Âlem-i Ceberût
İlâhî isim ve sıfatların tecelli alanı olarak bilinir. Ona; âlem-i vahdet, berzah-ı kebir, hakikat-ı Ahmediye, ruh-u a'zam, ruh-u küllî, zıll-i evvel de denmektedir. Bazı sofiye, âlem-i ceberûtu tamamen esmâ ve sıfât dairesinden ibaret görüp, onu âlem-i lâhut ve rahamût arasında veya lâhut ve melekût ortasında bulunan ilâhî kudret ve azamet âlemi olarak yorumlamıştır. Bu âlemin semavî ve mânevî olduğunda şüphe yok. Ancak böyle bir âlemin, Hermes'in semavî mülâhazaları ve Eflatun'un İdeler âlemiyle münasebetinin olmadığı da açıktır. İbrahim Hakkı Hazretleri'ne göre ceberût âlemi, bütün âlemlere nazır, kürsînin üstünde ve arş-ı a'zamın altında -altla-üstle her ne kastediliyorsa- mânevî bir âlemdir.
Bu mütalâalar çerçevesinde, melekût âlemi kürsînin altında tasavvurlar üstü, aşkın lâhut âlemi ise, istiva-i arş mazmununa bağlı ve "fevk-taht" mülâhazalarından müberrâ, her şeyin üstünde. Rahamût âlemine gelince o ayrı bir mahall-i tafsil ve inkişaf; ceberût âlemi ise, rahamût âleminin önünde veya yanında bir âlem-i azamet ve hakimiyettir...
Kaza ve kader hâdisesinin ceberût âlemi ile hususî bir münasebeti vardır. Bu münasebet, kadere mevzû şahıslar plânındaki hâdiselerle de dolayısıyla alâkalıdır. Âlem-i ceberût, hemen bütün eşya ve hâdiseler adına saf ve lâtif bir âlemdir. Bu itibarla da onun âlem-i mülk ve melekûta bir fâikiyeti vardır. Bu âlemde bütün varlık ve hâdiseler külliyet plânında bir vetire takip ederler; alttaki melekût ve mülk âlemlerinde ise, cüz'iyat ve teferruat dairesinde bir gelişme ve inkişaf gösterirler.
- tarihinde hazırlandı.