Buhran ve gerilim
Dünyâ, bir baştan bir başa kasvetli bulutlarla sarıldı. Göz gözü görmeyecek kadar karanlık her taraf... her gün yeni bir buhran beliriyor ufkumuzda... her gün tâze bir mesaj alıyoruz kıyâmetten... Ümit ve düşüncelerimizin üstüne gelip gelip yıkılan korkulu rüyâlar ve kâbuslar, dünyamızı gulyâbâniler ülkesi hâline getirdi.
Ondokuzuncu asrın son çeyreğinde başlayıp günümüze kadar süregelen buhranlar zinciri, bilhassa en son halkasıyla, her şeyi, hattâ bütün mukaddes değerleri yutmaya hazırlanan korkunç bir girdap hâlini aldı. İyiyi kötüyle, müfsidi ıslahçıyla beraber yutacak korkunç bir girdap!.. Girdap, her şeyden evvel kendine dâyelik yapan suyu yutup onunla beslendiği gibi, bir asırdan beri devam edegelen buhran da evvelâ onu bağrında besleyen maddeciliği yutacaktır.
Evet, dünden bugüne bütün buhranlar, materyalizmin kucağında ve onun fideliğinde boy atıp gelişti. Ne gariptir ki; yıllar yılı bunu, bağırlarında 'bir gül-ü rânâ' gibi besleyip duranlar, bugüne kadar onu hep, sebeplerden tecrit ederek ele aldılar.Keşke, bütün bir tarih boyu ona meşcerelik hazırlayanlar, neticede böyle bir 'epidemi'yle karşı karşıya kalacaklarını önceden hissedebilselerdi!.. Heyhât! Gidip körü körüne içine gömüldükleri maddiyunluk gayyâsında, ilelebet kalmaya kararlı gibi bu sefil ruhlar, hâlâ irâdesiz, hâlâ hissiz ve hâlâ ümitsizce bir bekleyiş içindeler!
Evet, dün manâ ve ruhu 'metafizik' diyerek, sarıp sarmalayıp bir kenara iten bu banal görüşlü materyalistler, bugün de aynı bön tavır ve davranışlarıyla, birbirinin yılanı hâline getirdikleri milletlerin boğuşmaları karşısında, mukavemetsiz, panik içinde ve bitkindirler. Ne güvenip bel bağladıkları tâğutları, ne de huzur ve saâdetin tek vesîlesi saydıkları madde, onlara aradıklarını verememekte ve gönüllerini doyuramamaktadır. Bütün bunlardan sonra, inadına yine de 'madde'ye yahşi çekilecekse, gayri onların hesabına bize:
'Bozulmuştur düzelmez gelse de Mehdî;
Bu mülkün emr-i ıslahı Cenâb-ı Hakk'a kalmıştır'
Deyip beklemek gerekecektir. Ama, acaba milletlerin, ortada kol gezen bu kadar vebâ, bu kadar tâun karşısında, dayanma ve direnme gücünü kaybetmeden, varlıklarını sürdürebilmeleri mümkün olacak mıdır? Buna 'evet' demek oldukça zordur. Toplum, her gün bin başlı bir devle boğuşacak, her gün bin zararlı onun kaidelerini kemirip duracak; sokaklar haramiler tarafından tutulacak, yuva lâahlâkîlikle delik deşik edilecek, sonra da bu hâle getirilmiş bir yığından mukavemet beklenecek; olacak şey değildir bu!..
Ne var ki, yıllar yılı gururu kırılan, ırzı çiğnenen mağdur milletlerin, silkinip kendilerine gelmeleri, dirilip tarîhî yerlerini almaları ve ruhlarındaki indifalarla gürleyip bütün iblis ocaklarını söndürmeleri de ihtimâl dâhilindedir. Ve bize göre, mağdur milletlerin ve toplumların er geç yapacağı da budur. 'Zira beşer, esîr olmak istemediği gibi ecîr olmak da istememektedir.' Hele istismar edilmeyi, asla!.. Evet, bugün 'Devletler ve milletler muharebesi, tabakât-ı beşer muhârebesine terk-i mevki ediyor'sa, bunun altında sadece ve sadece, yüce varlık olan insanoğlunun, istismara karşı gerilimi vardır.
Asırlardan beri sağa sola çekilerek aldatılmak istenilen milletler, artık yabancı her düşünceye karşı fermuarını kapatarak, özünü koruma ve kendi benliğiyle kalma yolunda ciddî gerilim içindedir. Eşyanın tabiatına, ruh ve irâdenin kâidelerine dayanan ve ilhâmını da gönülde mihraklaşan, ötelere ait ışığın altında insan vicdanından alan, böyle bir gerilimi engellemeye kimsenin gücü yetmeyecektir.
Hele süper güçlerin birbirlerini gammazlayıp, karşılıklı birbirinin sırrını fâşetdikten ve yıllar yılı hep üzerine çullanıp durdukları 'orta kuşak' ülkelerinin ve bilhassa bu kuşağın pırlantası sayılan Türkiye'nin gözü açıldıktan sonra asla!..
Senelerden beri; düşüncede, tasavvurda, ahlâkta çeşit çeşit içtimâî erozyonlara maruz bırakılmış bu ülke, diğer memleketlere nispetle daha çok gadre uğramış olması; mâzîsi ve millî harsıyla, daha çok örselenmiş bulunması itibariyle, 'metafizik' gerilimin merkez üssü gibidir. Daha sonra, Türkistan, Özbekistan ve yakın kuşak ülkelerinden Mısır gelir. Bir asrı aşkın bir zamandan beri çeşitli zulüm, mağduriyet ve haksızlıklar altında sürekli inleyen bu kuşak, öylesine bilenmiştir ki; çok yakın bir gelecekte o, polatlaşan ruhuyla, kendine bu mezelletleri revâ görenlerin karşılarına dikilecek ve mutlaka onlarla hesaplaşacaktır. Elverir ki bu kuşağı elinde tutan milletler, husûsiyle onların talihli idarecileri iyi bir durum değerlendirmesi yaparak, vukûu muhakkak bir infilak ve indifanın enkâz ve külleri altında kalmasınlar...
Meydana gelmesi kat'î görünen böyle bir indifa geçen asrın getirdiği bütün bunalımların rağmına, iyi şeylerle neticeleneceği kanaatindeyiz. Denebilir ki beşer, yirminci asra, mide ve bağırsaklarının zebûnu olarak girmesine karşılık, önümüzdeki asra, kalbiyle, rûhuyla ve insanlığıyla girebilme hazırlığı içindedir.
Bu ise uzun bir fetretten sonra, bu mazlumlar ülkesinin yeniden dirilişi ve 'Rönesans'ı demektir. Kim bilir, belki o zaman, batmak üzere olan dünyanın diğer kesiminin elinden tutup kaldırma fırsatı doğar. Böyle bir fırsatın elde edilmesi çok mühimdir. Zira; bunca zaman, bu kuşağın insanına göz açtırmayan milletlere, yeniden bir civanmertlik dersi vermek, hem geleceğin dünyasına ayrı bir bakış zâviyesi kazandırma hem de felsefî tarihin yeniden ele alınması bakımından oldukça önemlidir.
Keşke o gün, dost vefalı, düşman da insaflı olabilse!..
Sızıntı, Şubat 1982, Cilt 4, Sayı 37
- tarihinde hazırlandı.