• Anasayfa
  • Kadir Gecesi - Fethullah Gülen Web Sitesi

“Biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik”

Biz Kur’ân’ı Kadir gecesinde indirdik

Soru: Kadir Sûresi’nde Kur’ân’ın Kadir gecesinde nâzil olduğu buyuruluyor. Fakat biz, Kur’ân’ın âyet âyet nâzil olduğunu biliyoruz. Bu konuyu izah eder misiniz?

Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerim’de Kadir gecesinin yüceliğini şu ifadelerle bildirir: “Biz Kur’ân’ı indirdik Kadir gecesi. Bilir misin nedir o Kadir gecesi? Bin aydan daha hayırlıdır Kadir gecesi! O gece Rabbilerinin izniyle Rûh ve melekler, hususî misyonlarıyla fevç fevç inerler... Artık o gece bir esenliktir ki süregider... Tâ tan yeri ağarıncaya kadar...” (Kadir sûresi, 97/1-5)

Kadir gecesi, atâyâ-i şâhâneden insanlara bol bol bahşişlerin verildiği bir gecedir. Tabir-i diğerle bu gece, Sultan-ı Ezel ve Ebed’in kendine inanan askerlerine ulûfe dağıttığı mübarek bir zaman dilimidir. Bu gecede, inanan insanların liyakatlerine bakılmadan o atmosfer içine giren hemen herkese Cenâb-ı Hak, idraki ve kâmet-i kıymeti nisbetinde bir şeyler lütfeder. Keza o gece Cenâb-ı Hak, mü’minlere Sultan-ı Kâinat olarak muamelede bulunur, mücrimlerin, gedâların, dilencilerin, muhtaçların ruh perişaniyetine ve mâhiyet bozukluklarına bakmaz, Kendi yüceliğine göre atâyâda bulunur.

Müfessirler bu gecede Cenâb-ı Hakk’ın lütuflarının ayrı bir coşkunluk içinde olması hakkında değişik esbap üzerinde durmuşlardır. Bunlardan biri şu şekildedir: Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem), ümmetinin ömrünün az olduğundan müteessir olmuş. Eski devirlerde insanlar, uzun yıllar yaşıyor ve o uzun ömürlerini ibadet ü taatle mamur kılıyorlardı. Hâlbuki ümmet-i Muhammed’in ömrü ortalama altmış-yetmiş sene civarındaydı ve dolayısıyla onların yapmış oldukları ibadetleri yapacak ölçüde bir ömür yaşayamıyorlardı. Peki öyleyse ümmet-i Muhammed, eskilerin sevapla doldurup mamur ettikleri o ibadet seviyesini nasıl yakalayacaklardı..?

İşte Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) bu teessürünü izale sadedinde Cibril-i Emîn gelmiş ve müjde mahiyetinde bu sûreyi getirmişti.[1] Bu, şu demekti; bir mü’min, bin aya bedel olan bu geceyi, hayatında bir kaç defa yaşarsa, geçmiş ümmetlerin ihraz ettiği o seviyeyi yakalamış olacaktı.

Burada akla şöyle bir soru gelebilir: “Niçin ümmet-i Muhammed’e has olarak böyle bir lütuf bahşedilmiştir?” Öyledir; zira ümmet-i Muhammed, hakâiki kavrama bakımından en müstesna mevkidedir. Nitekim bu ümmetin Peygamberi de en müstesna bir zirvededir. O’nun (sallallâhu aleyhi ve sellem) bir eli semada, diğer eli yerdedir. Gözünün biri Cenâb-ı Hakk’ı müşâhedede, diğeri ise ümmetini oraya çıkarma yolları araştırmaktadır. O, kâinat ağacının çekirdeği hem de meyvesi mahiyetinde olduğundan[2] bütün ağacın özünü, hulâsasını, mânâ ve mahiyetini, hikmet-i hilkatini mündemiç bulunduğundan, ümmet-i Muhammed de O’na lâyık olarak yaratılmıştır. “İmam nasılsa, cemaat de ona göredir.”fehvasınca Allah, cemaatine göre imam, imamına göre de cemaat yaratmıştır. Kadir gecesi bu ümmete, bu ümmetin peygamberiyle beraber tahsis edilmiştir ve bu, Allah’ın büyük bir fazl u ihsanıdır. Dolayısıyla Cenâb-ı Hak fazlından birine bir nimet bağışlarsa, kimsenin ona itiraz etmeye hakkı yoktur.

Bir diğer sebep de şu olabilir: Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyan, Kadir gecesinde nâzil olmuştur. Kur’ân, İsm-i Âzam’dan, yani Cenâb-ı Hakk’ın isimlerinin âzam mertebesinden, en kâmil bir cemaate gelmiş ve İsm-i Âzam’ın mazharı olan Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) vasıtasıyla tebliğ edilmiştir. Ayrıca Kur’ân, Cibril-i Emîn gibi ilâhî beyanın takdir ettiği büyük bir melek vasıtasıyla gelmiştir ki, o melek Cibril’dir ve o bir anlamda, meleklerin peygamberidir. Bu itibarla Kur’ân’ın dünya semasına nâzil olduğu veya Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) nâzil olmaya başladığı gece, ümmet-i Muhammed’in hayatında çok mühim bir gecedir. O bakımdan bu geceyi Cenâb-ı Hak, diğer gecelerin üstünde tutmuş ve bin aya denk saymıştır.

Soruda, “Kadir Sûresi’nde Kur’ân’ın Kadir gecesinde nâzil olduğu buyuruluyor. Fakat biz, Kur’ân’ın âyet âyet nâzil olduğunu biliyoruz.” deniliyor. Şimdi de isterseniz biraz bu sorunun cevabını heceleyelim: Tefsirciler, bu konudaki mütalâalarını beyan ederken, “Kur’ân, evvelâ sema-i dünyaya, daha sonra ise peyderpey Efendimiz’e indirildi.”[3] demektedirler. Bizim bu hakikate kanaat edip keyfiyeti araştırma tekellüfüne girmememiz icap eder. Ancak, bazı yorumcuların beyanı da kulak ardı edilmemelidir. Bu cümleden olarak, Allah, Kur’ân’ı evvelâ birden ve def’aten insanlarla çok alâkalı olan dünya semasına indirmiş, daha sonra da ihtiyaca göre Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) ceste ceste yirmi üç senede inzâl buyurmuştur. Bunun keyfiyetini araştırmamak ve bu kadarlık bir bilgiyle iktifa etmek bizim için yeterlidir zannediyorum.

Bununla beraber, belli ölçüde bu meselenin izahı da mümkündür. Kur’ân-ı Kerim, evvelâ Levh-i Mahfuz’da idi ki, Levh-i Mahfuz, bazılarına göre “taayyün-ü sâni”, bazılarına göre de “imam-ı mübîn” ünvanıyla ifade edilmiştir. Allah’ın ilmi, olmuşa, olacağa, mümkine, mümteniye, Zât’ına ve her şeye taalluk eder. Allah, gelecek zamanı son noktasına kadar –O’nun son noktası yoktur–, ebedlere kadar; geçmiş zamanı da son noktasına kadar, ezele kadar bilir. Her şey, Allah’ın ilminde bir nokta gibidir. Hiç kimse, Allah’ın geçmiş ve geleceğe ait şeyleri bildiği gibi, hâl-i hazırda olan bir şeyi bilemez. Nitekim, “Yarattığı mahlûkların önünde ardında ne var, hepsini bilir. Mahlûklar ise O’nun dilediğinden başka, ilminden hiçbir şeyi kavrayamazlar.” (Bakara sûresi, 2/255) âyet-i kerimesi bu hakikati ifade etmektedir. Binaenaleyh, –doğrusunu Allah (celle celâluhu) bilir– Levh-i Mahfuz, ilm-i ilâhide her şeyin değişmez şekliyle sabit aynlar hâlinde tesbit buyurulduğu bir yerdir. Kur’ân-ı Kerim’de, “O Levh-i Mahfuz’da idi.” (Bürûc sûresi, 85/21-22) ve “Allah’ın müsaade etmediği hiç kimse oraya muttali olamaz.” (Cin sûresi, 72/26) meâlleriyle hatırlatılır bu konu.

Ayrıca ikinci derecede her şey Levh-i Mahv u İsbat’a istinsahla intikal eder. Oraya ancak nazarı yükselen, kalb ve ruhun hayatına çıkan bir kısım kimseler muttali olabilirler. Levh-i Mahv u İsbat’ta, bir insanın veya bir milletin kaderiyle alâkalı bir kısım yazılan kitaplar vardır ki; bunlar, yazılır, silinir ve arkadan gelenler onların yerini alır. Bu, bir sinema şeridi gibi hep böyle döner durur.

İşte Kur’ân-ı Kerim, Levh-i Mahfuz’dan böyle bir yazılmayla intikal etmiştir. Bu yazılmada, ancak Allah’ın müsaade ettiği melek/melekler Kur’ân’a muttali olmuştur. Ayrıca, yukarıda da ifade edildiği gibi böyle yerlere ancak vicdanen ve kalben yükselebilenler muttali olabilir. Mesela, Varaka İbn Nevfel gibi, Hak’tan gelen bir esinti ile bir kısım hakikatleri ifade eden insanlar vardı ki bunlar, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) dünyaya şerefkudûm buyurunca, O’nun esintilerini hissetmiş, semanın yerdeki insanlarla yeniden münasebete geçeceğini vicdanlarında sezmeye başlamışlardır. Siyer ve tarih kitapları, o devirde Varaka İbn Nevfel gibi… kimseleri hanîf olarak kaydetmektedir.[4] Yine bu tür esintileri gönül dünyasında hissedenlerden birisi de Zeyd İbn Amr idi. Aşere-i mübeşşereden meşhur sahabî Saîd İbn Zeyd’in babası ve Hazreti Ömer’in de amcası olan bu zat da hanîflerdendi. Bu zat, putlardan yüz çevirmiş ve onların hiçbir fayda ve zarara muktedir olamayacaklarını haykırmış tâli’lilerden biriydi. Hatta o, etrafındakilere ölüm yatağında iken şu sözlerle seslenmişti: “Ben bir din biliyorum ki onun gelmesi çok yakındır; gölgesi başınızın üzerindedir. Fakat bilemiyorum ki ben o günlere yetişebilecek miyim? Ancak siz o din geldiği zaman, vakit fevt etmeden ona iman edin.”Sonra da derin bir inkisar içinde, “Ah Yüce Yaratıcı! Keşke Senin adını bir bilebilseydim, Seni tanıyabilseydim ve yüzümü yere koyup Sana karşı kulluk yapabilseydim!” deyivermişti.[5] Zeyd, bir esintiden müteessir olmuş ve vicdanı Hakk’a karşı tamamen uyanmış biriydi. O, bu sözleriyle bir olan Allah’a (celle celâluhu) inanıyor ve O’na teslimiyetini arz ediyordu.

Evet, örneklerde de görüldüğü gibi Allah’ın rahmetiyle uyanan temiz bir vicdan, Kur’ân’ın Levh-i Mahfuz’dan beşer âlemine intikal etmesini (öncesiyle-sonrasıyla) ruhunda duyabiliyordu. Çokları ondan sonra, hakikat adına keşfedecekleri her şeyi, Kur’ân’ın esintilerinden ilham olarak alıyor ve söylüyorlardı. Ne var ki, bu sözler beşerî kalıplar içine girdiğinde bazen bir kısım hatalara sebebiyet verebiliyordu. Ancak normal insanların düşünce, beyan ve ilhamlarından çok farklı ilâhilik gamzeden ve yine ilâhî bir esintinin ifadesi olan bütün ilhamlar, Kur’ân-ı Kerim’in sema-i dünyaya nâzil olmasından gelmektedir. Semadan insanlara gelen ilhamlar, bir çiçek bahçesine uğrayıp da, sonra esip insanın burnuna kadar gelen bir râiha gibidir. İnsan, o çiçek bahçesini görmez. Fakat esen rüzgârlarla, bilhassa bâd-ı sabâ ile, seherlerde esen tecellîlerle onun vicdanına, vicdanının burnuna bir kısım ilâhî kokuların geldiğini hissedebilir. Evet, her ne kadar gülü, çiçeği görmese de onu hisseder. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) geleceği âna yakın, o devrede bir kısım kimselerin, “Lât’ı, Uzzâ’yı, Menât’ı hatta her şeyi terk ettim. Aklı başında olan herkes de benim gibi yapar.”[6] sözü, o âlemden gelen esintilerle mülhem olmanın ifadesidir.

Onun için, “Biz, Kur’ân’ı Kadir gecesi indirdik.” âyetinden de bu mânâyı anlamak gerekir. Ruh-i revân-ı Muhammedî Aleyhisselam’a ilk mesajın gönderilmesi ve Kur’ân-ı Kerim’in nâzil olacağına dair ilk haberin Efendimiz’e o gecede intikal etmesi, “Biz, Kur’ân’ı Kadir gecesi indirdik.” âyetiyle anlatılmaktadır. Sonra da Kur’ân, beşerî ihtiyaçlara göre hazmedilsin, insanlar onu iyi anlasın diye ceste ceste yirmi üç senede indirilmiş ve insanlık, hazmedilmiş bir Kur’ân’la yeni bir ba’sü ba’de’l-mevt yaşamıştır.

Konunun hakikatini ancak Allah (celle celâluhu) bilir.

[1] Muvatta, sıyâm 28; İbn Abdilberr, et-Temhîd 24/373; es-Suyûtî, Tenvîru’l-havâlik 1/236
[2] Bediüzzaman, Sözler s. 325 (Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam, On Birinci Lem’a).
[3] el-Hâkim, el-Müstedrek 2/578; el-Beyhakî, es-Sünenü’l-kübrâ 4/306.
[4] Buhârî, menâkıb 24; en-Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ 5/54; el-Bezzâr, el-Müsned 4/165.
[5] İbn Sa’d, et-Tabakâtü’l-kübrâ 1/162; et-Taberî, Târîhu’l-ümem ve’l-mülûk 1/529.
[6] Yâkut el-Hamevî, Mu’cemü’l-büldân 4/116.

1974 Kadir Gecesi Vaazı

1974 Kadir Gecesi Vaazı

Bu sayfada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 2 Ekim 1974'de Edremit Alemizade Sırönü Camii'nde Kadir Gecesi münasebetiyle verdiği vaazı dinleyebilirsiniz...

    • Aylar içinde Ramazan ayının, günler içinde de Cuma gününün Müslümanlar için ne kadar ehemmiyetli olduğu
    • Kadir gecesi, Ramazan ayının kaçıncı gecesidir?
    • Kadir gecesi nasıl bir şuur ve idrak içinde ihya edilmelidir?
    • Mübarek gecelerde Cenâb-ı Hakk kullarına zâtıyla teveccüh eder, diğer gecelerde ise esmâ ve sıfatlarıyla teveccüh eder
    • Kadir gecesinde Cenâb-ı Hakk'ın rahmetiyle teveccühüne mukabil bizler de kulluğumuzla teveccühde bulunmalıyız
    • Peygamberimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kadir gecesini nasıl ihya etmiştir?
    • Kadir gecesinde Müslümanların Allah'a (cc) teveccüh keyfiyetleri nasıl olmalıdır?
    • Hz. Ömer'in (ra) gece-gündüz teb'asının arasında dolaşarak halkın nabzını ölçmesi ve onları gözetip kollaması
    • Hz. Ömer'in (ra) hançeri sinesinden yediği andaki duyguları
    • Bu geceyi günahlarımıza, hissiyatsızlığımıza, ölmüşlüğümüze kefaret olması için ağlayarak-inleyerek Mevlâmızın huzurunda geçirelim

1979 Kadir Gecesi Vaazı

1979 Kadir Gecesi Vaazı

  • Dua ve giriş
  • Günümüz insanına en mühim vazifesi; iyilikleri emretmek, kötülüklerden de sakındırmak...
  • Geleceğin mimarları ve Kur'an'ın onlara yüklediği misyon...
  • Vefatıyla arşı azamın titrediği sahâbî Sa'd İbni Mu'az'ın (r.a.) hayatından kesitler ve son demlerinde bu büyük Sahabî'nin dünyadan son arzusu...
  • İlk peygamber Hz. Âdem'den günümüze insanlığa verilen en kutsal vazife, ilâyı kelimetullah ve İslam ve Osmanlı tarihinden misallerle bu payeye ermek isteyenler...
  • Buhrandan buhrana sürüklenen, perişan ve sergerden milletlerin kurtuluşunun yolu; İlayı Kelimetullah...
  • Dergah-ı İlahiye eller kaldırılarak yapılan içten, samimi bir yakarış, bir arz-ı hal...

1989 Kadir Gecesi Vaazı

1989 Kadir Gecesi Vaazı

Bu sayfada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 2 Mayıs 1989'da İstanbul Fatih Camii'nde Kadir Gecesi münasebetiyle verdiği vaazı seyredeceksiniz...

  • Kadir Gecesi; Cenab-ı Allah’ın hakkımızda güzel takdirlerde bulunduğu bir gecedir. Bu sebeple inanan fertlerin her geceyi “Kadir Gecesi” bilip değerlendirmeye çalışmaları çok önemlidir.
  • Bir Müslüman’a düşen en önemli vazifelerden birisi; Cenab-ı Allah’ın kendisine lütfettiği nimetler karşısında vefa hissiyle dopdolu olup bu nimetlerin şükrünü eda etmeye çalışmaktır.
  • İnsan; ebedi saadeti elde etmek ve Allah’a kavuşabilmek için yaratılmıştır. Duyguları, istekleri ebed için yaratıldığından fani şeylerle tatmin olmaz. Bu sebeple devamlı ebedi olan şeyleri arar...
  • Hz. Nuh (a.s.) vefa hissiyle büyük hakikatlere, ebede talip olurken, diğer taraftan halkından eziyet görüyor ve kendisiyle “bu adam delidir” diyerek alay ediyorlardı.
  • Hz. Ebûbekir (r.a.) İslam’ın ilk yıllarındaki sıkıntıları Hz. Ali’ye (r.a.) anlatırken: “Dışarıya çıktığımız zaman içeriye girmeden, içeriye girdiğimiz zaman da dışarıya çıkmadan emin değildik.” İfadelerini kullanıyordu.
  • Nefsimizin istekleri, cismaniyetimizin baskıları karşısında dini hayatımızı yaşama, yaşadıklarımızı da başkalarına anlatmak çok önemlidir.
  • Çanakkale harbinin devam ettiği dönemlerde Türk insanına yardım etmek amacıyla Pakistan halkı büyük bir meydanda toplanır. Dr. Muhammed İkbal enfes bir konuşma yapar. Halk coşmuştur. Konuşmasının sonunda elindeki bardağı kaldırarak şöyle der: Yıllar var ki, İnsanlığın İftihar tablosuna bir hediye takdim edemedik. Ama günümüzde günahlarına ağlayan insanların gözyaşları herhalde en büyük hediye olacaktır
  • İnanan insanların vazifesi her dönemde aynıdır. Cenab-ı Hakkın adını yüceltme ve davasına sahip çıkmak
  • Hz. Nuh’un (a.s.) davasını sel aldığını görseniz, bir yelkenli ile onun imdadına koşmaz mısınız?
  • Hz. İbrahim’in (a.s.) mancınığa yerleştirildiğini görseniz, o mancınığı durdurmayı düşünmez misiniz?
  • Hz. Musa’nın (a.s.) sıkıştığı bir anda, elinizde imkân olsa Firavunlara karşı koymayı düşünmez misiniz?
  • Hz. Mesih’in (a.s.) bir şaki gibi evi dört bir yandan sarıldığı an onu kurtarmak size düşse, havarilerinden daha ileri onu kurtarmayı düşünmez miydiniz?
  • İffet abideli Validemiz Hz. Aişe’ye (r. anha) atılan iftirayı silme adına, sizi bir meclise çağırsalar, oraya koşarak gitmeyi düşünmez misiniz? Şeklinde sorular yöneltilerek inançlı insanların her dönemde yardıma hazır oldukları vurgulanıyor.
  • Ebû Akîl (r.a.), ücretli olarak çalışan ve kazandığını Allah Resülü’ne (s.a.s.) getirip bunun Allah yolunda kullanılmasını isteyen vefa hisleriyle dopdolu bir sahabidir
  • Ebû Akîl (r.a.), Yemâme savaşına katılır. Savaş esnasında yaralanır ve tedavi için bir çadıra alınır. İslam saflarında yer yer çatlamalar baş gösterir. Bu esnada Ma’n b. Adiyy (r.a.) ensâra seslenmektedir. O esnada ölümü beklenen Ebû Akîl birden yerinden fırlar ve
  • Cenab-ı Allah dünyada bizlere verdiği şeyleri, ahirette vereceği şeyler karşılığında bizden satın almak istiyor. Konuyla alakalı olarak Allah (c.c.), karşılık olarak cenneti verip müminlerden canlarını ve mallarını satın almıştır ” (Tövbe suresi 9/111) ayet-i kerimesi zikrediliyor.
  • Ömer b. Abdülaziz’in halifeliği döneminde bir şahıs kendisini ziyaret eder ve dedesi Habbas İbn Kays’ın Yermuk savaşındaki kahramanlıklarını şöyle anlatır
  • Ey Rabbimiz!
  • Bizi hidayete erdirdiğin gibi bu hidayeti kemale erdirmeye de bizleri muvaffak eyle!
  • Kalplerimizi imanla payidar eylediğin gibi, imanlarımızı da ikmal eyle!
  • Peygamber Efendimize (s.a.s.) salat ve selamlarımızı ulaştır!
  • Asırlar boyunca Senin adını, Peygamberinin (s.a.s.) adını bayraklaştıran bu devleti başkalarına işgal ettirme!
  • Senden başkasının karşısında eğilmeyen bellerimizi başkaları karşısında iki büklüm etme, secde etmeyen başlarımızı yerlere sürdürme!
  • Kadınıyla, erkeğiyle hakikati dinlemeye koşmuş bu cemaati hakikate ulaştır!

1990 Kadir Gecesi Vaazı

1990 Kadir Gecesi Vaazı

Bu sayfada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 22 Nisan 1990'da İzmir Hisar Camii'nde Kadir Gecesi münasebetiyle verdiği vaazı seyredeceksiniz...

  • Ramazan ayının ve bilhassa Kadir gecesinin ibadetle değerlendirilmesi...
  • Kadir sûresinin tefsiri...
  • Yeryüzü, ruhun dinamikleriyle donatılmış yeni bir nesil beklemektedir...
  • Resûlullah'a (sallallâhu aleyhi ve sellem) vefalı olup sadâkatla sahip çıkanlar...
  • Resûlullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) Allah'a (cc) sadâkatı...
  • Cihanın kapıları kılıç kullananlara değil, emin insanlara açılır...
  • Osmanlılar büyük bir coğrafyada asırlarca emniyeti temin etmişlerdir...
  • Şecaat ve cesaretin kaynağı imandır...
  • Resulullah'ın (sallallâhu aleyhi ve sellem) sarsılmaz cesareti

Kadir Gecesi

Ramazan ayının hususiyetlerinden birisi de içinde yer alan Kadir gecesidir. Bu geceye isim olan “kadir”, Türkçemizde kullandığımız “kadir” kelimesinden farklı değildir, kökeni de sigası da aynıdır. Yani bu gecede bir kadirşinaslık ruh ve mânâsı yer alır. Sanki bize, “O gecenin kadrini bilin ki kadriniz bilinsin!” denmektedir. Kadir gecesinin en önemli özelliği, insanlara ve cinlere iki cihan saadeti bahşeden, kâinat kitabının ezelî bir tercümesi olan yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerim’in ilk olarak bu gecede dünya semasına nazil olmasıdır. Allah (celle celâluhu), Kadir sûresinde şöyle buyurur:

اِنَّٓا اَنْـزَلْنَاهُ ف۪ى لَيْلَةِ الْقَدْرِۚ ۝ وَمَٓا اَدْرٰيكَ مَا لَيْلَةُ الْقَدْرِۜ ۝ لَيْلَةُ الْقَدْرِ خَيْرٌ مِنْ اَلْفِ شَهْرٍۜ ۝ تَـنَـزَّلُ الْمَلٰٓئِكَةُ وَالرُّوحُ ف۪يهَا بِاِذْنِ رَبِّهِمْۚ مِنْ كُلِّ اَمْرٍۙۛ ۝ سَلَامٌ۠ۛ هِىَ حَتّٰى مَطْلَعِ الْفَجْرِ

“Biz Kur’ân’ı Kadir gecesi indirdik. Bilir misin nedir Kadir gecesi? Bin aydan daha hayırlıdır Kadir gecesi! O gece Rab’lerinin izniyle Ruh ve melekler her türlü iş için iner de iner. Artık o gece bir esenliktir gider, tan yeri ağarıncaya kadar.”[1]

Kadir Gecesi

Soru: Kadir Gecesi, ismini nereden alır?

Bu gecede kaderin bir çeşit istinsahı yapıldığı anlaşılıyor. Yani İmam-ı Mübin’den, Kitab‑ı Mübin’e istinsahı. Nazarı oraya ulaşanlar, kaderin bu kısmına da muttali olabilirler. Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Miraç’ta seslerini duyduğu kalemler de bunlar olsa gerek...[1]

Meselenin diğer bir yüzü de, Kadir Gecesi “kadr”den gelir. Yani o gece bir kadirşinaslık ruh ve mânâsı nümâyândır. Öyle ise o gecenin kadrini bilin ki, kadriniz bilinsin. Ayrıca Allah’ın (celle celâluhu) fevkalâdeden atâsının verildiği şeyler de olabilir bu gecede. Tıpkı ulûfe gibi...

Bu gecenin bin aydan hayırlı olmasına gelince, bu, kesretten kinayedir ve herkes için de söz konusu değildir, belki her geceyi “Kadir” bilenler içindir. Evet, sanki o, her geceyi ihya etmiş de, bu gecede bardağı taşıran rahmet damlayıvermiş... Derken kul, damla ile deryaya ermiş...

Gizli olmasında da ayrı bir sır vardır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu önce biliyordu, sonra unutturuldu.[2] Ta ki, ihya edilsin. Sadece bu geceyi ihya eden de belki hissement olabilir ama, her geceyi Kadir bilip ihya edenin nasibdar olacağında şüphe yoktur.

[1] Bkz.: Buhârî, salât 1, enbiyâ 5; Müslim, îmân 263.
[2] Bkz.: Buhârî, fazlu leyleti’l-kadr 2; Müslim, sıyâm 213.

Kadir Gecesi

Kur'an-ı Kerim'in 97. suresi olan Kadir Suresi'nde Cenab-ı Hak, Kadir Gecesi'nin kıymet ve fazileti anlatılmaktadır. Bu dosyada Fethullah Gülen Hocaefendi'nin eserlerinde geçen Kadir Gecesi ile alâkalı yazıları okuyacaksınız.

Kur'an-ı Kerim'in 97. suresi olan Kadir Suresi'nde Cenab-ı Hak, bu mübarek gecenin kıymet ve faziletini şöyle beyan buyurmaktadır:

"Biz onu (Kur'an'ı) Kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir Gecesi bin aydan hayırlıdır. O gecede, Rablerinin izniyle melekler ve Ruh (Cebrail), her iş için iner dururlar. O gece, esenlik doludur. Tâ fecrin doğuşuna kadar."

Resul-i Ekrem (sallallâhu aleyhi ve sellem) Efendimiz buyuruyor:

"Kim Kadir Gecesi'nde inanarak, ihlas ile o geceyi ibadetle geçirirse, geçmiş günahları bağışlanır."

"Kadir Gecesi yatsı namazında cemaatte hazır bulunan, ondan nasibini almıştır."

Hazreti Aişe validemiz (ra) şöyle diyor:

- Dedim ki: Ya Resullullah, Kadir Gecesi'ni bilirsem onda ne şekilde dua edeyim? Şöyle buyurdu:

- Allahümme inneke afüvvün kerîmün tuhibbül afve fa'fü annî. (Allah'ım sen affedicisin, affı seversin, beni affeyle.)

Bin aydan hayırlı bir gece

Bu gecede kaderin bir çeşit istinsahı yapıldığı anlaşılıyor. Yani İmam-ı Mübîn'den, Kitâb-ı Mübîn'e istinsahı. Nazarı oraya ulaşanlar, kaderin bu kısmına da muttali olabilirler. Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mi'raç'ta seslerini duyduğu kalemler de bunlar olsa gerek...

Meselenin diğer bir yüzü de, Kadir Gecesi "kadr"den gelir. Yani o gece bir kadirşinaslık rûh ve manası nümayandır. Öyle ise o gecenin kadrini bilin ki, kadriniz bilinsin. Ayrıca Allah'ın (cc) fevkalâdeden atâsının verildiği şeyler de olabilir bu gecede. Tıpkı ulûfe gibi...

Bu gece, bin aydan hayırlı olmasına gelince bu kesretten kinayedir ve herkes için de söz konusu değildir. Belki her geceyi Kadir bilenler içindir. Evet sanki o, her geceyi ihyâ etmiş de, bu gecede bardağı taşıran rahmet damlayıvermiş... Derken kul, damla ile deryaya ermiş... Gizli olmasında da ayrı bir sır vardır. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onu önce biliyordu, sonra unutturuldu. Ta ki, ihyâ edilsin. Sadece bu geceyi ihyâ eden de belki hissemend olabilir ama her geceyi Kadir bilip ihyâ edenin nasipdar olacağından şüphe yoktur. (Fasıldan Fasıla-1)

Kadir Gecesi her gecede aranmalı

Mü'min, her geceyi, her günü, Cenâb-ı Hakk'ın maiyetine ermiş bir ihsan şuuruyla çok iyi değerlendirmeli. Aslında mübarek günler ve geceler de bu tür insanlar için bir şey ifade eder. Yoksa tembel tembel yatıp birkaç gece kalkıp sadece onları değerlendirmek çok fazla bir şey ifade etmese gerek. Çünkü ne Efendimiz ve ashab ne İmam Azam, sadece bir geceye hasredilen ihyayı bir şey saymamışlardır. Kadir Gecesi'nin belli olmamasının hikmeti de bence burada aranmalı. (Fikir Atlası)

Seksen sene yaşamış gibi sevap kazanılan gece

Bilindiği gibi bazı mübarek ay, gün ve gecelere ait bir kısım faziletlerden bahsedilmiştir. Meselâ Kur'an'ın ifadesiyle, Kadir Gecesini ihyâ eden bir insan, bin ayı ihyâ etmiş gibi sevap alır. Yine Efendimiz'in (sallallâhu aleyhi ve sellem) ifadesiyle, vatanı korumak gayesiyle bir saat nöbet tutan insan, bir sene ibadet yapmış gibi sevap kazanır; keza bir saat tefekkür eden insan, bir sene ibadet yapmış gibi olur. Demek bu türlü az ve dar bir zaman dilimi içinde, yine hayatî önem taşıyan bir mekânda bir insanın yapacağı bazı hususî, cüz'î, zıllî şeyler, cüz'iyetten çıkıp külliyet kesbediyor, zılliyetten çıkıp asliyete inkılâp ediyor ve Cenâb-ı Hakk'ın katında aslı eda edilmiş gibi kabul ediliyor.

İmam Rabbanî Hazretlerinin Ramazan'la ilgili değerlendirmesine gelince; en başta meselenin teşvik yanı söz konusudur. Yani bir insan, Ramazan-ı şerifi, gecelerini kıyamla, gündüzlerini de oruçla geçirirse, Kadir Gecesi'nde vaad edilen ilâhî lütuflar onun için bahis mevzuu olabilir. Dolayısıyla bütün bir seneyi câmî bir mü'min olarak geçirmiş olur ve böyle bir insanın sakatatı da olmaz. Bu da, o insan için bir salih (doğurgan) dairenin teşekkül etmesi demektir ki, böyle bir durumda her hayır, başka bir hayrı doğurur ve derken o insan için bir hayırlar dairesi teşekkül eder.

Evet, bir insan gecesiyle gündüzüyle bir Ramazan-ı şerifi ihyâ etmekle, bütün sene hayırlara açık olabilir ve hep hayır yollarında dolaşabilir. Tabiî böyle potansiyel bir lütf-i ilâhî herkes için söz konusudur. Ramazan-ı şerifi tastamam ihyâ eden bir insan için Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem): "İnanarak ve aynı zamanda sevabını da Allah'tan bekleyerek tutarsa, işlediği bütün günahları Allah (celle celâluhu) affeder." buyurur. Demek bu türlü mübarek ibadetlerde insanın niyeti, hulûsu, yakîn mülâhazası çok önemli ki, bunların derinliğine göre Allah (celle celâluhu) bazen bire on, bazen yüz ve bazen de milyon veriyor. Tabiî böyle bir sevap katlaması, o insanın ömrünün senelerini aşar.

Bunu küçük bir misalle anlatmak gerekirse, diyelim ki Ramazan-ı şerifte Kadir Gecesi'ni yakaladınız. Bu, bin ay hesabına göre seksen sene yapar. Buna göre, o insan sanki seksen sene yaşamış gibi sevap kazanır; başka bir ifadeyle, bin ay namaz kılmış, bin ay oruç tutmuş gibi olur. Bu ise, bir insanın ömrünü aşkın bir şeydir; zira ümmet-i Muhammed'in en uzun yaşayanları bile seksen yaşını biraz aşkın yaşamışlardır/yaşıyorlar. Yine bu öyle bin ay ve öyle seksen sene ki, içinde riya yok, süm'a yok.. meselâ siz namaz kılar, rükua gidersiniz ama içinizden, "Çevredeki insanlar da gördü ki iyi bir rüku çıkardım." diye geçirseniz; yine secdeye gider, Cenâb-ı Hakk'ın Efendimiz'in secdesini tarif ederken "Secde edenler arasında kıvrım kıvrım halini Allah görüyor.." (Şuarâ sûresi, 26/19) ifadesinde olduğu gibi, kıvrım kıvrım bir secde eda edersiniz ama aklınızın köşesinden, "Nasıl secde edilirmiş insanlar bir görsün." diye geçirseniz, sizin bu düşünceniz o secdeyi de, rükuu da ve onların önündeki şeyleri de alır götürür. Sadece yatıp kalkmanız ve bir de yorgunluğunuz yanınıza kâr kalır. Ama Kadir Gecesi'nde kazandığınız şey, öyle bir netice verir ki, gecenin bir ânında ve kimsenin olmadığı bir ortamda yaptığınız ibadet ü taati riya, süm'a fırtınaları alıp götürmez. Yine onun içinde başka günahlar da yoktur; meselâ harama bakmamış, yalan söylememiş, din-i mübin-i İslâm'ın esaslarına aykırı hareket etmemişsinizdir.

Bir ehl-i tahkikten bu geceyle ilgili şöyle bir değerlendirme duymuştum; bu zat derdi ki, meselâ birinin malını yemişsiniz, birine sövmüşsünüz ya da birinin gıybetini etmiş, çekiştirmişsiniz. Bütün bunların karşılığını ötede sizin sevabınızdan alır, ona verirler. Ancak bu verilecek şeyler, sizin yaptığınız şeylerden verilir; fazlî olan, yani Allah'ın (celle celâluhu) size fazlından verdiği şeylerden verilmez. O hâlde, eğer Cenâb-ı Hak bir gecede size seksen senelik bir ecir vermişse, seksen bin adama borcunuz da olsa, eğer sizin sadece o geceniz varsa, o geceniz alınıp onlara taksim edilir ama Allah'ın fazlî surette size verdiği şey, seksen seneye muâdil olarak bitevî size kalır...

İşte Ramazan ayı, böylesine hayırlara, hasenata açık ve aynı zamanda önemli hayırlar doğuran bir aydır. Ancak hususiyle Kur'ân hizmetkârlarının Ramazan'ı da, başka zamanları da ayrı bir önem arz etmektedir. Çünkü günümüzde hiç kimsenin yapamayacağı her mevsime ait işleri, Allah (celle celâluhu) bu hizmet insanlarına yaptırıyor. Böylece onlar sadece Ramazan ayını değil, âdeta bütün ömürlerini mücahede ruhu ile bir dantelâ gibi örüyorlar. İşte bu durum, İmam Rabbanî Hazretleri'nin dediği, münhasıran bir Ramazan'ı ihyâ etmeyi, onu değerlendirmeyi ve Ramazan'ın değerlendirilmesiyle çok engin, çok geniş hayırlara açılma işini çok çok aşar. Çünkü bu insanlar, göz doldurucu ve çok çalımlı işler yapıyor ve belki şu anda gerçek değeriyle değerlendiremeyeceğimiz şekilde bir tarih yazıyorlar. Bu açıdan da eğer bir Ramazan ayı ihlâslı bir insana seksen senelik ömür kazandırıyorsa, her hâlde onlarınkini hesap etmek mümkün olmayacaktır. (Kendi İklimimiz)

Meleklerin kutladığı gece

Kadir Gecesi, semavî tâkların kurulduğu, sultanların gelip geçtiği ve meleklerin kutladığı gecedir. Bu gecede melekler ceste ceste inerler. Kadir sûresinde bu iniş anlatılırken, zorluk ifade eden bir fiil sigası (kip) kullanılır: "Tenezzelü" yani o kadar çok melek, o kadar ciddi bir arzu ile iner ki, hep birlikte bir turnikeden geçiyorlarmış gibi bir sıkışıklık ve zorluk yaşanır. Ve bu iniş şafak atıncaya kadar devam eder.

Ayrıca Kadir; değer, kıymet ve ölçü mânâlarına da gelir. Bu kelimenin kudretle de münasebeti vardır. Allah, nasıl ahirette hikmetinden daha çok kudretiyle muamele eder; öyle de Kadir Gecesi'nde de hikmetten daha çok kudret hakimdir. O gecenin kadrini bilenlere İlâhî varidat dolu dolu gelir; hem de ahirette müminlere mükâfat verilmesi ölçüsünde gelir. Bunları elde etmek için, Kadr'in kıymetini bilmek, semâvî vericilerden yağan vâridâtı alabilmek için Kadir Gecesi'ni bir alıcı gibi kullanabilmeye bağlıdır. Bu gecede, insan melekî yanının inkişafıyla, meleklerle şu veya bu şekilde temasa da geçebilir. (Fasıldan Fasıla-3)

Gizli hazineler bu gecede

Ucuzcuların bir şey elde edeceklerine hiç bir zaman inanmadım/inanmıyorum. Mesela, ucuzcuların Kadir gecesinden tam olarak istifade edeceğine inanmıyorum. Onlar, bütün bir sene beklesinler; sadece Ramazan-ı Şerif'in yirmiyedinci gecesini ihya etsinler ve böylece Cenâb-ı Hakk'ın Kadir gecesini layık-ı vechiyle değerlendiren insanlara lutfettiği eltâfı İlâhiyeye mazhar olsunlar. Olacak şey değildir bu. Onun için Ebu Hanîfe, -ki kanaat-i acizâneme göre, Hakîkat-ı Ahmediye'yi en iyi temsil eden insan odur- diyor ki, "Kadir gecesi sadece belli gecelerde değil, senenin üçyüz altmış küsur günü içindeki her bir gecede aranmalıdır. Siz üçyüz altmış küsur geceyi kemâl-i hassasiyetle ihya ederseniz, Allah Teâlâ da o samimi yüreğinize iltifatlarda bulunur."

Fahr-i Kâinât Efendimiz, Kadir gecesinin vaktini biliyordu. Fakat bir gün "Kadir gecesinin hangi gün olduğunu söyleyecektim; dışarıya çıktım, baktım ki iki insan birbiri ile münakaşa ediyor. Onlarla meşgul olurken Kadir gecesi bana unutturuldu." buyurmuştu; buyurmuş ve bu sözüyle hem müminler arasındaki en ufak bir ihtilaf ve kavganın kendisini nasıl derinden yaraladığını ve hem de Kadir gecesinin gizli kalmasında bir hikmet-i ilahiye bulunduğunu işaret etmişti. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) döneminde Kadir gecesi, Ramazan ayının yirmi yedinci gecesine rastlamıştı ve daha sonra da Rasûl-ü Ekrem aleyhisselam onu Ramazan-ı Şerif'in son on gününde, tek gecelerde aramayı tavsiye buyurmuştu.

"Her geceyi Kadir, her kişiyi Hızır bil." vecizesi de kısa; ama pek şümullü bir sözdür. Evet, Hızır (as) da insanlar arasında gizlidir. O, Yasir midir, Mustafa mıdır, Abdürrahîm midir, Gültekin midir, bilemezsiniz. Fakat siz herkese saygılı olur, her muhtaca yardım eder, herkesin elinden tutar, bütün insanlara sadrınızı-sinenizi açarsanız bir gün ehl-i imandan bir Hızır'a rastlarsınız ve sizin de gönül bahçeniz yeşerir.

İşte, Cenâb-ı Hak, her geceyi Kadir bilme ve her ferdin Hızır olabileceğine inanma mülahazasına bağlı kalmamız; bu hususta sürekli dikkatli davranmamız ve metafizik gerilimde bulunmamız için bu ikisini gizlediği gibi İsm-i A'zam'ı da Esma-i İlahîye arasında gizleyerek bizi o mevzuda da hüşyar ve müteyakkız olmaya tevcih etmiştir. Böylece, nazarlarımızı kendi gönlümüze yönlendirmiş; ister Cevşen, ister Celcelûtiye okuyalım, isterse de İmam-ı Gazalî'nin İsm-i A'zam diye rivayet ettiği "Ferdun, Hayyun, Kayyûmun, Hakemun, Adlun, Kuddûs" isimlerini zikredelim.. yani, O'na el açarken hangi isimleri şefaatçi yaparsak yapalım, samimiyet, sıdk ve sâdakat içinde olmamız gerektiğini irşad buyurmuştur.

Evet, Allah'a (cc) yürekten bir bağlılık yoksa zor bulursunuz Kadir'i, Hızır'ı ve İsm-i A'zam'ı. Bunlar, ancak kendi gönlünüzde sıdk ve sadakati yakaladığınız; ardına düştüğünüz şeyi önce kendi gönlünüzde arayıp bulduğunuz zaman sır perdelerini açar size. İçinizde hazırcılık mülahazası varsa; "hemen bulayım, hemen diyeyim, hemen elde edeyim." duygusuna bağlı iseniz daha çok beklemeniz gerekecektir.

Bu mevzuu da şimdilik, bizim de ölçü olarak kabul ettiğimiz cümleyi bir kere daha tekrar ederek bitireyim: "Siz, Allah'ın isimleri içinde İsm-i Asgar'ı gösterin, ben de size İsm-i A'zam'ı göstereyim." (Kırık Testi-1)

Herkes yaptı yapacağını, şimdi sıra bende

İnsanın hayatta işlediği bütün hayr ü hasenât, Cenab-ı Hakk'ın biz kullarına vaat ettiği o güzelliklere nâil olabilmek için âdi birer sebeptir, insanlara bakan yönüyle birer bahanedir. Zira, hiç kimse Cennet'e ameliyle gidemez; Cennet ve ötesindeki nimetler ancak Allah'ın rahmetiyle ve lütfuyla elde edilebilir. Ne var ki, sonsuz merhamet sahibi Rabbimiz, kullarının en küçük iyiliklerini dahi değerlendirir; onları birer kurbet ve vuslat vesilesi olarak kabul eder. O, kullarının günahlarını ve sevaplarını değerlendirirken de rahmet dalga boyunun bir tecellisi olarak, günahları aynıyla, sevapları ise kat kat misliyle kaydetmektedir.

Kur'an-ı Kerim'de bu konu ile ilgili bazı ayetler olmakla beraber, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Kur'an'daki ayetleri biraz daha açmaktadır. Bu cümleden olarak Kur'an'da konuyla alakalı şu ayeti görüyoruz: "Kim bir hasene işlerse, Allah ona on tane lütfeder, kim bir kötülük yaparsa, ona da sadece o kötülük kadarı yazılır." (En'am Sûresi, 6/160) Başka bir yerde ise, insana Allah yolunda yaptığı hayır ve iyiliğin karşılığında ahirette yedi yüz mislinin verileceği ifade edilmektedir. (Bkz. Bakara Sûresi, 2/261) Binaenaleyh bazı kıymetli günler ve dakikalar içinde yapılan ibadete, on veya yedi yüz ya da yedi bin, hatta yedi milyon katı sevap yazılabileceği gibi nâmütenâhi ihsanlar söz konusudur. Öyle ki bazen mübarek bir günde okunan Yasin-i Şerif, insana Kur'an'ı bir kaç defa hatmetme sevabı kazandırabilir. Böyle gün ve gecelerde Allah, insanların kâmetlerine, kıymetlerine ve hatta kalblerinin katılıklarına bakmaz. Belki "sultana sultanlık yaraşır" der ve kendine yaraşan rahmetle muamelede bulunur. Allah'ın insanların durumlarına bakmadan, engin rahmetinin tezahürü olacak böyle bir muamelesinin, bir defa da mahşerde veya herkes Cehennem'e girdikten sonra cereyan edeceğini, enbiya, sıddîkîn, ulemâ-i salihin ve âmilînin şefaat edeceğini de rivayetlerde görmekteyiz.

Evet, şefaat edenler şefaat edecek, yüzlerce veya binlerce insanın Cehennem'den çıkmasına ve kurtulmalarına vesile olacaklar. Hatta hesabın acele görülmesi mevzuunda Rahmet Peygamberi (aleyhissalatü vesselam)'ın şefaati imdada yetişip o ağır havayı birdenbire Allah'ın rahmetiyle yumuşatıverecektir. Ve en sonunda herkesten kat kat daha merhametli olan Cenab-ı Hak, âdeta "Herkes yaptı yapacağını. Aslında ben, kendi iznimle onlara bunları yaptırdım ve onlara şefaat imkânı verdim, şimdi sıra bende; ben de bağışlayacağımı (istediğimi) bağışlayacağım" diyecek, -lâ teşbih velâ temsil- elini ateşe daldırıverecek ve (dest-i) kudretle ateşteki topluluktan milyonları veya milyarları çıkaracaktır. Rabbim evvel ve âhir, inâyet-i sübhâniyesini bizimle beraber eylesin!.

Bazı anlar vardır ki o vakitlerde Allah liyakate bakmaz

Binaenaleyh, ahirette olduğu gibi dünyada da Allah'ın rahmetinin nâmütenâhi olduğu bir kısım dakikalar, saatler, günler ve haftalar vardır ki, o vakitlerde Allah liyakatlere bakmaz. İşte o zaman yapılan bir haseneye milyon sevap birden verebilir. "Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır" (Kadir Sûresi, 97/3) denirken, işte onun böyle bir ulûfe günü olduğu anlatılmaktadır. (Rabbim bizleri onu idrak etmeye ve ondan tam istifadeye muvaffak eylesin!)

Efendimiz bu konuda şunları söylemektedir: "Kul bir kötülüğe niyet eder de onu yapmazsa Allah ona bir hasene yazar." Mesela "Ben harama bakayım" dese ve gözünü açıp bakacağı zaman da vazgeçip bakmasa, Cenab-ı Hak ona bir hasene yazar. Burada kul bir şey yapmamasına rağmen Allah'a karşı saygılı olduğunu göstermesiyle, Allah (celle celâluhu) da ona bir hasene yazmaktadır. Kul, bir haseneye niyet edip "Gideyim camide cemaatle bir namaz kılayım" dese, fakat camiye gidemese Allah ona da bir hasene yazar ve niyetine göre muamele eder. "Müminin niyeti amelinden hayırlıdır." Mümin o haseneyi yaptığı takdirde, durumuna göre Allah ona on hasene de yazabilir. Bu haseneyi işlediği vakit iyi bir âna rastlarsa ve o da bu haseneyi iyice isterse, Allah ona yüz hasene yazar. Orada daha iyi bir zaman olursa ve yapılan kulluk tam bir samimiyet çerçevesinde gerçekleşirse, Cenab-ı Hak o zaman ona yedi yüz hasene yazabilir. Bunun da üstünde "Kadir gecesi" veya "Arefe günü" gibi fevkalâde zamanlara rastlamışsa yedi bin yazılabilir.

Evet, Rabbimizin rahmeti çok geniştir. Yazmak da yazdırmak da onun elindedir. Eğer O, kullarını Cennet'e koymayı murat buyurmuşsa en küçük şeyleri değerlendirir ve o kimseleri onunla sultan yapar. Bunu yapmak Kadir-i Mutlak olan Allah'ın elindedir. Elverir ki bizler sadâkatimizi koruyalım, O'nun kapısının ebedî kulları olduğumuzu unutmayalım ve irademizin hakkını verip ahd ü peymânımızı bozmayalım!

Evet, her iyiliğin bir ağırlığı ve değeri vardır. Onun için onlardan gafil olmamalı, en küçük bir iyilik fırsatı bile zayi edilmemelidir. Aynı husus kötülükler için de geçerlidir. Bazen küçük gibi görülen bir kötülük de insanın hüsrana uğramasına sebebiyet verebilir. Bu hususa da dikkat çeken ve ümmetini ikaz eden Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem), "Bir kadın, ölünceye kadar hapsettiği bir kedi yüzünden azâba uğradı." buyurmuştur. O kadın, hayvanı eve hapsetmiş, ona bir şey yedirmemiş, içirmemiş, yerdeki haşereleri yemesine bile izin ve imkan vermemişti.

Öyleyse, insan iyilik adına yapılan hiçbir şeyi hor görmemesi gerektiği gibi, münker (kötülük) sayılan hiçbir tavır ve davranışı da hafife almamalıdır. Göz ucuyla da olsa harama bakmayı, kulağını harama tevcih etmeyi, dudaklarından Allah'ın sevmediği bir şeyin sâdır olmasını ve iffetsizliğin en küçüğünü bile büyük bir cürüm kabul etmeli; bunlardan biri sebebiyle yuvarlanıp gitmekten korkmalıdır. (Zaman, 11 Ağustos 2006)

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 20 Ağustos 1979 tarihinde, Kadir Gecesi münasebetiyle Soma'da verdiği vaazın sonunda yaptığı duanın transkripsiyonu

Elhamdülillahi Rabbil âlemin...Vessalâtü vesselamü ala seyyidinâ Muhammedin Sallahu Teâlâ aleyhi Ve Sellem... Ferdün Hayyün Kayyûmun Hakemün Adlün Kuddûs... Es'elüke Yâ Allah. Yâ Hüve Yâ Rahman. Yâ Rahim. Yâ Hayyü Yâ Kayyûm. Yâ Ze'l-Celali Ve'l-İkrâm. Yâ Erhamerrahimin.

Bütün cürmümüzle, seyyiat ve hatalarımızla beraber Habib-i Edibi'ne talim buyurduğun istikametten, evvela sana hamd ve sena ederek, Habib-i Edibi'ne salat-ü selam getirerek ve sonra O'nun diliyle Esma-i Azam diye ifade buyurulan, mübarek ism-i Azam'ı dile getirerek, dergah-ı nezd-i ehadiyetine dehalet ediyoruz Ya Rabbi!

Rasûlü Ekrem'den on dört asır uzakta bulunduğumuz için cürümlerimize bakmayarak, rahmetinle bizleri affeyle Ya Rabbi! Ya İlahe'l-Alemîn ve Ya Ekrame'l-Ekramin! Biz seni bilemedik.. Kur'an'ın hakikatine akıl erdiremedik.. Peygamberi tanıyıp yoluna giremedik.. İşte bizim dualarımızı İlm-i İlahi'nle bilirken, Sem'i Sübhani'nle dinlerken, bu kadar perişan ve bu kadar sergerdanların duasını dinleme lütfûyla lütfedip dinle Ya Rabbi!

Ya İlahe'l-Âlemin ve Ya Ekrame'l-Ekramin! Şu fani dünyada her birimiz sağda solda bir bülbül nağmesiyle senin mübarek adını dile getirmek, seni yeniden bütün âleme duyurmak istiyoruz. Bir bezim, bir perde kapanıverdi. Ve biz bu perdenin kapanmasına şahit olduk. Karanlık gecede yetiştik. Semasında şimşeğin çakmadığı nice geceler gördük. Bazen bir tek yıldızın bile göz kırpmadığına şahit bulunduk. Böylesine kalbî ve rûhi hayattan mahrum yetiştik. Onun için sahabe gibi hasbi olamadık.

Ya İlahe'l Alemin ve Ya Ekrame'l-Ekramin! Senin lütfedip, bahşedip bizlere gönderdiğin Ramazan-ı Şerif ayını idrak ettik. Reyyan kapısından girmeye inşaallah liyakat kazandık. Cennete ehil hale geldik. Ben olmasam bile Müslüman cemaatin o yolda olduğu hüsn-ü zannını besliyorum. Onların duaları içinde ellerimizi kaldırıyor, Kadir gecesidir diyen, Ramazandır diyen saflaşmış insanlarla beraber sana dua ediyoruz. Dualarımızı kabul eyle Ya Rabbi! Bizi hâib ve hâsir eyleme Ya Rabbi!

Habib-i Edibi'nin söylediği her şey senin aleminden esip gelen şeylerdir. O, sözleri arasında bize şunu duyuruyor ve vicdanlarımızı doyuruyor, "Bir insanın elleri Rabbi Rahimine inanarak kalkarsa Allah (c.c.), o elleri sıfır olarak geriye çevirmeyecektir." Sana inanarak ellerimizi tevcih ediyor, ebedi mihrabımız olan kapına teveccüh ediyoruz.

Belki, şu ana kadar çok büyük günahlar ve cürümler işledik. Nedamet ederek bir daha işlememeğe azm-ü cezm-ü kast eyliyoruz. Sen bizi Dergah-ı Nezd-i ehadiyeti'nde kabul eyle Ya Rabbi!

Ya İlahe'l-Âlemin ve Ya Ekremel Ekremîn! Hadiseler bizi boğacak hale geldi. Üstesinden kalkamaz hale geldik. Neslimizi sokağa döktüler, şahit olduğumuz her manzara artık gırtlağımızda hıçkırığımızı düğümletecek hale geldi. Sen bu vaziyette bizi daha fazla devam ettirme Ya Rabbi! Keremin ve Lütfun engindir Senin. Bu millete lütfedip kerem ve lütfunla muamele eyle Ya Rabbi! Bu millet ki Ya Rabbi! Bir zamanlar Senin Yüce adını bayraklaştırıp âfâk-ı âlem'de dolaştırıyor ve ölürken en büyük ümniye ve ideal olarak senin mübarek adının âfak-ı âlem'de şehbal açmasını istiyordu. Bu millet, onların torunu ki Balkanlar'da sinesinden yediği hançerle Sana doğru kanat çırpıp yükselirken, "Attan inmeyesüz, Allah'ın adını âfâk-ı âlem'de gezdiresüz." diyordu. Onların ahfadı olan bizleri de aynı şerefle şerefyab eyle Ya Rabbi!

Afak-ı âlemde adını dalgalandırmak istiyor, Hazreti Muhammed'in adını bugüne kadar gitmediği ufuklara götürmek istiyoruz. Doğusuyla batısıyla bütün insanlık, imandan ve Kur'an'dan mahrumiyetin bunalmışlığı içinde. Bütün bunalmışlara âb-ı kevser gibi götüreceğimiz Kur'an, onları idam-ı ebediden kurtaracak, cennetnümun bir hayata ulaştıracak. Bizim liyakatımız olmasa bile daha evvel ecdadımızın yerine getirdiği bu vazifenin hakkı ve hürmeti için bizleri bu vazife ile şerefyab ve serfirâz eyle!

Son şiire kafiye koymak istiyoruz, yaban ellerde gezen Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in atının zimamından tutup dokuz asır Türkün yağız delikanlısının koşturup durduğu Anadolu'da dolaştırmak istiyoruz. "Biraz da bizim vatanımıza gel Yâ Resûlallah!" diyoruz. Sen bu yağızları Malazgirt'ten, Çanakkale'den, Belgrat'tan çok iyi bilirsin. Bingazi'den, Maraş'tan, Gaziantep'ten bilirsin Yâ Resûlallah! Palandöken'de elinde satırıyla koşturan ninesiyle bilirsin. Duvağını atıp Çanakkale'ye koşan geliniyle bilirsin. "Kafir tarafından işgal edilmiş vatanda yaşamak benim neyime" diyen genç kızıyla ve mert delikanlısıyla bilirsin. Bütün bunları neslim ve milletim adına zat-ı Nübüvvetine sadaka olarak takdim ediyorum. Bilirsin Yâ Resûlallah, senin için çok terledik. Terlemiş cemaatin terlerini, aziz şehit kanı gibi bir bardağa koyup şu mübarek geceler içinde, şu mübarek Ramazan-ı Şerif içinde, Zat-ı Nübüvvetine, Ruh-u Muazzezine fatihaların hasıl edeceği sevaptan daha aziz bir sevap olarak sana takdim etmek istiyoruz. Ve bununla seni davet ediyoruz. Kabul buyurursan bunu sana bir davetçi olarak gönderiyoruz. Medineli'lerin seni davet ettiği gibi seni yurdumuza davet ediyoruz. "Ne zaman geleceksin?" diyoruz. Canımız dudağımıza geldi. Gayri artık dayanamayacağız. Sensiz olan bir dünyayı da istemiyoruz. Eğer hâla bizi liyakatsız buluyorsan, ben nefsim adına arz edeyim, sana hiçbir zaman layık bir ümmet olduğumu iddia edemedim. Fakat bilirsin, senden başkasına da türkü söylemedim. Allah'tan başkasına Mabud-u Mutlak, Maksud-u bi'l İstihkak demedim.

Sen bir sultansın. Sultana sultanlık, dilenciye dilencilik yakışır. Bağlı ellerimizi çözüp dağılmış kakülümüzü okşayıver, toz toprak içinde kalmış zülüflerimize mübarek elini gezdiriver. Gayba doğru uzanan ellerimizle Akabe'dekiler gibi elini sıkmak istiyoruz. Ya Resûlallah, elini uzat, elimizi sık. Türkün yağız delikanlısı sana Medine'nin Ensarı gibi el uzatacaktır. Başımızı okşa, kırık kalplerimizin kırıklığını gideriver. Sütü birkaç defa döktük, birkaç defa kusur işledik. Fakat vallahi hane-i Nübüvveti'nden dışarı çıkmadık. Vallahi senden ayrılmadık. Vallahi Kur'an'a karşı inkar vaziyetine girmedik.

Hele filizlerinle Ya Resûlallah, öyle bir dem öyle bir hava aldık ki, ben şu yarım halimle bunlara baktıkça ürperiyor ve kalbim duracak hale geliyor. Sen ki Ravza-ı Tahire'den bunları görüyorsun, şu hıçkırıkları duyuyorsun. Senin ümmetinden delikanlı ve çocukların havasına nigehban bulunuyorsun. Ali'lerin, Ebubekir'lerin, Osman'ların çektiği zimamı, Türk'ün eline veriver. Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Boşnağıyla, Arnavuduyla bir Anadolu milleti göğüslerini gerip senin için dayandılar Ya Resûlallah! Mescidlerini koruyup minareler yaptılar, her şeye rağmen günde beş defa Muhammedü'r-Rasulüllah dediler ve bunu demeye azmettiler Ya Resûlallah!

Ve bugün yaptıkları herşeyi şart-ı âdi olarak vesilen ve vasıtanla dergâh- nezd-i ahadiyete takdim etmek istiyoruz. Huzur-u rabbülâleminde "Bunlar da bendendir" der misin Yâ Resûlallah! Bizleri Havz-ı Kevser'in başından kovulanlar içinde kovulma zilletine maruz kalmaktan masun ve mahfuz eyle Yâ İlâhe'l-âlemin! Bizlere şefaat elini uzat, elimizden tutup evc-i kemali insaniyete çıkar Yâ Resûlalllah!

Yâ ilâhe'l-âlemin ve yâ Ekreme'l-Ekremîn! Seyyidim ve pişdârım; rehnümam ve rehberim; Muktedây-ı kül ve rehber-i ekmelim olan Hazret-i Muhammed aleyhi's-salatü ve's-selama dehalet ederek dergâh- nezd-i ehadiyetine girmek istiyorum. Kirli yüzlerimizle doğrudan doğruya sana müracaatı sû-i edeb saydım. Habîb-i edibin vesâyâsı altına girmek istedim. Gönlümü evvela ona teslim edeyim dedim. Ve sonra da onun gölgesi altında Senin huzuruna çıkayım. Bir kıtmir gibi bacakları arasında dolaşayım, sadakatimi izhar edeyim. O da yüzüme baksın. Ellerini yüceler yücesi Sana kaldırsın. Desin ki "Bu da bizdendir" Yâ İlahe'l-Âlemîn. Ve ben de kendimden geçeyim. Hıçkırıklar içinde boğulayım. Bazı şehidler kanının şehidi olur. Ben de ağlamanın ve hıçkırığın şehidi olayım. Bu lütfu bizden esirgeme yâ Rabbi!

Sana sadık olmaya söz veriyoruz; gecemizi gündüz eyle yâ Rabbi. Kışımızı bahar eyle yâ Rabbi! Neslimize can ve dirilik ihsan eyle yâ Rabbi! Bükük belimizi doğrult yâ Rabbi! Kaddimize istikamet, dizlerimize derman ihsan eyle yâ Rabbi! Bu gece Kadir gecesi yâ Rabbi! Senin kadrini bilenlerin, kadir bilenlerin, kadrini bilip kadirşinaslık içinde huzuruna gelenlerin gecesi yâ Rabbi!

Rezonans olmak için, münasebet kurmak için bütün şartlar hazırdır yâ Rabbi! Sen kendin ta'lim, tebliğ buyuruyorsun. Ya Rabbi, yâ Allah dendiği zaman Sen "Lebbeyk kulum" diyorsun. Bu bişareti bize veriyorsun. Gönlümüzü sevince gark ediyorsun. Avazımız çıktığı kadar, benim boğuk ve kesik sesimle değil, şu cemaat içinde samimi sesler hürmetine Sana yâ Rabbi, Yâ Allah diyoruz. Yâ Hayy-ü yâ Kayyûm diyoruz. "Lebbeyk" de yâ Rabbi! İmdadımıza yetiş yâ Rabbi! Evc-i kemal-i insaniyete bizleri i'lâ eyle yâ Rabbi! Dik gezmişleri, iki büklüm gezmekten halâs eyle yâ Rabbi! At üstünde senin adını taşımışları yerde sürünür olmaktan halas eyle yâ Rabbi!

Tel'in ve bedduaya amin de demiyoruz. Belki onların hidayetlerini diliyor ve dileniyor, Mefhar-i mevcudat efendimiz gibi, "Allahım cemaatimizi hidayet eyle, zira bizi bilmiyorlar" diyoruz. Sen O Rahmanu'r-rahimsin ki, İkrime'nin, Ebu Süfyan'ın kalbini yumuşattın. Sen O Rahmanu'r-rahimsin ki, Safvan ibn-i Ümeyye'nin kalbini yumuşattın. Onlar ki hayatları boyunca Resûl-ü Ekrem'e karşı çıktı. Onlar ki, hayatları boyunca Lat ve Uzzâ için kavga ettiler. Biz ki, Yâ İlahe'l-Âlemîn cürmümüzle beraber Lat ve Uzza'ya secde etmedik. Senden başkasının kapısına gitmedik. Kalbimiz onların kalbinden daha katı değilse bizlerin kalbine de rikkat ihsan eyle ya Rabbi! Haib ve hasir olarak ellerimizi indirmekten bizi masun ve mahfuz eyle ya Rabbi!

Dualarımızı dergah-ı Zat-ı uluhiyyetinde birini bin eyle ya Rabbi! Bir dileğimizde bin lütufta bulun ya Rabbi! Bir arpa boyu hizmetiyle senin yoluna hizmet edenleri azîz ve şerif eyle ya Rabbi! Bu belde halkını soldurma ya Rabbi! Topyekün vatanımızı da güldür ya Rabbi!

Takabbel minnâ bi hürmeti'l-Fâtiha.


Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Kadir Gecesi Vaazları

Kadir Gecesi

Mü'min, her geceyi, her günü, Cenâb-ı Hakk'ın maiyetine ermiş bir ihsan şuuruyla çok iyi değerlendirmeli. Aslında mübarek günler ve geceler de bu tür insanlar için bir şey ifade eder. Yoksa tembel tembel yatıp birkaç gece kalkıp sadece onları değerlendirmek çok fazla bir şey ifade etmese gerek. Çünkü ne Efendimiz ve ashab ne İmam Azam, sadece bir geceye hasredilen ihyayı bir şey saymamışlardır. Kadir Gecesi'nin belli olmamasının hikmeti de bence burada aranmalı.

Kadir Gecesi Duası

Kadir Gecesi

Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 20 Ağustos 1979 tarihinde, Kadir Gecesi münasebetiyle Soma'da verdiği vaazın sonunda yaptığı duanın transkripsiyonu.

Elhamdülillahi Rabbil âlemin...Vessalâtü vesselamü ala seyyidinâ Muhammedin Sallahu Teâlâ aleyhi Ve Sellem... Ferdün Hayyün Kayyûmun Hakemün Adlün Kuddûs... Es'elüke Yâ Allah. Yâ Hüve Yâ Rahman. Yâ Rahim. Yâ Hayyü Yâ Kayyûm. Yâ Ze'l-Celali Ve'l-İkrâm. Yâ Erhamerrahimin.

Bütün cürmümüzle, seyyiat ve hatalarımızla beraber Habib-i Edibi'ne talim buyurduğun istikametten, evvela sana hamd ve sena ederek, Habib-i Edibi'ne salat-ü selam getirerek ve sonra O'nun diliyle Esma-i Azam diye ifade buyurulan, mübarek ism-i Azam'ı dile getirerek, dergah-ı nezd-i ehadiyetine dehalet ediyoruz Ya Rabbi!

Rasûlü Ekrem'den on dört asır uzakta bulunduğumuz için cürümlerimize bakmayarak, rahmetinle bizleri affeyle Ya Rabbi! Ya İlahe'l-Alemîn ve Ya Ekrame'l-Ekramin! Biz seni bilemedik.. Kur'an'ın hakikatine akıl erdiremedik.. Peygamberi tanıyıp yoluna giremedik.. İşte bizim dualarımızı İlm-i İlahi'nle bilirken, Sem'i Sübhani'nle dinlerken, bu kadar perişan ve bu kadar sergerdanların duasını dinleme lütfûyla lütfedip dinle Ya Rabbi!

Ya İlahe'l-Âlemin ve Ya Ekrame'l-Ekramin! Şu fani dünyada her birimiz sağda solda bir bülbül nağmesiyle senin mübarek adını dile getirmek, seni yeniden bütün âleme duyurmak istiyoruz. Bir bezim, bir perde kapanıverdi. Ve biz bu perdenin kapanmasına şahit olduk. Karanlık gecede yetiştik. Semasında şimşeğin çakmadığı nice geceler gördük. Bazen bir tek yıldızın bile göz kırpmadığına şahit bulunduk. Böylesine kalbî ve rûhi hayattan mahrum yetiştik. Onun için sahabe gibi hasbi olamadık.

Ya İlahe'l Alemin ve Ya Ekrame'l-Ekramin! Senin lütfedip, bahşedip bizlere gönderdiğin Ramazan-ı Şerif ayını idrak ettik. Reyyan kapısından girmeye inşaallah liyakat kazandık. Cennete ehil hale geldik. Ben olmasam bile Müslüman cemaatin o yolda olduğu hüsn-ü zannını besliyorum. Onların duaları içinde ellerimizi kaldırıyor, Kadir gecesidir diyen, Ramazandır diyen saflaşmış insanlarla beraber sana dua ediyoruz. Dualarımızı kabul eyle Ya Rabbi! Bizi hâib ve hâsir eyleme Ya Rabbi!

Habib-i Edibi'nin söylediği her şey senin aleminden esip gelen şeylerdir. O, sözleri arasında bize şunu duyuruyor ve vicdanlarımızı doyuruyor, "Bir insanın elleri Rabbi Rahimine inanarak kalkarsa Allah (c.c.), o elleri sıfır olarak geriye çevirmeyecektir." Sana inanarak ellerimizi tevcih ediyor, ebedi mihrabımız olan kapına teveccüh ediyoruz.

Belki, şu ana kadar çok büyük günahlar ve cürümler işledik. Nedamet ederek bir daha işlememeğe azm-ü cezm-ü kast eyliyoruz. Sen bizi Dergah-ı Nezd-i ehadiyeti'nde kabul eyle Ya Rabbi!

Ya İlahe'l-Âlemin ve Ya Ekremel Ekremîn! Hadiseler bizi boğacak hale geldi. Üstesinden kalkamaz hale geldik. Neslimizi sokağa döktüler, şahit olduğumuz her manzara artık gırtlağımızda hıçkırığımızı düğümletecek hale geldi. Sen bu vaziyette bizi daha fazla devam ettirme Ya Rabbi! Keremin ve Lütfun engindir Senin. Bu millete lütfedip kerem ve lütfunla muamele eyle Ya Rabbi! Bu millet ki Ya Rabbi! Bir zamanlar Senin Yüce adını bayraklaştırıp âfâk-ı âlem'de dolaştırıyor ve ölürken en büyük ümniye ve ideal olarak senin mübarek adının âfak-ı âlem'de şehbal açmasını istiyordu. Bu millet, onların torunu ki Balkanlar'da sinesinden yediği hançerle Sana doğru kanat çırpıp yükselirken, "Attan inmeyesüz, Allah'ın adını âfâk-ı âlem'de gezdiresüz." diyordu. Onların ahfadı olan bizleri de aynı şerefle şerefyab eyle Ya Rabbi!

Afak-ı âlemde adını dalgalandırmak istiyor, Hazreti Muhammed'in adını bugüne kadar gitmediği ufuklara götürmek istiyoruz. Doğusuyla batısıyla bütün insanlık, imandan ve Kur'an'dan mahrumiyetin bunalmışlığı içinde. Bütün bunalmışlara âb-ı kevser gibi götüreceğimiz Kur'an, onları idam-ı ebediden kurtaracak, cennetnümun bir hayata ulaştıracak. Bizim liyakatımız olmasa bile daha evvel ecdadımızın yerine getirdiği bu vazifenin hakkı ve hürmeti için bizleri bu vazife ile şerefyab ve serfirâz eyle!

Son şiire kafiye koymak istiyoruz, yaban ellerde gezen Hazreti Muhammed (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in atının zimamından tutup dokuz asır Türkün yağız delikanlısının koşturup durduğu Anadolu'da dolaştırmak istiyoruz. "Biraz da bizim vatanımıza gel Yâ Resûlallah!" diyoruz. Sen bu yağızları Malazgirt'ten, Çanakkale'den, Belgrat'tan çok iyi bilirsin. Bingazi'den, Maraş'tan, Gaziantep'ten bilirsin Yâ Resûlallah! Palandöken'de elinde satırıyla koşturan ninesiyle bilirsin. Duvağını atıp Çanakkale'ye koşan geliniyle bilirsin. "Kafir tarafından işgal edilmiş vatanda yaşamak benim neyime" diyen genç kızıyla ve mert delikanlısıyla bilirsin. Bütün bunları neslim ve milletim adına zat-ı Nübüvvetine sadaka olarak takdim ediyorum. Bilirsin Yâ Resûlallah, senin için çok terledik. Terlemiş cemaatin terlerini, aziz şehit kanı gibi bir bardağa koyup şu mübarek geceler içinde, şu mübarek Ramazan-ı Şerif içinde, Zat-ı Nübüvvetine, Ruh-u Muazzezine fatihaların hasıl edeceği sevaptan daha aziz bir sevap olarak sana takdim etmek istiyoruz. Ve bununla seni davet ediyoruz. Kabul buyurursan bunu sana bir davetçi olarak gönderiyoruz. Medineli'lerin seni davet ettiği gibi seni yurdumuza davet ediyoruz. "Ne zaman geleceksin?" diyoruz. Canımız dudağımıza geldi. Gayri artık dayanamayacağız. Sensiz olan bir dünyayı da istemiyoruz. Eğer hâla bizi liyakatsız buluyorsan, ben nefsim adına arz edeyim, sana hiçbir zaman layık bir ümmet olduğumu iddia edemedim. Fakat bilirsin, senden başkasına da türkü söylemedim. Allah'tan başkasına Mabud-u Mutlak, Maksud-u bi'l İstihkak demedim.

Sen bir sultansın. Sultana sultanlık, dilenciye dilencilik yakışır. Bağlı ellerimizi çözüp dağılmış kakülümüzü okşayıver, toz toprak içinde kalmış zülüflerimize mübarek elini gezdiriver. Gayba doğru uzanan ellerimizle Akabe'dekiler gibi elini sıkmak istiyoruz. Ya Resûlallah, elini uzat, elimizi sık. Türkün yağız delikanlısı sana Medine'nin Ensarı gibi el uzatacaktır. Başımızı okşa, kırık kalplerimizin kırıklığını gideriver. Sütü birkaç defa döktük, birkaç defa kusur işledik. Fakat vallahi hane-i Nübüvveti'nden dışarı çıkmadık. Vallahi senden ayrılmadık. Vallahi Kur'an'a karşı inkar vaziyetine girmedik.

Hele filizlerinle Ya Resûlallah, öyle bir dem öyle bir hava aldık ki, ben şu yarım halimle bunlara baktıkça ürperiyor ve kalbim duracak hale geliyor. Sen ki Ravza-ı Tahire'den bunları görüyorsun, şu hıçkırıkları duyuyorsun. Senin ümmetinden delikanlı ve çocukların havasına nigehban bulunuyorsun. Ali'lerin, Ebubekir'lerin, Osman'ların çektiği zimamı, Türk'ün eline veriver. Türküyle, Kürdüyle, Çerkeziyle, Boşnağıyla, Arnavuduyla bir Anadolu milleti göğüslerini gerip senin için dayandılar Ya Resûlallah! Mescidlerini koruyup minareler yaptılar, her şeye rağmen günde beş defa Muhammedü'r-Rasulüllah dediler ve bunu demeye azmettiler Ya Resûlallah!

Ve bugün yaptıkları herşeyi şart-ı âdi olarak vesilen ve vasıtanla dergâh- nezd-i ahadiyete takdim etmek istiyoruz. Huzur-u rabbülâleminde "Bunlar da bendendir" der misin Yâ Resûlallah! Bizleri Havz-ı Kevser'in başından kovulanlar içinde kovulma zilletine maruz kalmaktan masun ve mahfuz eyle Yâ İlâhe'l-âlemin! Bizlere şefaat elini uzat, elimizden tutup evc-i kemali insaniyete çıkar Yâ Resûlalllah!

Yâ ilâhe'l-âlemin ve yâ Ekreme'l-Ekremîn! Seyyidim ve pişdârım; rehnümam ve rehberim; Muktedây-ı kül ve rehber-i ekmelim olan Hazret-i Muhammed aleyhi's-salatü ve's-selama dehalet ederek dergâh- nezd-i ehadiyetine girmek istiyorum. Kirli yüzlerimizle doğrudan doğruya sana müracaatı sû-i edeb saydım. Habîb-i edibin vesâyâsı altına girmek istedim. Gönlümü evvela ona teslim edeyim dedim. Ve sonra da onun gölgesi altında Senin huzuruna çıkayım. Bir kıtmir gibi bacakları arasında dolaşayım, sadakatimi izhar edeyim. O da yüzüme baksın. Ellerini yüceler yücesi Sana kaldırsın. Desin ki "Bu da bizdendir" Yâ İlahe'l-Âlemîn. Ve ben de kendimden geçeyim. Hıçkırıklar içinde boğulayım. Bazı şehidler kanının şehidi olur. Ben de ağlamanın ve hıçkırığın şehidi olayım. Bu lütfu bizden esirgeme yâ Rabbi!

Sana sadık olmaya söz veriyoruz; gecemizi gündüz eyle yâ Rabbi. Kışımızı bahar eyle yâ Rabbi! Neslimize can ve dirilik ihsan eyle yâ Rabbi! Bükük belimizi doğrult yâ Rabbi! Kaddimize istikamet, dizlerimize derman ihsan eyle yâ Rabbi! Bu gece Kadir gecesi yâ Rabbi! Senin kadrini bilenlerin, kadir bilenlerin, kadrini bilip kadirşinaslık içinde huzuruna gelenlerin gecesi yâ Rabbi!

Rezonans olmak için, münasebet kurmak için bütün şartlar hazırdır yâ Rabbi! Sen kendin ta'lim, tebliğ buyuruyorsun. Ya Rabbi, yâ Allah dendiği zaman Sen "Lebbeyk kulum" diyorsun. Bu bişareti bize veriyorsun. Gönlümüzü sevince gark ediyorsun. Avazımız çıktığı kadar, benim boğuk ve kesik sesimle değil, şu cemaat içinde samimi sesler hürmetine Sana yâ Rabbi, Yâ Allah diyoruz. Yâ Hayy-ü yâ Kayyûm diyoruz. "Lebbeyk" de yâ Rabbi! İmdadımıza yetiş yâ Rabbi! Evc-i kemal-i insaniyete bizleri i'lâ eyle yâ Rabbi! Dik gezmişleri, iki büklüm gezmekten halâs eyle yâ Rabbi! At üstünde senin adını taşımışları yerde sürünür olmaktan halas eyle yâ Rabbi!

Tel'in ve bedduaya amin de demiyoruz. Belki onların hidayetlerini diliyor ve dileniyor, Mefhar-i mevcudat efendimiz gibi, "Allahım cemaatimizi hidayet eyle, zira bizi bilmiyorlar" diyoruz. Sen O Rahmanu'r-rahimsin ki, İkrime'nin, Ebu Süfyan'ın kalbini yumuşattın. Sen O Rahmanu'r-rahimsin ki, Safvan ibn-i Ümeyye'nin kalbini yumuşattın. Onlar ki hayatları boyunca Resûl-ü Ekrem'e karşı çıktı. Onlar ki, hayatları boyunca Lat ve Uzzâ için kavga ettiler. Biz ki, Yâ İlahe'l-Âlemîn cürmümüzle beraber Lat ve Uzza'ya secde etmedik. Senden başkasının kapısına gitmedik. Kalbimiz onların kalbinden daha katı değilse bizlerin kalbine de rikkat ihsan eyle ya Rabbi! Haib ve hasir olarak ellerimizi indirmekten bizi masun ve mahfuz eyle ya Rabbi!

Dualarımızı dergah-ı Zat-ı uluhiyyetinde birini bin eyle ya Rabbi! Bir dileğimizde bin lütufta bulun ya Rabbi! Bir arpa boyu hizmetiyle senin yoluna hizmet edenleri azîz ve şerif eyle ya Rabbi! Bu belde halkını soldurma ya Rabbi! Topyekün vatanımızı da güldür ya Rabbi!

Takabbel minnâ bi hürmeti'l-Fâtiha.

Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.