Melekler rahmetle inerler
Melek, kendine ait misyonu eda ederken, insan da melekleşme gayretine hız vermeli ki aralarında bir bütünleşme meydana gelsin. Evvela insan, meleğin inebileceği zemini hazırlamalı, sonra da o zemini koruyup muhafaza etmeli ki, melekût âleminden içinde bulunduğumuz âleme doğru bir kayma, bir meyil, bir arzu ve iştiyak hâsıl olsun. İnsan kendine düşeni yerine getirdiği sürece melek de kendisiyle alakalı vazifesini bihakkın eda edecektir. Ancak insan herhangi bir hata ile onların geleceği yolu tıkar, onların gireceği menfeze sed çekerse, geliş ve gidişleri belli daire ve prensiplere bağlı o melekût âleminin kutlu sakinleri, artık gelmez olur ve ayaklarını keserler. Bulunduğumuz zaman ve zeminin bereket ve rahmetten mahrum kalmaması, beşerin kendine düşen vazifeyi yerine getirmesiyle yakından alakalıdır.
İnsan şu meşhergâh-ı âlemde (varlığın sergilendiği âlem), Cenab-ı Hakk’ın sanatlarını müşahede ederken, kalb gözü açık olarak yaşamalı, bir arı gibi dolaşmalı, konduğu her çiçekten bir hüzme almalı ve onunla bir marifet peteği örmeye çalışmalıdır. O ancak böyle yaptığı takdirde ahiret saadetinin temelini daha dünyada iken atmış olacaktır. İşte bunun içindir ki Abdullah b. Revaha, yakın dostlarının elinden tutup: ‘Gel biraz iman edelim’ diyordu. Sen de kalbin Allah’tan uzaklaştığı, kuruduğu ve yozlaştığı dakikaları hatırladıkça, kalbi hüşyar bir mü’minin elinden tut: ‘Gel kardeşim, gel camiye gidelim, de, biraz iman edelim! Yani, Rabb’imizi hoşnut edelim. Mürde gönlümüze hayat üfleyelim. Sönmüş, pörsümüş hissiyatımızı, duygularımızı yeniden canlandıralım. Ta o, ilham-ı İlahi olarak gelen esintilere, marifet ve muhabbet-i İlahi deryasından gelen dalgalara ma’kes ve sahil olabilsin. Sen hazır olacaksın ki, gelen gelsin ve orada hüsn-ü kabul görsün. Senin daima, Hakk’tan gelen tecellileri misafir edecek, onlara mihmandar olabilecek bir gönlün yoksa gaflet anında ve kalbinin Hakk’tan uzak kaldığı hengâmda, rahmet-i İlahi gelir de geriye döner. Sen Allah’a imanının tam olduğunu sanırsın ama heyhât! Haybet ve hüsran içinde gönlün ölüdür de haberin yok. Evet, müteyakkız olacaksın. Hem de hududda nöbet bekleyen bir insan gibi, bir lahza gözünü kırpmadan hep zuhûr bekleyecek ve tecelli avlayacaksın.
Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem), müteyakkız gönüllerin, uyanık duyguların, duyan, bilen, hisseden, her şeyden mana çıkaran kafaların temsilcisi olarak hayatını uyanıklık içinde geçirmişti. Gündüzleri O, zaten hep hüşyardı. Gece basıp da ‘Uykunuzu dinlenme yaptık’ (Nebe, 78/9) ayeti gereğince uyku onu sardığı zaman, derin derin düşünmeyi temsilen elini başının altına koyar ve ‘Rabb’im; ötesini Sana havale ediyorum, şu kalbimin tek lahza Sen’den gafletine tahammülü yoktur ama geldi bastırdı şu uyku!’ düşünce ve mülahazasıyla, bilinen bazı duaları okur ve yatağına öyle girerdi. Sen de hayatını İki Cihan Serveri’nin hayat-ı seniyyelerine göre tanzim ederek, her anında Cenab-ı Hakk’a teslim ile ömrünün dakikalarına yümün ve bereket akmasını temin edebilirsin. Onun için de bir lahza gözünü kapamamalısın ki, mele-i a’lâdan gelenler uyanık ve kapısı açık bir mihmandar bulabilsinler.
Sen imamsın ben de cemaat
Dikkat et! Senin kalbine her an misafir olmaya gelen Allah’ın rahmeti, bu kalbin hazır olup olmadığına bakan da yine bizzat Cenab-ı Hakk’ın kendisidir. Gafil bir kalbe O misafir olmaz. Sen hüşyar olursan, mele-i a’lâ senin gönlünün etrafını metaf yapar da Kâbe’nin etrafında dönüyor gibi senin etrafında döner. Bu hakikate işaret eden bir hadis-i şerifte Allah Resulü şöyle buyurur: ‘Bir insan ıssız bir yerde, (su bulursa) abdest alıp, (bulamazsa) teyemmüm yapıp namaza durursa, onun namaz kıldığı meydanı dolduracak sayıda melek iner ve o insanın arkasında namaz kılar.’
Demek ki yerine göre sen, meleklerin önüne geçebiliyorsun; geçebiliyorsun da onlar senin arkanda namaz kılmayı şeref sayıyorlar. Acaba cismaniyet ve beşeriyete ait onca hususiyeti sırtında taşıyan, yani şehvet, kin, nefret ve daha bir sürü şeytana ait duygularla -tabii belli hikmetler için- dopdolu bulunan beşer bütün bunları nasıl aşıyor, aşıyor da muallâ insanî mevkiye ve yüce bir ufka ulaşıyor? İşte melek buna hayret ediyor ve gelip namaz kılan insanın ardında el pençe divan durarak ve adeta, ‘Sen imamsın ben de cemaatim’ diyor; bunu itirafı da kendisi için bir şeref biliyor. Nasıl bir sahrada namaz kılanın arkasında kalabalık bir melek topluluğu namaza duruyor ve onun namazında hazır bulunuyor; öyle de her ferd, nerede namaz kılarsa kılsın, namazında mutlaka melekler hazır bulunuyor ve onun bazı ifadelerine iştirak ediyorlar. Mesela, tahiyyatta ‘Selam, bizim ve Allah’ın salih kullarının üzerine olsun’ ifadesini, namaz kılanın sağına-soluna selam verirken, sağ ve soldaki mevcud melekleri niyet edebildiği takdirde onun selamını alarak, mukabelede bulunurlar. Ancak burada da görüldüğü gibi birinci vazife, yani melekleri o zemine çekme misyonu insana düşmektedir. Önce insan namaz kılacak, selamında melekleri niyet edecek ki, melekler onun yanında hazır bulunsun ve onun bazı ifadelerine iştirakle yapılan bu güzel işi alkışlasınlar...
Haşyette melekleşenler
Geçmiş ümmetlerden birinde, ehlul-lah’tan (Allah’ın veli kulu) bir zât vefat edeceği zaman çocuklarına vasiyette bulunur ve ‘Ben öldüğümde cesedimi yakın, külünü de savurun’ der. Adam ölünce evlatları babalarının dediğini yaparlar. Cenab-ı Hakk bu kulu karşısına alır ve cesedini niçin yaktırdığını sorar. Kul: ‘Senin korkundan Ya Rab!’ cevabını verir. Bunun üzerine Cenab-ı Hak ona: ‘Ben de seni affettim’ karşılığında bulunur.
Hz. Muaviye (ra), Asr-ı Saadet’in en büyük siyasi dâhilerinden birisidir. İstenmeyen pek çok hadiseye karışmıştır; ancak bu durumdan kendisi de memnun değildir. Vefat edeceği an çocuklarını yanına çağırır. Kalbinin üzerinde sakladığı küçük bir keseyi çıkarır. İhtimamla açar. İçinde birkaç kıl ve birkaç tırnak vardır. Bunları çocuklarına gösterir ve şöyle der: ‘Evlatlarım! Ben, Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) ile beraber bulundum. Ona sahabi olma şerefine erdim. Bir gün tıraş olurken herkes gibi ben de yere dökülen mübarek kıllarından kapabildiğim kadar aldım. Tırnaklarını keseceği anı gözetledim ve yine onlardan bir kaçını alma imkânına sahip oldum. Ömrüm boyunca bunları mukaddes bir emanet olarak sakladım. Şimdi ölümüm yaklaştı. Size vasiyetim şudur: ‘Beni kabrime koyarken bazı azalarımın üzerine bu mübarek kıl ve tırnaklardan yerleştirin. Öyle inanıyorum ki Rabb’imin huzuruna bunlarla gidersem kurtulabilirim.’
Bu bir anlayış meselesidir. Dinde yeri vardır-yoktur, burada onun münakaşasını yapacak değiliz. Belki bunlar şifreyi çözen davranışlardır. Rahmet, bu şifrenin çözülmesiyle ihtizaza gelecektir. Nitekim kendini yaktıran adam da şeriata göre amel etmiş değildir. Fakat onun korku ve endişe yüklü bu ameli, kurtuluşuna sebebiyet vermiştir.
Melekler de melekleşmiş insanlar da ‘haşyet’ içindedirler. Çünkü onlar ‘Allah’ı bilmekte ve O’nu tanımaktadırlar. Bu manaya işaret içindir ki Kur’an’da ‘Allah’a karşı en çok haşyet içinde olanlar Allah’ın âlim kullarıdır.’ (Fâtır, 35/28) buyrulmaktadır. Allah’ı bilen, elbette O’na karşı haşyet içinde olacaktır.
Haftanın duası
Bu bendelerini de sürekli Senin kapının önünde, o kapının aralanmasını bekleyen yüzü yerde, tevazu, mahviyet ve hacâlet kahramanlarından eyle. Sadakatle Sen’in ulu dergâhının önünde bekleyip duran sıddıkları doyurduğun gibi, bu marifete muhtaç kullarını da ulvî marifet tecellilerin ile doyur! Dualarımızı kabul eyle Rabb’imiz!
Sözün özü
Bağlanmıştır; zira gönül heyecanlarını gözyaşlarından daha seri, daha duru aksettirecek bir başka şey göstermek mümkün değildir. Gönülden hıçkırıkların bayrak çektiği yerlerde, günah orduları tarumar olur gider. Hüşyâr gönüller, gelip vicdanlarına çarpıp geçen kabul esintileriyle âdeta berd ü selâm yaşar ve serinlerler.
- tarihinde hazırlandı.