Mü'min ve Kâfir Kul
Allah'ın bir mü'min, bir de kâfir kulu vardır. Kâfir O'nu inkâr ediyor hem de âfâkî ve enfüsî onca delil ve burhanlara rağmen. Mü'min ise kâinat meşherini didik didik edip âdeta altını üstüne getiriyor ve O'nu anlamaya, duymaya çalışıyor. İşte bundan dolayı elbette yeryüzü, onu anlayan ve duyana ait olacak; onu anlamsız, çöplüğe atılacak bir cisim, bir nesne olarak görene değil. Zaten Allah (celle celâluhu), dünyayı salih kulları için yarattığını, onları yeryüzünün mirasçıları kıldığını, "Şurası muhakkak ki Biz, Tevrat'tan sonra Zebur'da da: "Dünyaya salih kullarım vâris olacak." diye yazmışızdır."[1] âyeti ile ifade etmektedir. O hâlde mü'min, dünyanın dört bir yanına yayılmalı ve ruhunun ilhamlarını boş gönüllere üflemeye çalışmalıdır. Ayrıca Allah (celle celâluhu), kâfirlerin, mü'minler üzerinde hâkimiyet kurmalarına fırsat vermeyeceğini beyan etmektedir ki,[2] bu da çok önemlidir.
Yalnız burada dilin hususiyetlerini de göz önünde tutarak bir hususa dikkat çekmek istiyorum: Âyette hem "kâfirler" kelimesinde, hem de "mü'minler" kelimesinde harf-i tarif vardır. Bunun anlamı; Allah (celle celâluhu), imanda mutlak kemale ermiş mü'minler üzerine kâfirlerin hâkimiyetine yol vermeyecek demektir. Aksi hâlde, onlar kâmil mânâda mü'min değilseler, kâfirler onların üzerinde hâkim olabilirler demektir. O hâlde herkes başının çaresine bakmalı, kat'iyen ferden ya da cemaaten başka milletlerin sultası altına girmemelidir.
[1] Enbiyâ sûresi, 21/105
[2] Bkz: Nisâ sûresi, 4/141
- tarihinde hazırlandı.