Müslümanca Yaşama (2)
Her şey doğar, olgunlaşır, devrini tamamlar ve yaprak yaprak solar-gider; ama, İslâmiyet, hep aynı tazelik içinde parlar-durur ve bir civan gibi gerilir, gülümser.. evet, o herzaman gençtir, kuvvetlidir, canlıdır ve bizim fâniliğimizi aşan bir üstünlüğü vardır. Ara-sıra bir kısım şiddetli rüzgârlarla sarsılıp sararmış gibi görünse de, gerçekten sarsılıp sararan onun kusurlu temsilcileri bizlerizdir. Yoksa onun ezelî âlemi, sürekli parıltılı, tılsımlı ve göz kamaştırıcıdır.
Onu gerçekten temsil edenlere gelince, onlar hep, derin bir vuslat hazzı içinde coşar ve güzelliğin, câzibenin en doyurucularının en ledünnîlerini birden ve kesintisiz yaşarlar. Her an ötelerden üstlerine dökülen ışıklarla, tıpkı bahar yağmuruna bağırlarını açmış çiçekler gibidirler. Onların çevrelerinde her an bir başka renk, bir başka ışık ve bir başka âhengin şarkıları duyulur. Sanki gönüllerinin bir yanına Itrî veya Dede oturmuş da onlara mâhurdan fasıllar söylüyor gibi, içlerinden bir kısım nağmelerin kopup geldiğini duyar.. bu sese ses katar ve kendilerinden geçerler.
İnancın bu masmavi dünyasında, gençlik ve sıhhat eriyip gitse, yaşlılık ve firak hissi poyraz gibi esmeye başlasa, her yandan ayrılık gonkları duyulsa; o içli günler sönüp yerlerini serin, karlı-buzlu hicrân geceleri alsa, her yandan ayak sesleri kesilip sessizlik konuşsa; zaman, mekân, renk ve ışığın birbirine boşalması bütün bütün esrarlaşsa, hayatın Müslümancasıyla kanatlı bir ruh, muharebe meydanında hasımlarını bir bir yere sermiş ve sancağını düşmanın sînesine saplamış bir muharip gibi, imanından kaynaklanan "anilmerkez" bir güçle bütün bu menfî (olumsuz) yönleri en rahat şekilde savarak ruhundaki cenneti yaşayabilir. Hatta bir ölçüde bu seviyeyi yakalamış olanların ruh ve his dünyaları, hayatın hazanında daha da güç ve derinlik kazanır.. düşünce ve hülyaları daha da kanatlanır; sanki maddiyat ve cismâniyetten sıyrılarak ışık ve buhar haline gelmiş gibi semavileşir ve sonsuzlukla daha da içli-dışlı olurlar.
Hayatın bu son demlerinde, en çok sevdiğimiz şeylerden ve sevdiğimiz kimselerden ayrılışların, ruhlarımızı sarsarak, gönüllerimizi kırarak bizler de fânilik hissi ve ümitsizlik uyarmasına, uyarıp his dünyamızı karanlıklara boğmasına karşılık, sinelerimizden çığlık çığlık yükselen öteler arzusunun; ruhlarımıza kök salmış, "ba'sü ba'de'l-mevt" akidesiyle buluşup birleştiği nokta, öyle müthiş bir güç ve ümit kaynağıdır ki; insanın içinden kopup gelen ve bütün bir gönlü söyleyen hiçbir şiir, hiçbir mûsikî, bu kadar içli, bu kadar derin ve bu kadar güzel olamaz.
Bunlar, insan ruhuna hitap eden mahrem birer lisan; ifadeleri de, bildiğimiz muayyen kelimelerden ses ve söz almaz. Cümleleri, ötelerden akıp gelen mânâlardan örülmüş bu dil, gerçek ruh insanlarının ve ledûnnî zevk erbabının anlayabilecekleri, malzemesi fizikötesi sesler ve sözlerden alınmış bir ilhâm dili ve bir melek lisanıdır.
Bu dil ve bu beyanın dalgaları arasında, yer yer gönüllerimizi bir ümit, bir sihir ve bir sevda sarar, gözlerimiz, ukbânın mavi, parlak ve başımızı döndüren güzellikleriyle dolar, derken kulaklarımızda, aşkın ve güzelliğin çınlayan mûsikileri duyulmaya başlar...
Sızıntı, Temmuz 1990, Cilt 12, Sayı 138
- tarihinde hazırlandı.