İnsanın kendini övmesi ve nazar
Soru: İnsanın kendisini övmesi, kabiliyet ve başarılarını herkese anlatması da nazar değmesine sebep olabilir mi?
Malûmunuz olduğu üzere, “nazar” Arapça asıllı bir kelimedir; “bakma, bakış, göz, fikir, düşünme, mülâhaza, niyet, dikkat, iltifat, teveccüh” gibi mânâlara gelmektedir. Araplar, göz değmesini “isabetü’l-ayn” olarak isimlendirmişlerdir. Nazar kelimesi Türkçede “kem göz” mânâsına kullanılmakta ve “nazara gelme”, “nazara uğrama” ve “nazar değme” gibi ifadelerle göz değmesi kastedilmektedir.
Kur’ân-ı Kerim nazardan söz ederken açık ve kesin bir hüküm bildirmemekte, buna karşı hadisler, açık bir ifadeyle nazarın gerçek olduğunu haber vermektedir. Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), “Nazardan Allah’a sığınınız. Göz değmesi gerçektir” buyurmuşlardır. Esma Bint-i Umeys’den (radiyallahu anh) rivayet edildiğine göre, kendisi “Ya Resûlallah! Cafer’in oğullarına cidden nazar değiyor, ben onlar için şifa dileğiyle okutturayım mı?” demiş. Resûl-ü Ekrem de “Evet, lâkin kader ile yarışan bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi” diye cevap vermişlerdi.
Tefsircilerin çoğu, “Rabb’i onu seçip iyilerden kıldı. Doğrusu inkâr edenler, zikri (Kur’ân’ı) işittikleri vakit neredeyse gözleri ile seni yıkıp devireceklerdi. Bir de durmuşlar, ‘O herhalde bir delidir.’ diyorlardı” (Kalem, 68/50-51) meâlindeki âyette geçen “Gözleriyle seni yıkıp devireceklerdi” sözünü “nazar” ile tefsir etmişlerdir.
Nazar ile kıskançlık arasında yakın bir münasebet vardır. Elmalılı Hamdi Yazır, bu münasebetle alâkalı şöyle der: “Kıskançlıklarından az daha Hz. Peygamber’i nazara uğratacaklar, aç ve kötü gözlerinin şerriyle ellerinden gelse onu helâk edeceklerdi. Demek ki, öfkenin bedende bir hükmü bulunduğu gibi, gözlerin de karşılarındakine bakışlarına göre iyi veya kötü bir hükmü vardır. Kimi elektrik gibi dokunur çarpar; mıknatıslar ve manyetize eder. Kimi de aldığı teessürle, hasedinden bir gayza düşer, türlü türlü sû-i kasde ve hilelere kalkışır ki, maddî veya manevî hangisi olursa olsun hedefine vardığı zaman, isabet-i ayn veya nazar tabir olunur. Bunun hakkında uzun uzadıya sözler söylenmiş, inkâr edenler, ispat edenler olmuştur. Keyfiyeti ne olursa olsun isabet-i ayn vardır.”
“Nazarın hak olduğunu kabul ettiğimize göre ondan nasıl korunabiliriz?” denirse “Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) yaptığı duaları yapmak suretiyle…” diye cevap verebiliriz. Ebû Said el-Hudrî’den (radiyallahu anh) rivayet olunduğuna göre; Resûlullah, “Cinlerin ve insanların nazarından Allah’a sığınırım” gibi dualarla cinlerin ve insanların nazarından Allah’a (celle celâluhû) sığınırdı. Sonra Muavvezatân nazil olunca bu sûreleri okumaya başladı. Enes b. Mâlik’ten rivayet edildiğine göre Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “Evinden çıkarken şu duâyı okuyan kişiye bu duâ kâfidir; o adam muhafaza altına alınır, şeytan da o adamdan uzaklaşıp bir kenara çekilir: ‘Bismillâhi tevekkeltü alellâhi lâ havle velâ kuvvete illâ billâh (Allah’ın adıyla evimden çıkıyorum. Ben Allah’a tevekkül ettim. Güç ve kuvvet sadece Allah’ın lütuf ve ihsânıyladır.)” Ümmü Seleme’nin rivayetine göre ise Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) evinden çıkarken şöyle derdi: “Allah’ın ismini zikrederek çıkıyorum. Ben Allah’a tevekkül ettim. Allah’ım hata yapmaktan, yolumu şaşırmaktan, zulmetmekten, zulme uğramaktan, cahillikle başkasına bela olmaktan ve başkasının cahilce davranışıyla karşılaşmaktan sana sığınırım.” Osman b. Affan (radiyallahu anh) da Resûlullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurduğunu nakletmektedir: “Bir kul her günün sabahında, her gecenin akşamında üç defa şu şekilde duâ ederse, o kişiye hiçbir şey zarar veremez: ‘Bismillâhillezi lâ yedurru me’asmihi şey’un fıl’ardı ve lâ fı’ssemâi ve huve’s-semiu’l-alîm. [Onun adıyla hareket edip ona sığındıktan sonra yerde ve gökte hiçbir şeyin zarar veremeyeceği Allah’ın ismiyle (sabahladım, akşamladım). O her şeyi işiten ve bilendir.]” Ayrıca, Hz. Âişe validemiz de Allah Resûlü’nün (sallallahu aleyhi ve sellem) yatağına girdiğinde İhlâs, Felâk ve Nâs Sûrelerini okuduğunu, iki eline üfleyip vücudunu sıvazladığını rivayet etmiştir.
Bu genel malûmâttan sonra sizin sorunuzdaki hususa gelecek olursak; eğer Rabb’imizle irtibatımız sağlam değilse, tam bir tevekkül ve teslimiyet içinde bulunmuyorsak, bu durum bizim için bir boşluk ve zırh aralığı demektir. Öyle anlarda, manevî kalkanımızda delikler açılmıştır ve bir hain okun isabet etmesine karşı korunmasız kalmışızdır.
İnsanın kendini övmesi, yapılan işleri kendi nefsine mâletmesi ve bunu orada burada, kötü ruhlu insanların yanında anlatması, sır bilmemesi, konuştuğu şeylerin neler olması gerektiğini düşünmemesi onu çepeçevre saran manevî kalkanda delikler açar. Böyle bir sû-i istimal karşısında Cenâb-ı Hak, onu ya cezalandırır ve hizaya getirir ya da kadrini bilmediği ve abarttığı o nimetleri elinden alır. Böyle bir akıbete düşmemenin çare-i yegânesi, Allah’a sığınmak, yeniden dönüp tecdid-i biat etmek, tevbede, inabede bulunmaktır.
Allah’ın âdât-ı Sübhâniyesi, vaz’ettiği kanunları kimseye iltimas geçmez. Cenâb-ı Hak, Peygamberine büyü yapılmasına bile müsaade etmiştir. Allah Teâlâ dileseydi, Peygamberimize (sallallahu aleyhi ve sellem) büyü yapan adam daha tarağın dişlerini işleyeceği an eli kururdu da Efendimize (sallallahu aleyhi ve sellem) sihir yapamazdı. Parmağının işaretiyle kameri parçalayan zâta sihir yapılıyor ve bize şu mesaj veriliyor: Bu hususta kendinize güvenmeyin. Gücünüz size kat’iyen yetmez. Devrilmemek için sürekli Allah’a (celle celâluhû) dayanın, ona sığının. Çocukların annelerine sımsıkı sarıldığı gibi, ona sarılma keyfiyeti nasılsa işte o şekilde, Cenâb-ı Hakk’ın rahmetine sımsıkı sarılın. “Aman beni kendinden uzaklaştırma! Sensiz edemem ben, ayakta duramam sensiz” deyin.
- tarihinde hazırlandı.