Kıyamete Kadar Allah'ın Adını Yüceltme Vazifesine Devam
Her insanın bir duyarlılık ve hissetme seviyesi vardır. Her Müslüman Allah'ın tanıtılması, Allah Resûlü'nün (sallallahu aleyhi ve sellem) adının cihana duyurulması meselesinde dertlidir.
Ben kendim için dertli diyemeyeceğim, şu arzettiğim şeyleri bir fazilet olarak da söylemiyorum; fakat ümmet-i Muhammed'in çektikleri sineme bir hançer gibi saplanıyor.
Dünyanın dört bir tarafında ezilen, horlanan, mazlum ve mağdur durumdaki insanların hayali gözümün önünden bir türlü gitmiyor. Onların ızdıraplı hali yanında yüce dinimizi tanımayan insanların vaziyeti de içime dert oluyor. Belki her vakit gönlümden şu duyguları geçiriyorum: Herkes İslam'ın nuruyla aydınlansın.. her gün birkaç ihtida olsun.. ihtida etmeyenler de hiç olmazsa hoşgörüye, diyaloğa açık yaşasın. Bunları arzu ediyorum ve bu işin kolay olmayacağını da biliyorum. İşin tabiatını bildiğim halde bu duygumun aksine cereyan eden hadiseler beni hasta ediyor. Hatta bazen, "Benim en başta vereceğim bir canım var. Cenab-ı Hakk insanları barış içinde, diyaloğa açık, kendisine ve kullara karşı saygılı yapacaksa; bunun karşılığında da canımı alacaksa hemen alsın da o neticeyi hasıl etsin." diyorum. Izdırap bu olunca kantar ne kadar şeyi tartar hesap etmek lazım. Zannediyorum, herkes benden çok inanmıştır. Herkes dinin i'lasını ister; herkes her yerde nam-ı celil-i Muhammedî'yi duymak ister. Ama o güzel kullar "Dertliyim dersin, öyleyse belay-ı dertten gam ızhar eyleme" diyor ve dertlerini sinelerine gömüyorlardır. Benimkine gelince o, sesli düşünce.. benliğimi saran ve beni hasta eden çığlık.
En kötüsü de "iç sebb (kınama)" diyebileceğim bir hale maruz kalıyorum ki o da beni fevkalade rahatsız ediyor. Başta kendim daha sonra da çok sevip takdir ettiğim arkadaşlarım hakkında bazen "Biz bunca zamandır neden binlerce gönle giremedik. Oysaki kalplere girerek Allah'ı kullarına sevdirmek yine Cenâb-ı Hakk'ın emri, O'nun muradı." Bu duygular benliğimi sarınca kendimi zorluyor ve "Biz ne yaparsak yapalım hidayet Allah'ın elindedir. Allah dilemeyince iman insanın kalbinde hâsıl olmaz. Bu işin tabiatı böyle." diyorum. Fakat yine içimde sebb başlıyor ve diyorum ki "Yahu! İnsanların samimiyetinin, iradesinin hiç mi payı yok? Bu hususta sahabeyi muzaffer ve muvaffak kılan şey neydi? Hz. İsa'nın havarilerini muvaffak kılan neydi? Öyleyse durumumuzu gözden geçirmek lazım. Neden onlar çok dertli ve insanlara iman nurunu taşımada o kadar hızlıydı ve neden biz böyle aheste davranıyoruz?" İşte böyle kafamda alıp veriyorum. Hayır, bu hal müminler hakkında su-i zan değil, onlara olan hüsn-ü zannın meydana getirdiği bir beklenti...
Bir mesele daha var ki ben de o aziz sultan gibi diyeyim; "Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi/ Hatta kûşe-i kabrimde bî-karar eyler beni/ İttihad etmekken a'daya karşı çaremiz/ İttihad etmezse millet dağidar eyler beni." İnanan gönüller âşıkâne birbirine bağlı olmazsa; hasbî ve fedakar olmassa; işe yaramadığı ya da yaramıyor olduğunu zannettiği yerde kenara çekilmeyi bilmezse.. off.. öyle bir dert ki..
Allah (celle celaluhu) değişik hadiselerle bize kendisini hatırlatıyor. Bizi ikaz ediyor. "Soğukta durmayın üşürsünüz." diyor. O bizi zaten biliyor; hadiselerle de bizi bize gösteriyor. Acı veriyor, canımızı yakıyor, ama neticede bizi kendisine celbediyor.
Bazen insan, hayatı sırtında taşır
Geçen yıllarda geçirdiğim bir krizde kalbin ritmi çok bozulunca doktorlar elektro-şok yapılması gerektiğini, elektro-şokun tesirini azaltmak için de uyutmaları lazım geldiğini söylediler. O an "tekrar uyanamama da var işin içinde" diye aklımdan geçti. Son birkaç nefes kendisine bahşedilen bir insan ne demeliyse onu düşündüm. "Lâilâhe illallahu vahdehû lâ şerîke lehû" dedim, uyumuşum. Hamdolsun, ölseydim de hiç olmazsa son sözüm yine "O" olacaktı.
O gün hastanede teyemmüm yapıp öğle ve ikindi namazlarını cemederek kılmak zorunda kalmıştım. Şeran gerekli olmasa da gönül huzuru için şimdi onları bir de kaza ettim. Diğer namazlarımı da kaza edeceğim.
Erzurumluların çok güzel bir duası vardır; "Az ağrı, âsan ölüm, tekmil iman-Kur'an" ile dünyadan gitmeyi isterler. Ben bunun sonuna bir cümle daha ekliyorum "ilâ yevmil kıyam, ila-yı kelimetullah'a devam" Kıyamete kadar Allah'ın adını yüceltme vazifesine devam, diyorum. Başka bir isteğimiz yok bizim. Allah'tan istediğimiz bu. Ötelere yürüyeceğimiz ana kadar vifak ve ittifak içinde hizmete devam.
Bazen insan hayatı yaşar, bazen de onu sırtında taşır. Bazen hayatın santimi, santimetresi, saniyesi, dakikası, cennetleri alabilecek kadar pahalı şeylerle geçer. Bazen de insanın bütün bir hayatı Cenab-ı Hakk'ın hoşnutluğu adına işe yarar ameller açısından ceviz kabuğunu doldurmayacak şeylerden ibaret kalır. Sorsalar "Sen Allah için ne yaptın?.. Bugün değil bütün ömrün boyunca ne yaptın?" Maalesef, bazılarının bu soruya verecek cevabı yoktur.
Onların yaşadığı; kin, nefret, iğbirar ve düşmanlıkla bulanmış acı bir vetire.. ve "aman vermeyin, vurun, iflahlarını kesin" çığırtkanlıklarıyla dolu, cismaniyet altında kalmış, ezilmiş, hayattan daha çok rezalet diyebileceğimiz kabus gibi bir rüya.. Uyandıkları zaman anlarlar. Görününce işin öbür ucu; tecelli edince hayata terettüp eden; hayatın gerçek burcu.. ne türlü bir bayrak dalgalandığını görürler; şeytanın bayrağı mı, Hazreti Rahman'ın bayrağı mı? İşte hepsi o kadar.
Biraz değiştirerek o Kutlu gibi diyeyim, eyvah aldandık, şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zayi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat bir uykudur. Bir rüya gibi geçer. Şu temelsiz ömür dahi bir çay gibi akar, bir rüzgar gibi eser. Önüne katıp sürüklediği de sizin hayatınızın hazan yemiş yapraklarıdır.
- tarihinde hazırlandı.