Taklit ve şuur
Taklit, her ne kadar iman ve imana müteallik hususlarda bir ölçü kabul edilse de, amel ve muamelâtta aynı şekilde düşünmek zordur. Çünkü amel, hele ibadetlere yansıyan şekliyle bütünüyle şuur demektir.. daha doğrusu öyle olmalıdır. Benim başımdan geçen bir hâdise var ki, bunu zaman zaman hatırladığımda kısmen güler, kısmen içine düştüğümüz şuursuzluktan dolayı ağlarım.
Bir hac esnasında, Kâbe’nin üst katlarında M. Ali Hoca’yla birlikte oturmuş metafta tavaf edenleri seyrediyorduk. Kâbe’nin, zemzem tarafında; Suudluların yaptıkları ahşaptan bir minber bulunuyordu ve üzeri de branda ile kapatılmıştı. Kapalı şeyler mehâbet arzettiğinden midir nedir, M. Ali Hoca’ya “Şimdi şeytan birini yoldan çıkarır da gelir minbere elini sürer ve arkadan gelenler de tıpkı Hacerü’l‑Es’ad’a olduğu gibi, onda da bir keramet vardır deyip, ellerini sürmezler mi?” demeye kalmamıştı ki oradan geçen birisi, elini ardından yüzünü minbere sürüvermez mi?. Ve arkadan gelenlerin çokları “Aslı‑faslı var mı?” demeden minbere ellerini, yüzlerini sürmeye başladılar. Şimdi güler misin, ağlar mısın? Demek ki insanların ibadet eksenli yanlışlıklara kayması daha çok olabiliyor.
Şimdilerde de bazılarını görüyorum, benim namazda bazen heyecanlarımı tutma gayretime rağmen tutamadığım anlarda yaptığım hareketleri yapıyorlar. Yani, ben içimdeki vesveseleri ve namazın huzuruna muhalif düşünceleri bir kenara atmak için gayriihtiyarî bazı hareketlerde bulunuyorsam takliden bazı arkadaşların da aynı hareketleri yaptıklarını görüyorum. Hâlbuki herkesin şeytanla mücadele şekli farklıdır. Namaz içinde bana gelen vesveseler sana gelmiyor olabilir! Dolayısıyla ben, namazdaki derinliğime göre, başımı değil kendime hâkim olamayıp yumruğumu bile sallayabilirim. Veya hayal hânemin genişliğine göre, şeytanın farklı taarruzlarına karşı farklı farklı şekillerde mücadele edebilirim.
Şimdi burada esas olan şudur: Biz, namazı “Beni nasıl namaz kılıyor görüyorsanız öylece kılın.”[1] buyuran Nebiler Serveri’nin vaz’ettiği ölçüler içinde kılmakla mükellefiz. Biz dini ve tüm dinî değerleri kendi orijini ile muhafaza etmeye mecburuz. Bu açıdan arkadaşlarımız çok dikkat etmelidirler. Aksi hâlde, Allah: “Nereden çıktı bu baş sallamalı namaz?” diye sorabilir ve Rabbin huzurunda hacaletten iki büklüm oluruz. Kaldı ki, nice vecd ve mevâcîd insanları var ki, namaz içinde bir pervane gibi dönebilirler. Evet, ben böylelerini gördüm. Namazda kendinden geçmiş, bir meczup Mevlevî gibi dönüyor. Şimdi o dönüyor diye biz de mi döneceğiz? Rica ederim, bu ve buna benzer şeyler iradî ve kastî olmadığında günah sayılmasa da, iradî olduğunda mutlaka mesul oluruz.
Sonuç olarak taklidin her çeşidinden olabildiğince sakınıp, tahkikin zirvelerine çıkma her zaman hayatımızda belirlediğimiz hedef nokta olmalı. Hele bu niyeti bir yapalım, peşinden azim ve kararlılıkla yola düşelim, bakalım “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.”
- tarihinde hazırlandı.