El Değmemiş Bahar
Göründü ufku şûh tepelerin, mor dağların,
Yüzerken uyuyanlar en derin uykularda;
Mor, pembe şafaklar tülleniyordu ard arda;
Kuğuların süzülüp gittiği dem sularda,
Duyduk ürperten soluklarını nevbaharın.
Bir mavi sükûn sarmıştı hülyâlarımızı,
Gökyüzü ümitle göz kırpıyordu uzaktan,
Tam yapayalnız kaldığımız an dayanaktan;
İnâyetin, azimle birleştiği kuşaktan,
Tülpembe kıldı Yaradan rüyâlarımızı.
Suyu gürül gürül çeşme coşmuştu yeniden,
Esiyordu her yörede ikbâl meltemleri.
Bir nûrlu neş'e sarıyordu hemen her yeri
Ve ömrün gönlümce geçen en mutlu günleri,
Yaşanıyordu bir kere daha en derinden.
O zümrüt rengiyle el değmemiş taze bahar,
Tıpkı mâzinin deseni ve mâzinin rengi.
Bulmuştu millet yitirdiği eski mihengi,
Hasretle aradığı büyük kaybın tam dengi;
Firdevsî tepeler üstünde mor erguvanlar...
Şimdi esen meltemle çemenler ürperiyor,
Hazana uğrayan yerlerde dipdiri güller.
Sûr sesi duymuş gibi diriliyor ölüler;
Bu hülyâlı mavilikte onlarla beraber,
Hicranla yanan sîneler vuslata eriyor..
Sızıntı, Haziran 1990, Cilt 12, Sayı 137
- tarihinde hazırlandı.