Hizmette önde, ücrette geride
Soru: Hizmet ehline, “Hizmette önde, ücrette geride olma”[1] tarzında bir düstur tavsiye ediliyor. Fakat nefislerimiz daima ücreti peşin istediğinden onu bir türlü buna razı edemiyoruz. Bunun temini nasıl mümkün olur?
Maddî-mânevî füyûzât hislerinden fedakârlıkta bulunan “hizmet kervanı”, hayat boyunca dünya zevki namına bir şey bilmeme kervanıdır. Başkalarını mesut etme uğruna kendi haz ve lezzetlerinden fedakârlıkta bulunan böyle bir kervan kahramanları, elbette hizmette önde, ücrette geride bulunacaklardır. Nefislerin buna razı olmaması ise zannediyorum bazı arızalardan kaynaklanmaktadır. Bu arızaların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
1. Tefekkür hayatında gerekli olan ameliyyât-ı cerrahiyenin gerektiği ölçüde gerçekleştirilememesi.
2. Râbıta-i mevt mülâhazasının ihmal edilmesi.
3. Doğruyu temsil, doğruyu anlatma ve doğruya davet işinin ihmale uğraması. Buna binaen, inanan sineler, kendi aralarında devamlı surette emr-i bi’l-ma’ruf nehy-i ani’l-münker düşüncesini yaşamalı ve yaşatmalı; dünyanın fena ve zevaline, ahiretin ise bekâ ve devamına inandırma temrinatı kat’iyen ihmal edilmemelidir. Çünkü nefs-i emmâre, her zaman insanı aldatıp fânî ve zâil şeyleri, bâkî şeyler yerine koyarak ahireti unutturabilir. Evet o, devamlı surette dünyayı nazara vererek, insana hizmette geride ücrette ileride olma duygu ve düşüncesini aşılamaktadır.
Ayrıca, hizmette geri ücrette ileride olmak, münafıkların düşüncesidir. Kur’ân-ı Kerim bu düşünceyi, “Öyle insanlar vardır ki Allah’a, sırf bir hesaba binaen, imanla küfrün arasında bir yerde ibadet eder. Şayet umduğu faydayı elde ederse onunla huzur bulup sevinir, eğer bir sıkıntı ve imtihana mâruz kalırsa yan çizer, gider.” (Hac sûresi, 22/11) âyet-i kerimesiyle bu tavrı bir münafık vasfı olarak dile getirmektedir. Başka bir âyet-i kerimede ise, müşriklerle savaşma emri geldiğinde onların, ölüm sekeratına giren kimsenin bakışlarına benzer şekilde boş gözlerle Allah Resûlü’ne baktıkları, korkup geri durdukları anlatılmaktadır.[2] Kur’ân-ı Kerim’de bu meâlde pek çok âyet-i kerime vardır. Bu âyetlerin hemen hepsi de hizmette geride ücrette önde olmayı bir münafık vasfı olarak zikretmektedir.
Bu sebeple bir mü’min, bu tür bir münafık vasfından fersah fersah uzak durmalı ve bir hizmet vâkıfı gibi davranmalıdır. Eğer inanmış bir sine, ücrette önde olmayı düşünüyorsa bilmelidir ki o, farkına varmadan münafıklarla aynı çizgiyi paylaşıyor. Şunu da bilmek gerekir ki, Allah’ın rızasının tahsil edildiği bir yerde ücretten bahsetmek çok ayıptır. Biz onu istemeyiz; o, arzu edenlerin olsun!
Hizmette önde, ücrette geride olma düşüncesini zirve noktada ashab-ı kiram arasında görürüz. Adını bilme şerefiyle şereflenemediğimiz bir sahabî, Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) huzuruna gelerek Müslüman olur ve ardından bir savaşa iştirak eder. Zafer sonrası ganimet taksim edilirken o sahabînin gözleri dolar ve ganimet almayı yakışıksız bularak Allah Resûlü’ne şunları söyler: “Yâ Resûlallah! Ben bunun için Müslüman olmadım. Ben Müslüman oldum ki, (gırtlağını göstererek) şuradan bir ok yiyip Rabbime kavuşayım.” Ve bir savaş sonrası şehitler arasında o sahabînin mübarek cesedi de bulunur. Meçhul sahabî, tam parmağıyla işaret ettiği yerden bir ok yemiş olduğu hâlde yerde yatmaktadır.[3] Amr İbn Âs da yeni Müslüman olduğunda kendisine ganimet verileceği zaman gözleri dolu dolu, Efendimiz’e şunları söyler: “Yâ Resûlallah! Ben bunun için mi Müslüman oldum?”[4]
İşte bu devâsâ kâmetler ücret alma mevzuunda devamlı surette hep geri durmuş ve beklentiye girmemişlerdir. Vâkıa, yer yer ganimet düşüncesi nazara verilerek, ashab-ı kiram onun için de koşturulmuş, ancak onlar, ellerinde, avuçlarında bulunan şeyleri geldiği gibi dağıtmışlardır.
İşte bu şekliyle mesele elbette nefse ağır gelecektir. Ancak, yukarıda da ifade edildiği gibi, evvelâ Cenâb-ı Hakk’ı çok iyi bilmek gerekir. Zira Allah’ı iyi bilen bir insan, fâni olan şeylere karşı gönlünü çok fazla kaptırmaz.
İkinci olarak, yarın öleceğini düşünen bir kimse, “Nasıl olsa öleceğim. Bu sebeple öte dünyam adına bana zarar verecek olan ücret alma gibi pesliklere düşmeyeyim.” duygu ve düşüncesi içinde bulunur ve devamlı öte dünya adına yatırım yapma işleriyle meşgul olur.
Üçüncü olarak, insanlara hizmet kervanı içinde bulunan kimseler arasında, hak ve hakikat adına yarışmalara şahit olanlar, onların meziyet ve faziletlerinden ders alarak böyle bir vartaya düşmeyeceklerdir. Bu sebeple böylesi bir hayır kervanının temel ölçüsü, hizmette önde, ücrette ise geride bulunmak olmalıdır.
Burada istidradi olarak şunu ifade etmekte de fayda var: Kendisini iman ve Kur’ân hizmetine adayanların birbirlerine karşı kendilerini müsavi kabul etmeleri, daire içinde bulunan birisinin başkalarını kendinden küçük görmemesi ve herkesi kendinden büyük görmesi de bir esastır. Evet, her fert, “Falan arkadaşın benden daha çok meziyetleri var; o iyi bir mü’mindir. Ben ona kulluk yapmanın dışında yapılacak her şeyi yaparım. Zira o, benden daha faziletli ve meziyetlidir.” diye düşünmelidir. Böyle bir düşünce içinde, hizmet ve ücret dengesindeki âhenksizlik, o hizmet halkasının diğer fertlerini rekabete sevk etmez. Bir mü’min, “Nasıl olsa hepimiz birer neferiz ve mîrî malından bize lütfedilecek şeyler burada olmasa da ahirette mutlaka olacaktır. Biz, Allah emrettiği için koşturuyoruz ve neticede de O’nun rızasına tâlibiz. Meyvelerini de ahirette dereceğiz.” mülâhaza ve düşüncesiyle her şeyi Hak rızasına bağlayıp beklemeli, burada da ücret alacağım düşüncesiyle arkadaşlarıyla rekabete girmemelidir.
Kendilerine, başkalarının üstünde hususî değer verip kendilerini müstesna gören kimselerin, er-geç maddî mânevî ücrete kendilerini kaptırırak başkalarıyla rekabete girmeleri kaçınılmazdır. Bazen de bu durum, o şahıs tarafından sezilemez de o, kendisini çok mütevazi zanneder. Evet, insan bazen kendini sezemeyebilir, tanımayabilir. “Ben kalbimden geçenleri bilemiyorum. Kim bilir, belki mütevazi görünümüm kibir; nazikliğim, centilmenliğim de birer aldatmacadır.” şeklinde düşünmeli ve “Bilemediğim için bu mevzuda örnek olabilecek bir şey söyleme cesaretinde değilim.” demelidir/demeliyiz. Ancak şurası da muhakkak ki, kendinde bir şey olan insan hep yüzü yerde ve iki büklüm olur, büyüklüğü nispetinde küçük görünür; boyunun uzunluğu nispetinde iki büklüm gezer; bunun aksine o, boşluğu nispetinde havalarda olur ve hiçliği nispetinde de daima büyük görünür. Hiçbir değer ve kıymeti olmaması nispetinde havalarda uçar.
Rabbim bizleri hizmette önde, ücrette geri olan mütevazi kullarından eylesin!
[1] Bkz.: Bediüzzaman, Sözler s.519 (Yirmi Altıncı Söz, Zeyl); M. F. Gülen, Çağ ve Nesil s. 156 (Kahraman); Ölçü veya Yoldaki Işıklar s. 212.
[2] Muhammed sûresi, 47/20
[3] Nesâî, cenâiz 61; Abdurrezzak, el-Musannef 7/271; et-Taberânî, el-Mu’cemü’l-kebîr 2/271.
[4] Ahmed İbn Hanbel, el-Müsned 4/197.
- tarihinde hazırlandı.