Anne-Baba Sorumluluğu
Herkes kendi sorumluluk alanının mes'ulüdür ve elinin altındakilerden sorumludur. Bakıp görme, görüp gözetme mevzuunda bütün başarılar onun hasenat hanesine, bütün olumsuzluklar da seyyiat hanesine yazılacaktır.
Nebiler Serveri (sallallahu aleyhi ve sellem) Buhârî ve Müslim'de yer alan bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyururlar: "Her birerleriniz râî ve hepiniz elinizin altındakinden sorumlusunuz: Devlet reisi bir râî ve elinin altındakilerden sorumludur. Her fert, ehl ü ıyâlinin râîsidir ve raiyetinden mes'uldür. Kadın beyinin hânesinin râîsi ve gözetiminde olan şeylerden sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının râîsi ve elinin altındakilerden mes'uldür. Her birerleriniz râî ve her birerleriniz râiyetinden sorumludur."[1]
Mevzu, çocukların birer emanet kabul edilmesiyle alâkalı olunca şu hadisin de konumuzla irtibatlı olduğu söylenebilir: 'Her doğan İslâm fıtratı üzere doğar. Sonra ebeveyni onu Hıristiyanlaştırır, Yahudileştirir veya Mecusileştirir.'[2]
Evet her doğan çocuk, her şey olmaya müsait temiz bir fıtratla doğar, doğar ve kabiliyetlerini inkişaf ettirmek üzere size teslim edilir; yani onları terbiye etme işi size bırakılır. Sonra o çocuklar anne-babasına tabi olarak ya Yahudi, ya Nasrani ya da Mecusi olurlar. Tabiî burada şu hususu ilâve etmek de mümkündür: Kimisi de anne-babaya veya içinde bulunduğu ortama göre mürted ve dinsiz olur. Öyleyse neslin yetişmesi hususunda, anne-babanın din ve diyaneti çok mühim olduğu gibi, terbiye mevzuunda da din ve diyanetin esas alınması o kadar önemlidir.
Şu bir gerçek ki, her şey olmaya müsait ve müstait dünyaya getirdiğimiz çocuklarımızı, kendi ruh ve mânâ köklerimize göre şekillendirmezsek ayrı bir kalıbın insanı olarak yetişmeleri kaçınılmazdır. Dolayısıyla da hiç farkına varmadan mürted babası olabilirsiniz. Öyle ise mevsiminde onlara mutlaka kendi ruhumuzun özünü, usâresini aşılayarak onların yabancılaşmalarını önlemeliyiz. Bağ ve bahçenizdeki ağaçlara aşı yapıyor, ilmin ve tekniğin gereklerine göre varlığa müdahale hakkımızı kullanarak daha iyi semere almaya çalışıyoruz. Odundan, taştan, ağaçtan, topraktan daha aşağı olmayan çocuklarımıza bu kadar olsun, kendi esaslarımız çerçevesinde ihtimam göstermemiz gerekmez mi? Onlar, alâkasızlığın bodurlaştırması ve bozma gayretlerinin azgınlaştırması gibi iki dezavantaja karşılık, ebeveynin vereceği iyi şeyler gibi tek avantaja sahip bulunuyorlar. Evet, olumlu müdahale olmazsa kokuşurlar, başkalarının elinde de fesada uğrarlar. Her iki hâlde de bize rağmen bir çizgi takip ederler. Hususiyle günümüzde anne-baba bütünüyle dünya işlerine daldıklarından evlâtlarını tamamen ihmal etmişlerdir. Hatta bu asır ölçüsünde çocukların ihmal edildiği ikinci bir asır göstermek mümkün değildir.
Yine İmamiye menşeli bir hadiste,[3] Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle ferman ediyor: "Ahir zamanda babalarından ötürü evlâtların vay hâline!" Bu söz üzerine sahabe şaşkınlık içinde sorar:
- Müşrik babalardan ötürü mü onlara kıyıldı da heder oldular?
- Hayır mümin babaları onlara kıydı.
- Nasıl oldu ya Rasûlallah?
- Babaları onlara ferâiz-i dini, yani dinin temel rükünlerini öğretmediler.
Bu hadis-i şerifi biraz tasarrufla şöyle açabiliriz:
Şu küçük dünya hayatı adına ferâiz-i din terk edildi. Sorumlular, din eğitim ve öğretimini bütün bütün ihmal edip sadece maddî hayatı nazara verip himmetlerini o noktada yoğunlaştırdılar. Küçük bir dünya menfaati uğrunda kalbî ve rûhî hayatlarını ihmal ettiler.
Kur'ân okutmak, onun ruhunu öğretmek, din ve diyaneti talim etmek vaktini alır diye, dinî bilgileri öğretmeyi önemsemediler.
Yukarıdaki hadisin mânâsı şu âyetle de tam bir uyum arz etmektedir.
"Yoo yoo siz ücreti ve lezzeti peşin olanı çok seviyor, ahiret (veya neticeyi) umursamıyor (görmezlikten geliyor)sunuz." (Kıyâme, 75/20)
Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) sözlerini şöyle devam ettiriyor: "Ben onlardan berîyim, onlar da benden berî olsunlar."
Yani, "Evlâdını ihmal eden, çocuğunun heder olup gitmesine göz yuman, dahası bir neslin mahvolması karşısında titremeyen anne-babalardan ben uzağım; onlar da benden uzak olsunlar." Ruhen ölmemiş bütün babalar zannediyorum bu sert uyarı ve tembih karşısında ürperir ve tir tir titrerler; titremelidirler de. Böyle önemli ve hayâtî bir sorumluluk kendisine anlatıldığında Halife Ömer bin Abdülaziz bayılıyor ve yirmi dört saat kendine gelemiyordu. Hatta vefat edecek diye oturup başında Kur'ân okuyorlardı. Kendine geldiğinde de hıçkırarak Allah'tan korktuğunu söylüyordu. Evet o, elinin altında bulunanların mes'uliyetini omuzlarında hissediyor ve hukuklarına tecavüz ettim endişesiyle sarsılıyordu.
Ya biz? Şu şahsî zevklerini esas alarak kurduğu yuvada vücutlarına sebebiyet verdiği yavruların ruh ve kalblerini ihmal eden anne-baba şeklindeki merhametsizler... Acaba, ne kadar ayılıp-bayılmalı ve ne kadar titremeliyiz!?
Gerçi bu mevzudaki bütün hadisler, tergib ve terhib nevinden olup; sevdiren ve ürküten prensipler türünden irâd buyurulmuştur. Biz de konuya bu açıdan yaklaşıyoruz. Ama bu mevzuda tabiî ki yapacağımız bir kısım şeyler de var; çocuklarımızı yetiştirme, şekillendirme konusunda İslâm'ın ve Kur'ân'ın bize yüklediği sorumluluklar var. Daha önce prensipler halinde sıraladığımız ve ileride açmayı düşündüğümüz hususlar ki, çocuklarımızın hisli, derin, ahlâklı ve dindar olmaları ve bizim de o hânede, aziz bir peder, azize bir valide olarak duyulup hissedilmemiz, kabul edilip saygı görmemiz; hatta her hâlimizle bir bilge gibi algılanmamız gibi sorumluluklarımız, oldukça önem arz etmektedir.
1) Çocuklar Arasında Adaleti Muhafaza Etme
Bu konuların başında da çocuklarımızdan birini diğerine tercih etmeme prensibi gelir. Evet, bu konudaki küçük bir kusur, bizi, çocuklarımız üzerinde tesirsiz hâle getirmeye yeter. Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) bu konudaki şu irşatları ne manidardır:
Numan ibn Beşir'in (ra) babası yani Hz. Beşir -baba da, evlât da Müslümandı ve Ashab-ı Bedir'dendi- geldi ve dedi ki:
- Ya Rasûlallah, başka çocuklarım da var; ama, Numan başka. Müsaade ederseniz servetimin şu kadarını Numan'a vermek istiyorum.
Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem);
-- Diğer çocuklarınıza da o kadar verdiniz mi, diye sordu. Beşir,
- Hayır, dedi.
Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) bu defa, umuma tevcih-i kelâm ederek şöyle buyurdular:
- Allah'tan korkun ve evlâtlarınıza karşı âdilane muamelede bulunun.
Sonra da Beşir'e dönerek:
- Sen, çocuklarının hepsinin sana aynı derecede hürmet etmelerini ister misin?
Beşir de:
- Evet isterim, deyince,
- O hâlde, böyle yapma.[4]
Yani sen de sadece bir evlâdını değil hepsini gözet. Sen onlardan birine teveccüh ve ihtimam göstersen, ona hediye verip atiyyede bulunsan bu defa diğerlerinin sana karşı birr (iyilik) duygusu azalır ve itimadı sarsılır.
Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), meseleye esaslı bir çözüm teklif ediyor ve muhtemel bir problemi temelden hallediyor. Evet, aynı hânedeki çocuklardan birinin diğerlerine tercihi, evvelâ diğer çocuklarda tercih edilen kardeşlerine karşı kıskançlık hissini uyarır ve kardeşleri birbirine karşı düşman hâline getirir. Bu meseleleri, psikolojinin dar prensiplerine dayanarak izah etmeye çalıştığımızı düşünmeyiniz. Biz burada, Kur'ân-ı Kerim'in ruhlarımıza duyurmak istediği gerçeklerin evrenselliği, insan tabiatına uygunluğu, makuliyeti, mantıkiyeti ve insaniliği üzerinde duruyoruz.
Bilindiği üzere Yusuf (as) rüyasında yıldızların, ayın ve güneşin kendisine secde ettiğini görmüştü. Bu sevinilecek ve iftihar edilebilecek durumu babasına açtığında, babası, "Evlâdım, bunu kardeşlerine anlatma!" (Yusuf, 12/5) demişti. Nübüvvet derinliğiyle insan tabiatını bilen bu büyük insan, böyle bir meselenin kardeşlerinde kıskançlık hissini uyaracağını hissetmiş ve böyle bir rüyayı anlatmanın, henüz tezkiye-yi nefse erememiş kimselerde kıskançlığa sebebiyet vereceğini düşünmüştü. Maalesef neticede endişe ettiği şeyler gerçekleşmiş, kardeşleri Yusuf (aleyhisselâm)'ı ölmek üzere bir kuyuya atmış ve bu olayla peygamber hânesinde bile çekememezliğin insanı ne hâle getireceğini ortaya koymuşlardı.
Evet, çocuklardan birini diğerlerine sevgi vb.. hususlarda tercih etme, kardeşlerde kıskançlık hissi uyaracağı ve hiç de farkına varılamayacağı şekilde baba ve annenin farklı muamelelerinden ötürü, şuuraltı bir nefret duygusu uyaracağı açıktır.
Bu mülâhazaları, sevgilerimizin-nefretlerimizin, dostluklarımızın-düşmanlıklarımızın sebep, saik ve şuuraltı kaynaklarıyla düşündüğümüzde daha iyi anlarız: Çok samimî ve sıkı fıkı olduğunuz bir arkadaşınız vardır. Ama, her nasılsa bir defasında size îsar hissi izhar edememiş ve bir noktada hodkâmlığıyla hiç de beklemediğiniz bir davranış sergilemiştir. Siz, isteyerek veya istemeyerek bunu hafızanızın bir tarafına yerleştirirsiniz. Hemen her hadise, insan dimağında bir iz bırakır geçer, sonra başka hadise ile hortlayıverir. İşte siz şuuraltınızda sessiz sessiz uyuyan o sevimsiz duyguları çağrıştıracak ve ateşleyecek bir hadise karşısında birdenbire hırçınlaşır ve şöyle dersiniz: 'Zaten ben sizin böyle olduğunuzu önceden anlamıştım.'
Şimdi bir de bu türden menfî olayların üst üste yığıldığını, birkaçının birden hortladığını düşününüz. Uzun bir maziden gelen bütün bu bulantıların hemen hepsini birden o insanın yüzüne vurur, sonra da nefsinizi müdafaa etmeye durursunuz. İşte çocuğun dimağına veya hafızasına ya da şuuraltına yerleşen düşünceleri depreştirecek, sizin çocuklar arasındaki herhangi bir olumsuz tavrınız, o çocuğu size karşı hırçınlaştıracak sonra da onun sizleri bütün bütün dinlememesini netice verecektir.
Aslında bu, konunun sadece bir yönünü teşkil etmektedir. Meseleyi çocuğun bütün hayatını içine alacak şekilde ele alacak olursak iş daha da karmaşıklaşır. Hele bir de siz her şeyi onun çocukluğuna verir de duygularının ileride nasıl bir hâl alacağını hesaba katmazsanız, bir gün hiç farkına varmadan kendi yanlışlarınızın altında ezilir gidersiniz. Çocuğun evde şahit olduğu hilâf-ı vâki davranışlar, sözler, mütenâkız hareketler -ki siz çocuğun bunları çoğu zaman anlamadığını düşünürsünüz- oysaki bunlar bir deftere kaydediliyor gibi onun hafızasının bir tarafına silinmeyecek şekilde kaydedilir. Zamanı geldiğinde de onlar bütünüyle birden ortaya çıkar. Bu bazen öyle bir çıkış olur ki aileyi, anne ve babayı da önüne katarak sürükler.
Binaenaleyh anne-baba olmak isteyen herkes, belli bir seviyede psikoloji, pedagoji ya da en azından Kur'ân'ın bu mevzudaki mücmel prensiplerini bilmeli ve ondan sonra yeni bir hayata 'bismillah' demelidirler.
Evlât, çocuk yetiştirme basit bir mesele değildir. Ben arıcılığa merak ettiğim bir devrede, gittim arıcılık kursu gördüm. Arılarla uğraşmanın bile ne kadar zor olduğunu müşahede ettim. Bunun gibi insan, mutlaka iyi nesiller yetiştirmenin yolunu öğrenmeli topluma iyi elemanlar kazandırmalıdır. A'lâ-yı illiyyînden esfel-i safilîne kadar gel-gitler yaşayan potansiyel büyük bir varlığın terbiye edilip insanlığa yükseltilmesinin ne denli önemli olduğunu hiç kimse unutmamalıdır.
2) Çocukları Ciddiye Alma
Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) çocuklar üzerinde çok ciddî dururdu. Çocuklar kendisini istikbal edince, o da bir büyük insan gibi onlara iltifatta bulunur; kimisini sırtına, kimisini kucağına alır ve müsavi muameleleriyle hemen hepsini hoşnut edecek bir tavır sergilerdi.
Bazen bir sokaktan geçerken, çocuklar oyun oynuyorsa, Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) onları büyük insan yerine koyar, onore eder ve onlara "Es-selâmu aleyküm" derdi; onlar da '"Ve aleyküm selâm ya Resulallah"[5] mukabelesinde bulunurlardı. Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) çocuklara oldukça fazla değer verirdi. Şayet bir çocuğa, "Sana filan zaman şunu vereceğim." diye söz vermişse, bir büyük insanla ahitleşmiş, sözleşmiş gibi, vadettiği vakitte mutlaka sözünü yerine getirirdi.
3) İtimat Duygusu Kazandırma
İnsanlık adına utandırıcı düşüncelerden biri de, 'Babana dahi itimat etmeyeceksin.' felsefesidir ve yanlıştır. Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem), hep 'itimat etmek' fikrini telkin eder ve çevresindeki çocuklar onunla alâkalı âdeta 'itimat' dışında hiçbir şey bilmezlerdi. O, herkesin, nazarında 'Emin' bir insandı; çocukların nazarında da... Elbette böyle fertlerin teşkil edeceği millet de emin olacaktı.
Ayrıca Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): "Allah, çocuğuna merhamet etmeyene merhamet etmez."[6] buyurur ve ümmetini kalb ve gönül insanı olmaya çağırırdı; 'Onları seviniz, onlara söz verdiğiniz zaman behemehal yerine getiriniz; onlar sizin sözlerinizle davranışlarınız arasında zıtlık görmesinler; çocuk böyle bir şeye şahit olmasın.' mealine bağlı tavsiyeleriyle, terbiyede en ideal noktalara işaret buyururdu.
Yine İmamiye menşe'li bir hadis-i şeriflerinde Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): 'Sizden biriniz çocuğuna bir şey vadederse behemehal onu yerine getirsin.' buyurur ki; bu, 'Çocuktur, yalan söylesem, aldatsam da bir şey olmaz' demenin ne kadar yanlış olduğunu tasrihtir.
Evet, her aldatma ve hilâf-ı vâki her beyan, birer tohum hâlinde onun kafasında, bugün olmasa da yarın birer zakkum ağacı gibi zuhur edecek ve sizin terbiye gayretlerinizi tesirsiz hâle getirecektir. Anne-baba her zaman müstakîm olmalıdır. Zaten sırat-ı müstakîm erbabı olan sizlerin her davranışından sadece doğruluğun dökülmesi de bir esastır.
Evet çocuklarınızın sizin hakkınızda 'yalan söyledi', 'ahdinden döndü', 'dünya malına tamah etti' vb. şeyler söylemesine veya düşünmesine kat'iyen meydan vermemelisiniz. Onlar sizi her zaman îsar (başkalarını kendine tercih) hasleti içinde, mutasaddık, mümin, müslim, sâbir, hâşî, iffetli görmeli ve tanımalıdırlar.
4) Terbiyede Tedricilik
Çocuk; bilmesi lazım gelen şeyleri bilmeli, bilmemesi gereken hususları da öğrenmemelidir. Kalbî, rûhî hayatı itibarıyla bilmesi gereken dinî, millî şeyleri bilmeli ve yaşına-başına göre faydalı bilgilerle meşbû bulunmalıdır. Bu konuyu ileriki bölümlerde daha etraflıca ele almayı düşünüyoruz.
Tıpkı dünyaya gelen çocuğun beslenmesinde, çocuk doktorlarına müracaat edip 'Şu haftanın, şu ayın gıdası nedir?' diye konuyu bir rejime bağladığımız gibi bu mevzuda da ehil kimselere müracaat ederek, 'Beş yaşında çocuğum var ne yapayım?'; 'On yaşında çocuğum var ne yapayım?'; 'On beş yaşında çocuğum var ne yapayım?' hâl arziyle uzmanların düşüncesi alınmalı ve her mevzu onların mütalâalarına bağlanmalıdır.
Evet her anne-baba ehline, mütehassısına giderek, reçete alıp çocuğunu o reçete ve kurallarla yetiştirmeye çalışmalıdır. Çocuğunuz lise seviyesine gelmişse, delilsiz, mesnetsiz 'Allah (cc) vardır.' demeniz, bazen Allah'ı (cc) inkâr etmesinden başka bir şeye yaramayabilir. Belki o noktada biraz da felsefe ile memzuç ilimle dinî bilgiler müşterek verilmelidir ki, tesir icra etsin. Ama, çocuğunuz daha ilk mektepte iken felsefe dersi vermeye kalkarsanız, onun kafasını bütün bütün bulandırmış olursunuz. Öyleyse bir hekim gibi çocuğun seviyesini, devrini, kültür muhitini bilerek ona göre bir şeyler verme mecburiyetindesiniz.
[1] Buhari, Cuma, 11; Cenaiz, 32; İstikraz, 20, Vasâyâ, 9; Itk, 17,19; Nikah, 81,90; Ahkam, 1; Müslim, İmâre, 20.
[2] Buhari, Cenâiz, 80; Tefsiru Sûre (30) 1; Kader, 3; Müslim, Kader, 22, 23, 24.
[3] Zeynü'l-Abidin'e atfedilen hadisler hususiyle Kütüb-ü Sitte'de bulunmadığından her defasında böyle bir açıklamada bulunmayı tenkitçilere karşı fayda mülâhaza etmekteyiz.
[4] Buhari, Hibe, 12-13; Nesâi, Nuhl, 1; Tirmizi, Ahkam, 30; İbni Mâce, Hibe, 1; Tayalisi, 1/280.
[5] Ebu Davud, Edeb 135, 136; İbni Mâce, Edeb 14; İbnu Ebi Şeybe, 5/61.
[6] Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, 8/155.
- tarihinde hazırlandı.