Son Derece Basit, Küçük ve Zayıf Bir İradeye Mukabil, Sonsuz Bir Cennet veya Cehennem'in Verilmesi
Son Derece Basit, Küçük ve Zayıf Bir İradeye Mukabil, Sonsuz Bir Cennet veya Cehennem'in Verilmesi Nasıl İzah Edilebilir?
Aslında bizler Cennet gibi gelecekle ilgili lûtf-u İlâhîye nâil olmayı değil, daha çok, başımızdan aşağı sağnak sağnak dökülen nimetlerin şükrünü nasıl eda edebiliriz diye düşünmeliyiz. Karşılıksız ve peşin verilen nimetlerin şükrünü yaptığımız kullukla eda etmemiz asla mümkün değildir. Dünyâ hayatında bir gün yaşamak için bir gün çalışırız; altı ay yaşamak için altı ay çalışırız ve 'Keşke altı ay çalışıp, bir sene yaşasaydım' der ve iki günlük hayat için bir günümüzü seve seve vermeye razı oluruz. Gerçek bu iken, dünyâ nimetleriyle asla kıyaslanamayacak kadar muhteşemlerden muhteşem Cennet'i kazanmak için, çoğu uyku, çocukluk ve dünyâlık çalışmalarla geçen kısacık hayat nasıl yeterli olabilir? Bir de bu kazançta insanın yaptığı sadece düğmeye dokunmak ve parmağını uzatmak kadar ehemmiyetsiz bir fiil olursa?.. Ya, bu kadar basit bir meyil ve niyetle ebedî Cehennem'e nasıl müstahak olur insan? Şimdi mes'eleye birkaç cihetle ışık tutmaya çalışalım:
1. Niyet Yönünden:
Ebedî Cennet, ebedî nimetler ve ebedî Cemâlullah.. Bütün bunlar, şu fâni, kısacık hayatımızın neticesi olamaz ve bizim maddî yönümüzde ebediyeti kat'iyyen kucaklayamaz. Fakat, 'ebedî iman niyeti' dir ki, bizi ebediyete sahip kılabilir. Elhamdülillâh, Rabbimiz'e iman ediyoruz; bu imanda sebata ve sadakata kararlıyız. İrâde düğmemizi bu istikamette kullandık ve yine irâdemizle bu ebedî imana niyet yönünden sahip olacağız. Rabbimiz'in kalbimizde bir meşale halinde yakıp tutuşturduğu bu hidayet yoluna da yine bizzat O'nun tarafından sevk olunmuş bulunuyoruz. Yetmiş yıl yaşayacaksak eğer, yetmiş yıl imanlı olmaya niyetliyiz; Rabbimiz yetmiş değil, yüz yetmiş yıl ömür verse, hattâ bin yetmiş yıl ömür verse, yine dönmeyecek ve imanımızda sadakatle sebat edeceğiz. Yaşadığımız müddetçe, hatta ebediyen dünyada kalsaydık, yine imanımızdan dönmeyecek ve ebedi olarak Allah'a (cc) inanacaktık. İşte, Cennet ve Cehennem'e girmekte aslolan da bu niyettir. Zaten, Allah'ın Rasûlü de (sav) 'Ameller niyetlere göredir' buyurmuyor mu? Herkes, niyetinin karşılığını görecektir. Niyetimiz ebedî iman çizgisinde kalmaksa, mükâfatımız da ona göre olacaktır. Ceza ve mükâfat, amelin cinsine göredir; ebedî imana ve ebedî iman niyetine ebedî Cennet. Bunun tam karşısında ebedî küfre ve ebedî küfür niyetine de ebedî Cehennem. Allah (cc) suretlerimize, şeklimize ve şu fâni dünyada maddemizle ne kadar süre kaldığımıza değil, taşıdığımız niyete, sahip olduğumuz azme, kalbimizdeki imana, bu imandaki devamlılık niyet ve düşüncemize bakar.
Evet, niyet, yaşanan kısacak ömürde, imandaki sadâkat ve sebat düşüncesiyle, yaşanmasa da, yaşanmış gibi ebetlere kadar zamanları aydınlatan bir ışıktır. Buna karşılık, her şeyi karanlık gören, karanlık niyetli kâfirin de ebedî hayatı, Cehennem manâsına kapkaradır. Çünkü kâfir, ebedî iman nurunu yakmamak, daha doğru bir deyişle, irâde düğmesini Allah'ın (cc) kalb sarayının iman âvizelerini yakmasına vesile kılmamak inat ve ısrarı içindedir ve milyonlarca yıl da yaşasa, bu inat bu ısrarında devam edecek ve bir defa olsun o düğmeyi aydınlık yolunda kullanmak istemeyecektir. Böylece de kalbini, dünyâsını ve ebedî hayatını karartan kara niyetinin kurbanı olacaktır.
Ebede uzansın niyetleriniz, ebede uzansın da, ebetler size bağrını açsın. Has niyetle geçen her saniyeniz, mukabele sırrıyla binlere ulaşsın...
2. Cezada takdir, suçun ağırlığına ve işlenmesindeki kasıt, niyet ve neticeye bakar; işlenme süresine değil:
Cevap: Dünyada 5 dakika süren bir adam öldürme suçuna ceza olarak bazen 25 yıl, yani 13 milyon dakika, bazen müebbet hapis, hattâ bazen de idam veriliyor ve hiç bir zaman bu cinayetin ne kadar sürede işlendiği hesaba katılmıyor; belki, suçun ağırlığına, suçu işlemekteki kasıt, niyet ve neticeye bakılıyor. Küfür ve inkârın sırtında taşıdığı cinayetler, bir insanı öldürmekten çok daha fazla, çok daha ağırdır. Kâinatın Yaratıcısı'nın varlığına zerreler, hücreler, melekler, yağmur damlaları, atomlar ve moleküller adedince.. kısaca, sayılamayacak kadar çok şahitler vardır ve küfür, bu kadar şahidin şehâdetini bir anda yok saymak demek olduğu gibi, bütün kâinatı karanlığa mahkûm etmek ve aynı zamanda bu kadar şahide adeta yalancılık ithamında bulunmak demektir. Hem küfür, Yüce San'atkâr'ı tahkir, onun kâinattaki nakışlarını tezyif ve sayısız delîllerini tekziple, kâinatın zerreleri adedince büyük bir cinayet sayılır. Dahası, hayatlarında yalanın mümkün olmadığı binlerce peygamberi, milyonlarca evliyayı ve en önemli hususiyetleri sıdk olan milyarlarca mü'mini inkârdır, yalanlamaktır. Böyle bir suçun cezası da, herhalde kendi cinsinden, dolayısıyla da ebedî Cehennem olmak gerektir.
3. Cüz'i irâde gerçekten küçüktür ama, neticesi pek büyük olup, Allah (cc) da cezayı neticeye göre verir:
Bir düğmeye basmakla bir anda milyonlarca lambayı söndürüp, çok büyük bir memleketi karanlıklar içinde bırakabilirsiniz. Veya, bir davranışınızla -Birinci Cihan Harbi'nde olduğu gibi- milyonlarca insanın ölümüne, milyonlarca ailenin yıkılmasına, şehirlerin yerle bir olmasına, asırlık emeklerin bâd'u heva gitmesine ve dünya çapında pek büyük değişikliklere sebep olabilirsiniz. Aynı şekilde, bir kibritle koca bir ormanı yakabilir veya bir tuğlasını çekmekle büyük bir sarayı yerle bir edebilirsiniz. Küfür, tahrip demektir ve tahrip ise pek kolay ve netice îtibariyle pek şümullü, pek şediddir. İşte, kâfir irâdesini küfür istikametinde kullanmakla, neticesi böyle pek büyük bir tahribata sebep olduğu içindir ki, ebedî cehennem'i hak eder. Buna karşılık mü'min, irâde düğmesini müspet yöne çevirmekle hem dünyâsını, hem de ahiretini aydınlatır.
4. Hadsiz nimetlerin sahibine sırtını çeviren insan, elbette tokatlar yemeye müstehaktır:
Allah'ın (cc) sonsuz azamet ve kudretini gösteren ve varlık adına sonsuz ağırlığı ve kıymeti bulunan o hadsiz nimetlerin sahibine sırtını çeviren.. sonra, vicdan gibi, Allah'ın (cc) varlığının sessiz şahidi bir kitabı dürüp kapatarak akıl, şuur ve ebede aşık his ve duygularını öldüren.. ayrıca, Kâinat kitabını Kur'ân'la dile getirerek, saadet yolunu gösteren Nebî'ye gözlerini kapayan ve kalbinin kapısını sürmeleyen bir insan, kâinat çapındaki bu ağırlığa hüviyeti pek zayıf olan irâdesini alet etmek; yaratmada ve icrada hiç bir ağırlığı olmayan bir takım hayâlî ve îtibarî şeylerin tüy kadarcık ağırlığını, tercihte kullanıp, nefsinin ve şeytanın iğvalarına kapılmakla, elbette kâinat ağırlığında tokatlar yemeğe müstehak olacaktır.
5. Emanete ihanetin cezası, emanetin ve sahibinin değeriyle doğru orantılı olarak verilir:
Bir pencere camını kıran çocuğa verilecek ceza ile, Sultanın kristal tacını sû-i istimalle ziyan eden bir yaverin cezası bir olmaz. Yine, bir askerle bir ordu komutanına, rütbelerine uygun sermaye verilse ve her ikisi de gidip bu sermayeyi çarşı-pazarda çar-çur etseler, elbette ki komutan Divan-ı Harpte mahkeme edilecek ve askere verilecek cezanın çok üstünde bir cezaya çarptırılacaktır. Ve yine, ömrünü dağlarda koyunlarının arkasında geçiren bir çobanla, hayatını büyük keşiflerle geçiren bir ilim adamına durumlarına ve vazifelerine göre sermaye verilse ve ilim adamı o sermayeyi tıpkı çoban gibi koyunların bakımı ve yemi için harcasa, herhalde çobana nazaran çok daha başka şekilde cezalandırılacaktır.
Misâlllerimizde olduğu gibi, dünya hayatında hayvanlara verilen ömür sermayesi ve daha başka sermaye ve nimetler, kendi çapları ve fonksiyonlarına göre tayin ve tespit edilmiş olup, onlar da bu sermayeyi hiç su-i istimal etmeden kullanmaktadır. Evet, bu sermayeleri kimi yük taşımada, kimi et ve süt vermede, kimi de daha başka vazifelerde kullanır. Halbuki insan, ne bir hayvandır, ne de sermayesi hayvanlara verilen gibidir; bir insan eli, bin örümcek elinden, bir insan parmağı bin serçenin kanadından kıymetlidir. İnsan, kendisine verilen onca kıymetteki sermayeyi, vicdan, akıl, şuur, idrak, düşünce, muhakeme, binlerce his, duygu ve kabiliyet gibi nimetleri sû-i istimal ettiğinde, elbette cezası da aynı ölçüde olmak gerektir. Hele, Allah'ın (cc) marifeti, saygı ve muhabbeti ile dolup doyması ve başkasına karşı sürmelenmesi gereken has tecelliler yurdu kalb, nefse ezdirilecek olursa, bu takdirde o kalbin sahibi elbette, yakıtı insanlar ve taşlar olan Cehennem için taştan bir yakıt olma seviyesine düşecektir. Öyleyse, irâdeyi yerinde kullanıp, kalbi kalbin Sahibi'ne has kılarak, O'na kalb-i selimle gitmelidir.
- tarihinde hazırlandı.