayet-i kerimede daha sarih olarak şu şekilde ifade edilir: "Bütün mahlûkların rızkını veren Rezzak-ı Âlem, her şeye güç yetiren kuvvet sahibi Hazreti Allah'tır."(Zâriyât, 51/58)
Aslında bir insanın, ister zekât, ister fıtır sadakası, isterse kurban olsun sahip bulunduğu imkânlardan başkalarına vermesi, meselenin minimum yanını ifade eder. Yani bunun manası, "Eğer bunu da yapmazsanız kendinize bir yer arayın!" demek gibidir. Meselenin maksimumu ise şu ayet-i kerimeyle hedef gösterilmiştir: "Onlar, mü'minler verilen şeylerden nefislerinde herhangi bir sıkıntı duymaz ve muhtaç olsalar bile onları kendilerine tercih ederler." (Haşir, 59/9) Bu ruhla hareket eden insan, zamanını, imkânlarını, ilmini, irfanını, servetini, düşünce ufkunu, kısaca Allah'ın kendisine vermiş olduğu her şeyi son kertesine kadar insanların istifadesine sunacak, günümüzdeki yaygın kullanımıyla elindekileri başkalarıyla paylaşacaktır.
İşte kurban mevsiminde de, Müslümanlar lâakal bir kurbanla hiss-i semahatlerini ortaya koyacak, gönülleri fethedecek ve kestikleri kurbanların etlerinden tatmayanlara tattıracaklardır. Bir hadis-i şerifte ifade edildiği gibi, Cenab-ı Hak da kesilen kurbanları sahipleri için öbür tarafta en çok ihtiyaç duyacakları yerde bir binek yapacaktır. Bu durum karşısında insan orada bir taraftan takdir duyguları, diğer taraftan da taaccüp hisleriyle "Acaba şu kurbanlardan hangisine binsem?" diyecektir.
Resul-i Ekrem Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ vetteslimât) bir hadis-i şeriflerinde: "İmkânı olup da kurban kesmeyen bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!" (İbn-i Mâce) buyurarak imkânı olan herkesin kurban kesmesini istemiştir. Bu hadis-i şerifte kurban kesmeme fiili çok ağır bir tehdide bağlandığından dolayı, Hanefi fukahası hadis lafzının lâakal vücuba delalet edeceğini söylemiştir. Yani nasıl ki, zekât için gereken nisap miktarı mala sahip olan herkesin, zekât vermesi farz ise, aynı şekilde kurban kesme imkânına sahip olanların da kurban kesmeleri vaciptir. Kurban vacip bir ibadet olduğuna göre imkânı olan herkesin kurban kesmesi gerekir. Zira hiç kimse Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem) "Bizim namazgâhımıza yaklaşmasın!" tehdidine muhatap olmayı istemez. İmkân sahiplerinin Cenab-ı Hakk'ın kendilerine ihsan ettiği nimetlerde fakir fukaranın da hakkı olduğunu unutmayarak onları görüp gözetmesi gerekiyor. Yani kurban kesen insanlar, kestikleri kurbandan, kendilerinden düşük seviyede olan kimseleri de istifade ettirmelidirler.
Ahiret azığı
Bir ayet-i kerimede ise: "Sevdiğiniz mallarınızdan infak etmedikçe birr u takvaya ulaşamazsınız." (Âl-i İmrân, 3/92) buyrularak sevilen malların infak edilmesi teşvik ediliyor. O hâlde insan ahirette sırtına bineceği kurbanlığını semiz hayvanlardan seçmelidir. Zaten bir hayvanın kurban olabilmesi için kör, sakat, aksak olmama gibi belirli şartları haiz olması gerekir. Çünkü yapılan her şey âlem-i misaldeki şekilleriyle öbür tarafta insana dönecektir. Ahiret âlemini bilemediğimizden, oradaki şeyleri bir kalıp içine koymamız mümkün olmadığından, bunların bize dönüşünün nasıl olacağını bilemiyoruz. Ama bunlar belki bir uçak, belki bir gemi, belki bir sandal, belki de yağız bir at gibi önümüzde temessül edecektir. Cenab-ı Hakk'ın rahmetinin enginliği ve vaatlerinin doğruluğu zaviyesinden meseleye bakacak olursak, bunların mutlaka bir şekilde bize geri döneceğini söyleyebiliriz.
Hz. Âişe Validemiz'in rivayet ettiği bir hadis-i şerife göre, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) kestiği kurbanın üçte ikisini dağıtmış ve evdekileri mahrum etmeme adına üçte birini de bırakmıştır. Kestiği kurbanının etini sünnete uygun olarak değerlendirmek isteyen bir insan için ölçü budur. Fakat bir ailede bütün aile fertleri adına kurban kesiliyorsa, bu durumda daha farklı bir taksime de gidilebilir. Mesela böyle bir durumda kesilen kurbanlardan birisini veya onun yarısını ya da üçte birini eve bırakıp diğerleri tevzi edilebilir. Bu şekildeki bir taksimatla insan, hem yakınındakileri kurban etinden mahrum etmemiş, onlara bu etten tattırmış veya onların göz hakkını eda etmiş olur, hem de fakr u zaruret içinde bulunan diğer insanlara el uzatmış, onların temel bir ihtiyacını gidermiş, farklı kesim ve topluluklar arasında sevgi ve şefkat köprüleri kurmuş olur.
Hiç hesap etmediğiniz yerden...
Bütün ibadet ü taatlerde Allah'a kurbeti hedefleme, "Allah'ım ben bu ibadetimi Senin için yaptım." deme ve bunu içten içe duyma esas olmalıdır. İnsan, hayatını âdeta bu düşünceye kilitli olarak götürmelidir. Bu açıdan kurban ibadetini eda ederken de kasdü'l-kalb olarak tarif ettiğimiz niyeti çok sağlam tutmak gerekir. İnsan, "Allah'ım! Sen hayvan boğazlamamı istedin, ben de bu emri yerine getiriyorum. Eğer kendimi boğazlamamı emretseydin ben seve seve bu emri de tatbik ederdim. Eğer dinimi, namusumu, nefsimi, malımı veya ülkemi müdafaa adına bir cephe teşkil etmek icap ediyorsa ben ona da amade ve teşneyim." diyecek kadar samimi olmalıdır. Yani insan canın yongası olan malını verirken aynı zamanda verebileceği şeyleri de hatırlamalı ve emre amade olduğunu göstermelidir. Nitekim Hz. İbrahim ve İsmail'in durumu anlatılırken: "İkisi de Hakk'a inkıyat edip teslim olunca O, kurban etmek üzere oğlunu yere serdi." (Sâffât, 37/103) buyrularak, emre itaatteki inceliği kavradıklarına ve ona göre bir tavır aldıklarına işaret edilmiştir.
Eğer bir insan kurban ibadetini baştan böyle sağlam bir niyete bağlarsa, onun kurbanla ilgili bütün fiilleri ibadet hükmüne geçecek, böyle hayırlı bir iş yolunda yapılan diğer ameller de o hayırlı iş gibi sevap olarak geriye dönecektir. Kişinin pazara gidip kurban alması, onu bir yere bağlaması, sonra onu bir arabaya yükleyip mezbahaya götürmesi, belki birkaç gün onun başında durması, ardından götürüp kesmesi, kestikten sonra etini tevzi etmesi gibi ne kadar iş varsa bunların hepsi birer sevap olarak amel defterine kaydedilecektir
Burada yapılan bütün bu amelleri, bir yönüyle basit ve küçük görebilirsiniz. Fakat öte tarafta bunlar geriye döndüğünde hayret ve şaşkınlık içerisinde "Allah'ım! Sen ne ganiymişsin. Bu küçük şeyleri aldın, nemalandırdın, ebedileştirdin ve şimdi de bize sunuyorsun." diyeceksiniz. Bu açıdan insan burada kurban ibadetini bir iç zenginliği ve kalb itminanıyla yerine getirmelidir."Fakat onların ne etleri, ne de kanları Allah'a ulaşır. Lâkin O'na ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvadır, Allah saygısıdır." (Hac, 22/37) ayet-i kerimesinde de bu hususa işaret edilmektedir. Evet, eğer insan Allah'la irtibat, Allah'la münasebete geçme veya Allah'ın muamelesine bir vesile olması gibi mülâhazalara gönlünü bağlayarak bu ibadeti ifa ederse, öbür tarafta çok farklı zenginlik ve sürprizlerle karşı karşıya kalacaktır.
Haftanın duası
Ey Ulu Rabbimiz! Sen'den, nâm-ı celîlini dünyadaki her yüreğe duyurma istikametinde didinip duran kullarına rahmetinle muamelede bulunarak açılım üstüne açılımlar nasip etmeni ve kerem kapını bizler için de ardına kadar açmanı, lütuf sağanağınla bizleri de sırılsıklam hale getirmeni diliyoruz. Rabbimiz! Bize hoşnutluğunun mahrumiyetini yaşatma! Biricik kılavuzumuz Peygamber Efendimiz'e, ihsan ve vefa hisleriyle bütünleşmiş aile fertlerine ve mümtaz arkadaşlarına salât u selam ederek bunları Sen'den dileniyoruz.
Sözün özü
Varlığın en küçük parçasında bütün bir varlığı hissedebilmek, o varlığın ifade ettiği manayı alıp ondan bir marifet usâresi elde etmek, yakalanması gerekli olan bir ufuktur. Bunun için evvelâ insan, vicdanında her şeyi marifete çevirebilecek mekanizmayı harekete geçirmelidir. Bundan sonra kâinat, ne kadar geniş, ne kadar derin de olsa o müthiş kesret içinde bile insan, ilâhî tecellilere muttali olabilir.
- tarihinde hazırlandı.