Aile Reisinin Vazifeleri
1) Çocuğun Doğumundan Önceki Tedbirler
a) Tohumun Temiz Olması
Tohumun temiz bir zemine bırakılması, sonra da bırakıldığı yerde gelişirken temiz bir hava ile havalandırılması, temiz şualarla şualandırılması, temiz su ile sulanması ve tımar edilmesi yetiştirilmek istenen neslin kaliteli yetişmesi bakımından çok önemlidir. Bu mülâhazayı teyid sadedinde Buhari ve Müslim'in, Rasûlü Ekrem'den (sallallahu aleyhi ve sellem) naklettikleri şu hadis başlı başına bir önem arz eder: "Şaki, daha anasının karnında talihsizdir; said, anasının karnında da talihlidir."[1]
Evet, çocuğun, daha anne karnında iken said ya da şaki olduğu hükmü ifade edileceği âna kadar her türlü tedbir alınmalıdır. Yavrunun sperm ve yumurta buluşması anından itibaren gıdası, annesinin davranışları; anne ve babanın daha önceki ve daha sonraki tavırları da onun şaki ve said yazılmasında önemli vesilelerdir.
Şurası çok iyi bilinmelidir ki, bizim irade ve davranışlarımız hesaba katılmadan hiçbir takdir söz konusu değildir. Bizim nasıl hareket edeceğimiz, nasıl adım atacağımız, bu adımların neleri tevlit edeceği Yüce Yaratıcı tarafından bilinmiş ve iradelerimiz de hesaba katılarak her şey ona göre programlanmıştır. Nice çocuklar vardır ki, neş'et ettikleri ortam ve müsebbipleri açısından dünyaya geldikleri andan itibaren talihsizdirler. Ancak, Allah'ın (cc) kendi lütfu ve atâsıyla onların hâlini saadete çevirmesi istisnâî bir durum teşkil eder.
Evet her şey daha tohumun atıldığı andan itibaren başlar. O yumurta iken şaki veya saidse, bundan haram bir lokmanın, anne-babanın fücûrunun tesiri küçümsenemez. Tohum besmelesiz atılmışsa, ondan hayırlı bir semerenin meydana gelmesi Allah'ın lütfuna kalmıştır. Eğri bir teşebbüsten doğru sonuç elde etmek muhal olmasa da çok zordur. Mümkün değildir demiyoruz; zira, Ebu Cehil'den dahi İkrime gibi birisi meydana geldiğine göre, yaşantısı çok menfi olan ailelerden bile bazen inançlı insanlar çıkabilir.
Ayrıca 'Sizi bir tek candan (Âdem'den) halkeden, ondan da yanında huzura eresiniz diye eşini (Havva'yı) yaratan O'dur. (Âdem) Eşi ile (birleşince) o hafif bir yük yükleniverdi (hamile kaldı). Onu bir müddet taşıyıp da hamileliği ağırlaşınca, Allah'a: Andolsun bize (salih) kusursuz bir çocuk verirsen, sana ziyadesiyle şükrederiz, diye dua ettiler.' (A'raf, 7/189) âyeti bir yandan doğum öncesi anne-babanın bir kısım arzu ve isteklerinin olabileceğini ortaya koyarken diğer yandan da onların Allah'a (cc) teveccüh edip salih evlât istemeleri gerektiğine irşad ediyor.
b) Lokmanın Helâl Olması
Anne-babanın vazifelerinden biri de kendi rızıklarına dikkat etmeleri gerektiği gibi çocuklarına da hoş, tayyib, helâl bir rızık yedirmeleridir. Bir Müslümanın aile efradına haram ya da şüpheli şey yedirmesi söz konusu ise, o kimsenin evlenmesinin haram ya da mekruh olduğunu —itiraz yanı açık— hatırlatmıştık. Evet bir kimsenin başkasına haram yedirmeye hakkı yoktur.
Bu itibarla, bakım ve görümüyle sorumlu bulunduğumuz çocuklarımıza ve diğer aile fertlerine hoş ve tayyib nesnelerden yedirme mecburiyetindeyiz. 'Umum-i belva' diyerek haram veya şüpheli şeyler yediremeyiz. Zaman değişse, asır başkalaşsa herkes gayr-i meşrû yollarda bulunsa da biz yediremeyiz. Aslında, yanlış yollarla elde ettiğimiz kazanç da, o kazançla beslenen çocuklarımız da, cehennem zakkumu gibi bir gün mutlaka bizim başımızı ağrıtır, belki de kan kusturur.
Daha önceki vazifelerimizi yapmış isek dünyaya gelen, her yeni misafirin belli ölçüde şekavetlere kapalı bir said (saadete namzet) olduğunu bekleyebiliriz. Ama, yediğimiz haram, içtiğimiz haram, giydiğimiz haram ve hayatımız haramlarla iç içe ise, çocuğun saadet ihtimalini yok etmişiz demektir.
Evet, haram yiyor, haram içiyor, haramla besleniyorsak, ruh dünyamızı şeytana açık tutuyor sayılırız. "Şeytan insanın damarlarında kanın hareketiyle hareket eder."[2] fehvasınca o, insanın kan damarlarında dolaşır. Alyuvarlarına, akyuvarlarına biner. Dolayısıyla nesle de nesebe de şerârelerini bulaştırır.
Bu açıdan ta baştan itibaren, çocuğun bakımı-görümü, yiyeceği, içeceği, giyeceği her şey dinin meşrû kıldığı daire içinde kalınarak yerine getirilmeli, haram yedirilmemeli, haram içirilmemeli ve haram giydirilmemelidir.
Hadislerde gördüğümüz kadarıyla, Allah'ın (cc) Kâbe'sini tavaf ederken, sırtında haramdan elde edilmiş elbise, içinde haram lokma bulunan bir insan, "Lebbeyk Allahümme lebbeyk" derken —ki bu cümle hac esnasında ve ihramda bulunulduğu müddetçe insanın söyleyeceği mukaddes kelimelerdendir— Allah (cc), ona "La lebbeyke ve la sa'deyk" diyecektir.[3] Bunu, "Lebbeyk de sa'deyk de senin olsun" şeklinde anlayabiliriz.
Onun için bir elbisenin ipliğinin bile haram ve şüpheli olmamasına dikkat etmeli, bilmeyerek olanından da Allah'a (cc) sığınmalıyız ve gönlümüz her zaman tir tir titremelidir. Kat'iyen bilmeliyiz ki, ektiğimiz her tohum ya zakkum olup başkalarını zehirleyecek ya da kökü yerin derinliklerinde, dalları semaları tutan mübarek bir ağaç gibi meyveleriyle, gölgesiyle, dallarıyla, yapraklarıyla insanlığa, hatta daha başkalarına nesiller boyu hizmet edecek; insanın mutluluğuna ve yeryüzünün imarına katkıda bulunacaktır.
2) Talim ve Terbiye
Allah Rasûlü'nün tavsiyeleri çerçevesinde, çocuğa, sevimli, mânâsı düzgün iyi bir isim koymak, anne-babanın ilk vazifelerinden biridir. Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) isim koymaya özel önem vermişlerdir, "Peygamberlerin isimleri ile isimleniniz. Ayrıca Aziz ve Yüce olan Allah nezdinde isimlerin en sevimlisi Abdullah ve Abdurrahman'dır. İsimlerin en doğrusu Hâris (kâr getiren, ahireti kazanan) ve Hümâm (himmetli, azimli)dir. En çirkini de Harp (sallallahu aleyhi ve sellemaş, şiddet) ve Mürre (cimrilik, acı) isimleridir."[4] buyurmuş ve aynı zamanda "Âsiye" (isyan eden) gibi sallallahu aleyhi ve sellemaş ve düşmanlık ifade eden isimleri iptal etmiş yerine "Cemile" (güzel) ismini koymuştur.[5]
Daha sonra süt emzirme ile ilgili hukukî prosedür ve ardından da sütten kesildiğinde çocuğun nafakasının temini ve terbiyesinin deruhde edilmesi meseleleri gelir.
Her yeni doğan çocuk temiz bir fıtrat üzere doğar.[6] Evet âdeta o, yazısız bir kağıt gibidir. Ona her şeyi siz yazacaksınız; ama Allah'ın hoşuna giden hususları yazacaksınız. Bunlar, meleğin değer verdiği, mahşerde geçerli olan, hesapta mizanın sağ kefesine konunca kıymet ifade eden nakışlar olacaktır. Allah'ın hoşnutluğu istikametinde ve peygamber çizgisinde nakışlar..
Anneye-babaya düşen, bu yazı ve nakışları mevsiminde, hem de silinmeyecek şekilde çocuklarının ruhuna yazıp nakşetmektir. Evet çocuk sahibi olan her anne ve baba, günlük hayatlarının bir bölümünü çocuklarının talim ve terbiyesine ayırma mecburiyetindedirler. Talim ve terbiyenin diğer mahfillerini daha sonraki bölümlerde ele alacağız.
Aile, talim ve terbiyede en birinci ocak, en birinci mektep, en birinci okuldur. Anne ve baba talim ve terbiye için ayırdıkları zamanı, evrâd u ezkârlarına ve diğer şahsî vazifelerine mutlaka tercih etmelidirler. Çocukların yetiştirilmesinde, Allah'ın öğretilmesi, onların yaşlarına ve kültür seviyelerine göre Allah'a iman fikrinin kalblerine yerleştirilmesi, anne-babanın maddî-mânevî füyuzat hislerinin önünde geldiği gibi pek çok şahsî vazifenin de önünde gelir. Bu itibarla siz, evinizde âsi-tâği ya da âsiye-tâğiye çocuklarınızı ihmal ederek Kâbe-yi Muazzama'yı ziyarete gitseniz, vazife size arkadan seslenecek ve 'Buradaki ciddî ve ehem vazifeyi bırakmış nereye gidiyorsunuz?' diyecektir.
Ayrıca babası çocuğa dinini diyanetini, okuyup yazmasını, Kur'ân okumasını, hatta biniciliği, yüzmeyi ve devrine göre atıcılığı da öğretmelidir. Beyindeki güç ve kuvveti sadece pazulara has-reden sporları değil, hayat ve sıhhat için faydalı ve yarınlarına mukaddime nevinden her biri kendi sahasında önem arz eden bütün sporları öğretecektir.
3) Terbiyede Sorumluluk Duygusu
İmamiye kaynaklı bir alıntıyı bu konuya serlevha yapmak istiyoruz. İmâm Zeynu'l-Abidin 'Risaletü'l-Hukuk'unda şu tavsiyelerde bulunuyor:
'Sa'yinin semeresi çocuğunun senden olduğunu, hayrının ve şerrinin de sana raci olacağını bileceksin.'
Hz. Peygamber Aleyhissalâtu Vesselâma vefatından bir süre önce vefat edeceği hissettirilmişti. Bunun üzerine O (sallallahu aleyhi ve sellem), bir gün sahabe topluluğuna, 'Kul, dünya ile ahiret arasında muhayyer bırakıldı da O, ahireti tercih etti.' deyivermişti.. bu işaretle anlatılmak isteneni hemen kavramış olan Hz. Ebu Bekir (ra): 'Anam, babam, sana feda olsun ya Rasûlallah!'[7] demiş ve ağlamıştı.. evet o, kulun Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) olduğunu anlamada gecikmemişti. Bundan başka Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem) Veda Haccı esnasındaki bir hutbesinde de yine: 'Yakında beni sizden soracaklar, tebliğ vazifemi yaptım mı, nasıl cevap vereceksiniz?' buyurmuşlardı; buyurmuşlardı, zira O, önemli bir vazife yapmıştı ama, bunu hakkıyla yapıp yapmamış olmanın endişesi içinde bulunuyordu. Böyle bir endişeye mahal olmadığını icraatı haykırıyordu; oradaki bütün gönüller de hep birden haykırdı, koca meydan onunla yankılandı ve her yanda: 'Sen vazifeni yaptın, risaletini tebliğ ettin, sorumluluğunu hakkıyla yerine getirdin.' itirafları duyuldu. O da parmağını yukarıya doğru kaldırdı ve üç kere: 'Allah'ım şahid ol, Allah'ım şahid ol, Allah'ım şahid ol!'[8] dedi.
O, ümmet dairesinde genişliği olan bir sorumluluğu derin bir endişe ile dile getiriyor ve ashabının, şehadetini alıyordu. Şimdi acaba bizler de, kendi sorumluluğumuz altında bulunan ve bakıp görmekle mükellef olduğumuz çocuklarımıza karşı; "yakında beni sizden soracaklar, nasıl cevap verirsiniz?" diyebilecek durumda mıyız? Ya da onlardan, 'vazifenizi yaptınız' cevabını alabileceğimizi ümit edebiliyor muyuz? Değilse vay hâlimize... Onun için büyük İmâm Zeynü'l-Abidin, 'Allah huzurunda sen, onlardan sorguya tabi tutulacaksın.' diyor, sonra da titreyerek, Cenâb-ı Hakk'a yönelerek:
'Allah'ım, çocuklarımın terbiyesi, te'dibi ve onlara iyilik yapmam hususunda bana yardımcı ol!' diyor. Zira bir insanın en mühim, en ciddî meselesi, aile efradını evc-i kemâlât-ı insaniyeye yükselterek onlara ebedî var olmanın hazlarını duyurmaktır.
Bazen çocuğumuza hediyeler alır ve onu sevindirmeye çalışırız. Hatta hacca gidip Kâbe veya Rasûlullah'ın (sallallahu aleyhi ve sellem) huzurunda bulunduğumuz zamanlarda dahi onları hep gönlümüzde duyarız. Mukaddes işler, en önemli hizmetler bile onları unutturamaz. Aslında çocuklarımızı en iyi hatırlama şekli, onlara âdâb-ı İslâmiye ve âdâb-ı Muhammedî'yi (sallallahu aleyhi ve sellem) vermek olmalıdır. Ahirette onların, ebedî sevinmesine vesile olan böyle bir armağan ölçüsünde başka bir hediye olmasa gerek. Yine İmamiye menşeli bir hadis-i şerifte Rasûlü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurur:
'Çocuklarınıza ikramda bulunun ve onları en güzel şekilde terbiye edin.'[9] Evet, Rasûlü Ekrem'in (sallallahu aleyhi ve sellem) yolunu ihya istikametinde bir terbiye, çocuğa sunulmuş en büyük armağandır.
4) Güzel Örnek Olma
Her mümin anne-baba, çocuklarını gayet tabiî olarak Kur'ân-ı Kerim'e göre çerçevelemeye ve resmetmeye çalıştığımız, o en ideal toplumun sıhhatli ve mükemmel bir parçası şeklinde yetiştirmeyi düşünürler. Ne var ki onların bu hisleri, pratik hayatlarına aksetmez ve namaz, hac, oruç, zekat.. gibi ibadetlerle derinleştirilmez ya da daha doğrusu, ağızlarıyla söyledikleri güzel sözler sonradan güzel davranışlarla pekiştirilmezse; pekiştirilip davranışları sözlerinden daha doğru görülmezse; söyledikleri sözlerin tesiri şöyle dursun, bazen aksü'l-amel yapması bile söz konusudur. Sözlerinin çocukların üzerinde nüfuzunu arzu eden bütün babalar ve anneler, söylemek istedikleri şeyleri evvelâ kendileri kemâl-i hassasiyetle yaşamalı, sonra onu başkalarından istemelidirler.
İmâm-ı A'zam'a atfedilen bir menkıbeyi, konumuza ışık tutması bakımından zikredip geçeceğim:
O dönemde bir çocuğa bal dokunuyordur; çocuğa onca 'yeme' tavsiyelerine rağmen, o yine bal yemeye devam eder. Derken bir gün elinden tutup Hz. İmâm'ın huzuruna getirir ve 'Bu çocuk bal yiyor; biz yememesini istememize rağmen o yemeye devam ediyor.' derler. Hz. İmâm: "Götürün, bu çocuğu 40 gün sonra bana getirin." der. Kırk gün sonra yeniden getirilir. İmâm çocuğu karşısına alır ve bal yememesini tavsiye eder. Çocuk kalkarken babasının elini öper ve 'Babacığım, bir daha bal yemeyeceğim.' der. Oradakiler: "Ya İmâm, ilk getirdiğimiz zaman niçin nasihat etmeyip de, bizi kırk gün beklettiniz?" diye sorduklarında, İmâm onlara şöyle cevap verir:
"Siz, çocuğu bana getirdiğiniz gün ben bal yemiştim. Eğer kendi yaptığım bir şeyden onu vazgeçirmeye çalışsaydım ihtimal nasihatim makes bulmayacaktı. Bu kırk gün içinde, ben onu vücudumdan atıp da öyle nasihat etmek istedim."
Doğru sözün yanında doğru hareket çok mühimdir. Çünkü çocuğun nazarında, davranışlarımızla sözlerimiz arasındaki tezat, onun bize olan güvenini sarsar. Hayatta, bir kez olsun yalanınızı ya da davranış ve söz çelişkinizi yakalayan çocuk, bunu zihninde taşıdığı sürece, siz onun nazarında güvenilmez biri olarak kalırsınız. İleride küçük bir hoşnutsuzluk hâsıl eden davranışınızda o husus, şuurüstüne çıkar ve siz evlâdınızın nazarında tiksinti duyulan biri gibi algılanırsınız. Dolayısıyla da sözleriniz onda hiç mi hiç makes bulmaz. Öyleyse, davranışlarımızı öyle ayarlamalıyız ki, onlar bizi evlerinin içinde baba, anne değil de birer melek farz etmeliler. Bizde ciddiyet, bizde vakar, bizde hassasiyet görmeli ve sonuna kadar bize güvenmelidirler. İşte duygu ve düşüncelerin böylesi bir yolla intikalini başaran anne ve babalar en başarılı muallim sayılırlar.
[1] Müslim, Kader, 3; İbni Mâce, Mukaddime, 7; Buhari, Kader, 1.[2] Buhari, Ahkam, 21; Bed'ül-Halk, 11; İ'tikaf, 11,12; Sünne, 17; Edeb, 81; İbni Mâce, Sıyam, 65.
[3] Heysemî, Mecmua'z-Zevâid, 3/210;10/292.
[4] Müsned, 4/345.
[5] Müslim, Âdâb, 14; Ebu Davud, Edeb, 66; Tirmizi; Edeb 62.
[6] Buhari, Cenaiz, 92; Ebu Davud, Sünnet, 17; Tirmizi, Kader, 5.
[7] Müslim, Fedâilu's-sahâbe, 1; Tirmizi, Menâkıb, 15.
[8] Buhari, Fiten, 8; Hac, 132; Müslim, Kaseme, 31.
[9] İbni Mâce, Edep 3.
- tarihinde hazırlandı.