İrade İnsanını Tehdit Eden Diğer Unsurlar: İzzet, Gurur ve Korku
4. İzzet ve Gurur
İrade insanını tehdit eden diğer bir mânia ise izzet ve gururdur. İnsanlar içine 'örnek bir insan' modeli olarak gönderilen peygamberler ve onların izinden giden irade kahramanları 'onurum ve şerefim' dememiş ve hiçbir zaman şahsî izzetlerine, gururlarına takılmamışlardır. Nebiler Serveri'ne (sav): 'Sen bizim seyyidimizsin' diyenlere karşı O, 'Hayır. Bizim seyyidimiz Hz. İbrahim'dir' buyurmuş ve öyle bir pâyeden hep uzak durmuştur. Aslında O (sav), efendiler efendisidir ve bütün enbiyanın yanında, Hz. İbrahim'in de seyyididir. Zira Hz. İbrahim, Allah Rasulü'nün (sav) çekirdeğidir. Efendimiz (sav), o çekirdeğin ağacının meyvesidir. Ancak O (sav), Hz. İbrahim'in söz konusu edildiği yerde, edeb ve terbiyesinin gereği kendisine 'seyyid' dedirtmemiştir. Hz. İbrahim'in (as) görmediği hakaret, çekmediği meşakkat, uğramadığı bela ve musibet kalmamış; ateşler içine atılmış, ne hakaretlere maruz kalmış, zevcesine el uzatılmak istenmiş, ama o büyük nebi, 'izzetime dokundu' dememiş ve yüce davasını tebliğden bir an olsun geri durmamıştır.
Hz. Musa (as) çok şerefli ve onurlu olarak yetişmiş ama maruz kaldığı sıkıntılar karşısında 'onurum ve şerefim' deyip peygamberlik vazifesini terk etmemiş, Firavun'un karşısına çıkıp onunla hesaplaşmış ve orada da tevhidi ilan etmiştir.
Ya o çilekeş nebi Hz. Mesih (as), hayatının baharında kavmi tarafından ölümle tehdit edilmiş; çeşit çeşit hakaretlere maruz kalmış ve hatta aç ve susuz bırakılmış da O, görmüş olduğu bütün bu eziyetlere takılıp kalmamış 'onur ve gururum' diyerek kendine takılmamış, çarmıhların gölgesinde bile vazifesine devam etmiştir.
Evet bütün bunlar kendi dönemlerinin kahramanlarıdır ve hepsi de örnek ölçüsünde insanlardır. Bu vadide zikredilebilecek daha pek çok kahraman vardır ama; bunların hepsini burada zikretmek mümkün olmadığından, bizim davamızı temsil etmesi itibariyle İnsanlığın İftihar Tablosu'nun (sav) hayatından bir kısım kesitler sunmakla iktifa edeceğiz:
Kâinât yüzü suyu hürmetine yaratılan ve alemlere rahmet olarak gönderilen Allah Rasulü'nün (sav) şeref ve onurunu kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Nitekim Bedir günü O'na, bir yanında Cebrail, diğer yanında Mikail koruma memuru gibi hizmet ediyorlardı. Nizamî'nin ifadesiyle Miraç'ta mübarek ayağını semalara basınca göklerin etekleri mücevherlerle dolmuş ve hilal, adeta atının ayakları altında bir nal halini almıştı. Böylesine bir onur ve şeref sahibi Nebiler Serveri'nin (sav) başına toz- toprak saçılmış, işkembeler konmuş ve yüzüne en galiz küfürler savrulmuş olmasına rağmen O, bir kerecik olsun 'onurum ve şerefim' dememiş, girdiği reh-i sevdada hep koşup durmuş ve gittiği her yere ışık saçıp gönülleri aydınlatmıştı. Hz. Aişe Vâlidemiz (ra), 10-15 yaşında (Bu, Mevlana Şibli'nin tespiti) Efendimiz'in (sav) saadet hücresine girmiş, henüz rüşte ermeden, erkek olarak sadece O'nu tanımış; vahyin sağanak sağanak yağdığı bir hânede büyümüş; vahyin suyu ve havasıyla yoğrulmuş bir iffet âbidesidir ve iffet onun mübarek yanağında bir gül gibidir. Ama gel gör ki, bu pakdâmene çamurlar atılmış.. atılmış ve başta Allah Rasulü (sav) olmak üzere, babası Hz. Ebu Bekir, annesi Ümmü Ruman ve bütün ashab ızdırab içinde kalmıştır. Kendi onur ve gururuna çamur atılan Efendimiz (sav), buna takılıp kalmamış hep sabırlı ve kararlı davranmıştı. Bu çirkin işi tezgahlayanların başında, Allah Rasulü (sav) Medine'ye gelmeden önce, Medine'ye emir olmayı bekleyen, onun için daha Efendimiz (sav) gelmeden O'na karşı kinle gerilmiş, nefret ve gayzla bilenmiş münafıkların lideri meşhur Abdullah ibn Übey b. Selul geliyordu. Hangi mülahaza ile olursa olsun bu meşhur münafık, öldüğünde, kefen olarak sarılmak üzere Efendimizin cübbesini ister. Allah Rasulü de onun münafık olduğunu bilerek yıllarca onur ve gururunu rencide eden bu adamın isteğini yerine getirir, hatta onun cenaze namazına iştirak eder. Ancak Allah (cc), 'Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Rasulü'nü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler.' (Tevbe, 9/84) ayetiyle Efendimiz'e (sav) bu münafığın namazını kılmasına izin vermez. İşte bütün bunlar, Allah Rasulü'nün (sav) engin anlayışını, şefkat, müsamaha, toleransını ve kendini aşmışlığını göstermektedir.
Evet, Nebiler Serveri (sav), insanlığı ateşten kurtarmak için gelmiş ve bu en yüce duyguyla kendi ailesine iftira edenlerin cenazelerine dahi iştirak etmiş ve 'Allah, 70 defa istiğfar etsen de onu affetmeyeceğini ferman ediyor. Ben 70 defayla onun affedileceğini bilsem, ona 70 defa ve ondan da fazla istiğfar ederdim' demiş, o hoşgörü ve müsamaha ile çarpan engin sinesini herkese açtığını bir defa daha göstermiştir.
5. Korku
İrade insanını tehdit eden sebeplerden biri de insandaki korku hissidir. Evet, iradenin zafer duygusunu felç eden bir his varsa o da korkudur. Ehl-i dünya, müminlerin bu damarından her zaman istifade etmiştir/etmektedir. Bediüzzaman 'İnsanda en mühim ve esaslı bir his, hiss-i havftır. Dessas zalimler, bu korku damarından çok istifade etmektedirler ve onunla korkakları gemlendiriyorlar. Evet, bunlar avamın ve bilhassa ulemanın bu damarından çok istifade ediyorlar, onları korkutuyorlar ve evhamlarını tahrik ediyorlar' diyerek bu hakikate işaret eder. İrade insanı, bu tür bir tehdide takılıp kalmadan, Allah'a teslim ve tevekkül içinde, iradesindeki teslim gücüyle mutlaka onu aşmalıdır.
Peygamber Efendimiz (sav), böyle bir tehdit ve hücumun en şiddetlilerine maruz kalmıştır. Hatta birgün, O'nu müşriklerin saldırılarından koruyan amcası Ebu Talib'in ölümünü müteakip perakende hücumların, toptan hücum haline dönmesi üzerine Allah Rasulü (sav), inkisar içinde şunları söylemişti: 'Bağrını açıp beni koruyordun. Yokluğunu ne kadar da çabuk hissettirdin!' Ancak O (sav), o güne kadar olduğu gibi, ondan sonra da hep 'Allah, vekil olarak bize yeter' demiş ve bütün engelleri aşarak yoluna devam etmişti. Allah Rasulü'nün (sav) hayat-ı seniyyelerinden bir tablo daha arz ederek mevzuyu noktalamak istiyorum:
Efendimiz (sav) Bedir öncesi Ashabını, maddi ve manevi yönden çok iyi motive etmişti. Gözü dönmüş müşrikler, yürüdüğü yolda hep O'nun önünü kesmiş ve kalplere iman taşımasına müsaade etmemişlerdi. Bu sebeple Allah Rasulü (sav) ve Ashab'ı kendilerinden birkaç kat daha büyük bir orduyla savaşmak mecburiyetinde kalmışlardı. Böyle bir muharebe için Muhacirinin gerilimi tam ve yerindeydi. Efendimiz (sav), Ensar'ın da bu mevzuda kanaatini öğrenmek için onlara, 'Bana bir işaret ve yol gösterin. Ne yapayım?' demiş; bunun üzerine Ensar'ın ileri gelenlerinden Sa'd İbni Muaz ileri atılarak şunları söylemişti: 'Bana öyle geliyor ki bizi kastettin Ya Rasulallah. Biz, İsrailoğulları'nın peygamberlerine dediği gibi 'Sen ve Rabbin gidin savaşın; biz burada oturuyoruz' (Mâide, 5/24) demeyeceğiz. Biz, sizinle beraber düşmanla yaka paça olup, göğüs göğüse kavga edeceğiz. Ey Allah'ın Rasulü! Sen, Allah'ın dediğine bak ve yolunda yürü, biz Sana tabiyiz. İstediğinle sıla-i rahim yapıp bütünleş. İstediğinle istediğin gibi alakanı kes. İstediğinle sulh ol, istediğine karşı düşmanlık ilan et. Malımızdan istediğini al ve istediğin yere infak eyle. Biz hep Seninle beraber olacağız.' Allah Rasulü (sav), Sa'd İbni Muaz'ın bu yürekli tavrı ve bu cesaret dolu sözleri üzerine memnuniyetini izhar sadedinde tebessüm etmişti. Bu tebessüm, aynı zamanda Bedir zaferini muştulayan bir tebessümdü.
Cenab-ı Hak, sayılan bu mânialara takılıp kalmaktan günümüz neslini korusun ve Kur'an talebelerini bunlara takılıp mahvolmadan muhafaza eylesin.
- tarihinde hazırlandı.