Kabir ziyareti
Kabirleri ziyaret etmek, genel olarak müstehabtır. Sâlih kimselerin, anne, baba ve yakın akrabanın kabirlerini ziyaret etmek mendup sayılmıştır. Kadınların kabirleri ziyaret etmesi ise, bağırıp çağırma, saçını başını yolma ve oralarda değişik bid’atlara girme gibi bir fitne korkusu olmadığı zaman câizdir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), henüz kader inancının kökleşmediği ve câhiliye alışkanlıklarının devam ettiği bir dönemde kabir ziyaretini muvakkaten yasaklamış; fakat daha sonra serbest bırakmıştır.
Kur’ân-ı Kerim’e saygıdan dolayı, oraların nezih yerler olmaması yönüyle “Kabirlerde Kur’ân okunmaz” diyenler olmuştur. Fakat günümüzde türbeler ve mezarlıklar temiz, bakımlı ve görümlü yerlerdir; hatta bazılarında yerlere sergi bile serilmiştir. Oralarda tazimle Kur’ân okumanın -Allahu a’lem- mahzuru yoktur.
Aslında mezarlarda Kur’ân okunacağına dair kesin bir dinî hüküm yoktur. Selef-i sâlihînden bazılarının kabir ziyareti sırasında Yasin ve Mülk Sûrelerini okudukları rivâyet edilir. On bir defa ihlâs okunabileceğini de Hedyu’n-Nebî gibi bazı kitaplarda görmüştüm. Oralarda insanları tembihe matuf genel manzara ve atmosferi değerlendirerek bir iki söz söyleme matlup olsa da, kabristanda konuşulacağına ve nutuk atılacağına dair bir şey de yoktur dinimizde. Günümüzde olduğu gibi nutuk atmalar, saygısızca bağırıp çağırmalar, çığlıklar, dua yapıyorum diye millete Peygamber’in ağuşunda yer ayırmalar ve insanın en ciddî olması gerektiği yerde küstahlıktan başka bir şey ifade etmeyen çirkin davranışlar yoktur.
Peygamber Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) zaman zaman kabir ziyaretinde bulunduğunu ve oradaki davranışını hadis kitaplarında görüyoruz. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm, kabristana uğradığında mezarlara dönerek “Esselâmu aleyküm (selâm üzerinize olsun) ey kabir halkı! Allah sizi de bizi de mağfiret buyursun. Sizler bizim seleflerimizsiniz. Biz de arkanızdan geleceğiz” buyuruyor.
Hz. Ali (radıyallâhu anh) anlatıyor: “Biz bir cenaze vesilesiyle Baki’u’l-Ğarkad’da idik. Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm çıkageldi ve yanımıza oturdu. Biz de etrafında (halka olup) oturduk. Elinde bir çubuk vardı. Çubuğuyla yere bir şeyler çizmeye başladı. Sonra “Sizden kimse yok ki, şu anda cennet veya cehennemdeki yeri yazılmamış olsun!” buyurdular. Cemaat “Ey Allah’ın Resûlü!” dedi. “Öyleyse hakkımızda yazılana itimat edip ona dayanmayalım mı?” “Çalışın” buyurdular. “Herkes kendisi için yaratılmış olana erecektir. Cennetlik olanlar, saadete götüren amelde muvaffak olacaktır. Şekâvet ehli olanlar da şekâvete götüren amelde muvaffak olacaktır!”
Sonra şu meâldeki âyeti tilavet buyurdular: “Malını Allah yolunda harcayıp ona saygı duyarak haramdan sakınan; o en güzel kelimeyi, kelime-i tevhîdi tasdik eden kimseyi, biz de en kolay yola muvaffak ederiz” (Leyl, 92/57).
Bir başka defa da, Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kabristana gidiyor. Mübarek simasında elem izleri beliriyor. Sebebi sorulunca kabirdeki iki kişinin azap görüyor olduklarını; bu azabın büyük bir şeyden değil de, birinin bevl ihtiyacını giderirken temizliğine dikkat etmemesinden, diğerinin de nemîmede (koğuculukta, söz taşımada) bulunmasından dolayı olduğunu söylüyor. Sonra yaş bir odun parçası alıyor, ikiye ayırıyor. Her kabrin başına birer tane dikiyor. Niye öyle yaptığının sorulması üzerine de “o ağaç parçaları kuruyana kadar kabirdeki o iki kişinin azaplarının hafifletileceğini ümit ettiğini” ifade buyuruyorlar.
Bir başka kabir ziyaretini İbn Mes’ud (radıyallâhu anh) şöyle anlatıyor: “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm) yere çubukla, kare biçiminde bir şekil çizdi. Sonra, bunun ortasına bir hat çekti, onun dışında da bir hat çizdi. Sonra bu hattın ortasından itibaren bu ortadaki hatta istinad eden bir kısım küçük çizgiler attı. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) bu çizdiklerini şöyle açıkladı: “Şu çizgi insandır. Şu onu saran kare de eceldir. Şu dışarı uzanan çizgi de onun emelidir. (Bu emel çizgisini kesen) şu küçük çizgiler de musibetlerdir. Bu musibet oku, yolunu şaşırarak insana değemese bile, diğer biri değer. Bu da değmezse ecel oku değer.”
Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) ölümü ve eceli hatırlatışı sahabenin gözlerini yaşartmış, Hz. Osman gibi bazıları ağlamışlardı. Evet, orası ağlanacak bir yerdir. Kabir, insanın bir gün kendisinin de içine gireceğini düşünmesi gereken bir yerdir. Orası “Ya kurtulurum ya kurtulamam…” mülâhazasına bağlı olarak geçilmesi gereken bir mekândır.
İbn-i Mes’ud (radıyallâhu anh) rivayet ediyor: “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: Ben size kabir ziyaretini yasaklamıştım; fakat artık onları ziyaret edebilirsiniz. Çünkü kabir ziyareti, dünya bağını kırar, ahireti hatırlatır.” Hadis-i şerifte de görüleceği üzere burada hükmün menâtı (sebep ve hikmeti) dünyanın fâni olduğunun düşünülmesi ve ahiretin hatırlanmasıdır.
Maalesef, şimdilerde mezarlar pek çoklarına bir şey ifade etmiyor. Eğer hükmün menâtı ahireti hatırlamaya matuf ise, şimdi mezarlar ziyaret edilmese de olur. Gerçi, Üstad Hazretleri, “Ve o gençliğin sû-i istimâliyle gelen hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere ve kalb ve ruhun gıdasızlık ve vazifesizliğinden neş’et eden sıkıntılarla meyhanelere, sefahethanelere veya mezaristana düşeceklerini bilmek istersen, git hastahanelerden ve hapishanelerden ve meyhanelerden ve kabristandan sor. Elbette, ekseriyetle gençlerin gençliğinin sû-i istimalinden ve taşkınlıklarından ve gayr-i meşru keyiflerin cezası olarak gelen tokatlardan eyvahlar ve ağlamalar ve esefler işiteceksin” diyor ve nimetlerin kadrini bilmek, kıymetini anlamak için kabirleri ziyaret etmek gerektiğini de zikrediyor. Fakat neylersiniz ki, bugün insanların kalbleri ölmüş. Çok az kimse etrafına ibretle bakıp, muhasebe ve murakabede bulunuyor.
- tarihinde hazırlandı.