"Her İnsanın Amelini Boynuna Bağladık"
'Her insanın amelini boynuna bağladık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.' (İsra, 17/13)
Bu ayet, insana idamlık birinin idama götürülürken cürümlerinin menşûru bir levhanın onun boynuna asılmasını çağrıştırıyor. Bu hususu tefsir sadedinde birkaç şey söylenebilir:
1) Bu, insanın amelidir; hadis-i şeriflerdeki ifadelere göre iyi ise 'hasenü'l-vech' çirkin ise, 'kabîhu'l-vech' şeklinde insanın karşısına dikilecek olan onun iyi-kötü amelleridir.
2) Şayet Allah, bir kulunu rüsvay etmek isterse, yani onu yaptıklarından ötürü adaletinin gereği olarak cezalandırmak dilerse amel defterini onun boynuna asar ve ettiklerini fâş eder; yok af etmeyi murat buyurursa, onun kusurlarını saklar ve kimseye göstermez.
4) Bir başka tevcih olarak da şu söylenebilir; insanın boynuna bağlanan bu 'tâir', ondan hiç ayrılmayan vicdanın derinliklerinde daima kendini hissettiren ve halk arasında sıkça kullanıldığı üzere, amele bağlı olarak 'vicdan azabı' veya 'vicdan rahatlığı' demektir.
Hasılı, her insanın nisbî-kisbî de olsa iradesi etrafında örgülenen bahtı, kaderi, cesedin canla irtibatı, gölgenin bedenle münasebeti ölçüsünde hep onun boynunda ve koynunda kendisini hissettirir de, ya bir sevinç ve inşirah olur onun içine akar ya da bir hafakan ve gönül daralması şeklinde bir lahza onun yakasını bırakmaz; bırakmaz ve kıyamet gününde bir hesap, bir kayıt defteri gibi açılır ve onun önüne serilir.. serilir de ona 'oku kitabını; hesaba çekilmene esas olarak bugün senin nefsin sana yeter' denir. Dünyada her gün kendini okuyan ve sorgulayan, o çetin günün hesabını daha önceden yapıp kapadığı için emniyetle yürür cennetlere ve rıdvana; açıkları olanlar da apışır kalırlar kalakaldıkları yerde.
Biz, Sizden Önce Gelip Geçenleri de Biliriz, Geri Kalanları da
'Andolsun biz, sizden önce gelip geçenleri de biliriz, geri kalanları da biliriz.' (Hicr, 15/24)
Önceden gelip-geçenleri bilme bir yandan kaderi gösterirken, öte yandan tevhidi ifade eder. Zira geçmişi yaratan, geleceği de yaratan, ya da yaratacak olandır. Ayrıca önce ve sonra gelenlerin bilinmesi ile alakalı şu tevcihler de söz konusu olabilir.
1) Nispetler perspektifinde dünyaya önce gelenleri de mesela, Hz. Adem zamanındakileri de, sonra gelenleri de biliriz.
2) İslamiyet'e ilk girenleri de, sonradan dehalet edenleri de biz biliriz.
3) Namaz saflarında tekaddüm edenleri, yani namaza erken koşanları da arkadan gelenleri de biliriz.
4) Herkesin şahsi hayatına bağlı olarak, öncesini, sonrasını yani zerrelerini, moleküllerini ve halihazırdaki durumunu da, kabirde çürümüş kemikler haline geleceğini de biliriz.
Daha şümullü bir ifade ile imanda, İslam da, ihsanda ilk safta yerini alıp yarışı götüreni de biliriz, bu konuda takılıp yollarda kalanları da. Bundan başka, camiye erken gelip ilk saflarda namazını eda edenlerden, geç kalıp arka saflara düşenlere kadar konuyu teferruata indirenler de olmuştur.
İniş ve Çıkışlar Helezonunda İnsan
'Andolsun Biz insanı (pişmiş) kuru bir çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık.' (Hicr, 15/26)
İnsanın ilk yaratılışta üzerine bina edildiği çamurun kokuşması, ihtimal onun içinde bulunan bakterilerdendir. Mebdei uzun süre sıvı kalmış, kokuşmuş, değişerek başka hâl almış, üzerinde zamanın geçmesiyle hâlden hâle, şekilden şekile girerek devam eden bir 'hame-i mesnûn'dan, müntehası da pişmiş, kurumuş, kiremit ve tuğla haline gelmiş ve vurulduğunda tıngırdayan bir 'salsâl'dandır. Bunun tersi de söz konusu olabilir ki, neticesi çok fazla değişmez. Bir yönü itibariyle, tebeddül ve tegayyüre maruz ve içinde sadece mikroorganizmaların bulunabileceği bir çamur, yaklaşık olarak bir protein çorbası; diğer yönü itibariyle de mikroorganizmalara bile kapalı tamtakır ve mutasallıb kuru bir çamur.. üzerinde ilim şualarının planlayıp şekillendirici, kudret ve iradenin bir kalıba ifrağ edip insani suret vereceği, hayatın bir ilahi nefha halinde onun içine üflenip bir hilkat mucizesi olarak, ilahi isim ve sıfatların nokta-i mihrakiyesi haline geleceği ana kadar o, su-toprak arası bir berzahta bütün bütün hayata kapalı bulunuyordu.
Sonra insan oldu ve o kökten gelen bazı fertleri itibariyle melekleri de aştı ama bir yanında o tamtakır olmayı ve potansiyel kokuşmuşluğu da bugünlere kadar taşıyıp durdu. Yer yer ilahi isim ve sıfatlarla münasebeti ölçüsünde şekillenip bir kalıba girse de, böyle bir münasebetin söz konusu olmadığı dönemlerde, menşeinin bütün hususiyetleri nüksedip ortaya çıktı. Evet o, insanoğlunun yaratılışıyla hedeflenen gaye istikametindeki cehdi ve gayretiyle âlâ-yı illiyyin-i kemâlâtâ yükselmesinin yanında beklenen performansı gösteremediğinden ötürü hiçbir zaman kokuşmadan da kurtulamadı.
- tarihinde hazırlandı.