• Anasayfa
  • Anne-baba - Fethullah Gülen Web Sitesi

Annenin yüksek fazileti

Annenin yüksek fazileti

Anne, bir milleti yetiştiren ailenin en önemli unsurudur. O, İslâm nazarında o kadar mukaddestir ki, Allah Resûlü (sallallahu aleyhi ve sellem): "Cennet, annelerin ayakları altındadır."[1] buyurur.

Öyledir, zira anne bir milleti yoğuran mukaddes bir el ve toplumun ilk hücresini teşkil eden yuvanın da kurucusudur; içinde cıvıl cıvıl çocukların etrafa saadet ve neş'e aksettirdikleri bir yuvanın kurucusu...

Bu yönüyle İslâm, anneye öyle yüce bir pâye verir ki, bunun ötesinde ona yeni pâyeler vermeye kalkışmak, o mukaddes varlığı hoyratlaştırmak onun başındaki zeberced kakmalı tacı alıp yerine cam parçalarıyla süslenmeye çalışılmış bir külah geçirmek gibi olur. Kadını ve erkeği yaratan Allah (cc), onların kâmet-i kıymetlerine göre onları teçhiz buyurmuş ve istidatları açısından da verdiğini vermiştir. Kadın maddeten zayıf ve nahiftir. Kadın hadiselerden daha çabuk etkilenir. İşte bu tabiattaki birini, yaratılışına mülâyim gelen işlerden uzaklaştırarak onun incelik, zerafet ve saygınlığıyla telif edilemeyen işlerde istihdam etmek açıktan açığa ona bir zulümdür.

Aslında kadın dediğimiz bu nazik varlık öyle şeylerle teçhiz edilmiştir ki, o yönüyle erkeğin fersah fersah önündedir. O bir şefkat kahramanıdır; evlâtları uğrunda öyle titrer ki bu konuda erkek onunla yarışamaz. Bu durum sadece insanlık âlemine mahsus da değildir; tavuğun bütün sermayesi kendi hayatı olduğu hâlde, yavrusunu köpeğin ağzından kurtarmak için çok defa kendini feda eder. İşte bütün canlılarda yavrularına karşı, Allah tarafından verilen bu engin şefkat duygusu, anneler için öyle muallâ bir sermayedir ki, bunu onun elinden alıp da ona hangi pâyeyi verirseniz veriniz, Allah'ın verdiğinin yanında çok sönük kalacaktır.

Her şeye mahrûtî bakıp geçtiğimiz bu bölümde, yuvanın nasıl kurulması gerektiği konusunda bir fikir vermeye çalıştık. Akîde, İslâm'ın pratik yönü, eşlerin dini-diyaneti, mesai taksimi, yardımlaşma ve çocukların iyi yetiştirilmesi konuları üzerinde durduk; ve Resûl-i Ekrem'in iftihar edeceği bir ümmet olma gibi hassas konulara vurgulama yapıp geçtik. Önümüzdeki bölümde aile çerçevesi üzerinde durmak istiyoruz.

[1] Aclûni, Keşfü'l-hafâ, 1/335; ayrıca bkz; Nesei, Cihad, 6; İbni Mâce, Cihad, 12.

Baba Gitmesen Olmaz mı?

Kamyonlar uçsuz bucaksız çöllerin ortasında kendilerine eşlik eden yüklü bir toz bulutuyla el ele ilerliyordu. Konvoy az sonra büyük çadırların bulunduğu bir kamp yerine ulaştı. Etrafta binbir güçlükle dolaşan zenci kadınlar görülüyordu. Neredeyse iskelet halini almış yüzlerce insan bu çadırların arasında ne yapıyor olabilirdi?

Babaları İrşatta Metot Ne Olmalı?

İrşat ve tebliğ, bütün Müslümanların vazifesi ve önemli bir şiarıdır. Nitekim "Ey Ümmet-i Muhammed! Siz insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği yayar, kötülüğü önlersiniz." (Âl-i İmran, 3/110) ayet-i kerimesi bu hakikati dile getirmektedir.

Babanın Evladına Karşı Vazifeleri

Babanın evladına karşı vazifesi iki devre halinde mütalaa edilmektedir: Birinci devrede, baba çocuğu rüşde erinceye kadar onu biçime koyma ve ona bir şekil vermede mutlak olarak mükellef ve mesuldür.

Bir Baba Olarak Peygamberimiz

Hep zirvelerde dolaşan Allah Resûlü, hayatın hemen bütün ünitelerinde de hep zirvede olmuştu. İnsanlar O'nu ararken, ne kendi seviyelerinde ne de yaşadıkları asrın büyük insanları seviyelerinde aramamalıdırlar. Araştırmacılar O'nu ararken hep dünyanın en yüksek zirvelerini düşünmeli ve hayalen zirveler üzerinde dolaşmalıdırlar ki, kadrine ruhanîlerin destan kestiği o Zât hakkında kadirnâşinaslık yapmasınlar.

Çocukların İlk Okulları Evleri, İlk Terbiyecileri İse Anneleridir

Her insanın geleceği, çocukluk ve gençlik çağlarındaki intiba ve tesirlerle sımsıkı alâkalıdır. Çocuklar ve gençler, yüksek duygularla coşup şahlanacakları bir iklimde yetişiyorlarsa, zihnî ve fikrî durumları itibarıyla diri, ahlâk ve fazilet itibarıyla da örnek olmaya namzet sayılırlar.

İki kudsî varlık; anne, baba

Maalesef, pek çok değer ölçüsünün unutulduğu, ailevî ve içtimaî esasların yerle bir olduğu zamanımızda, anne-baba hakkı da bu umumî yozlaşmadan nasibini aldı.

İnsanın en başta hürmet etmesi gereken iki kudsî varlık, bugünün şımarık nesilleri tarafından sadece birer yük gibi kabul edilir oldu. Aslında, daha küçük birer canlı halinde var olmaya başladıkları günden itibaren, hep anne-babanın omuzlarında dolaşan ve onların kucaklarında gelişip büyüyen çocuklardı yük olan; fakat, anne-babanın derin şefkati, yavrularını yük değil mukaddes birer emanet olarak görmelerini sağlıyordu. Onların hayat boyu devam eden fedakarlıkları karşısında çocukların da onlara sevgi ve hürmetle muamele etmeleri hem bir insanlık borcu hem de bir vazifeydi; her insan, kendi ebeveyninin kadrini bilmeli ve onları Hakk'ın rahmetine ulaşmaya vesile saymalıydı. Heyhat ki, günümüzde sadece Allah'a karşı saygısız olanlar arasında değil, O'nu sevdiğini iddia edenlerin içinde bile, anne ve babalarının varlıklarını istiskal eden, yaşamalarına karşı bıkkınlık gösteren ve sürekli saygısızlıkta bulunan insan bozması canavarlar türedi.

Huzurevi mi, hicran yurdu mu?

Ne acıdır ki, artık anne-babalar yalnızlığa ve kimsesizliğe mahkûm yaşıyorlar; biraz yaşlanıp elden ayaktan düşünce kendilerini düşkünler evinde buluyorlar. Önceleri "darülaceze" denilen, şimdilerde biraz kibarlaştırılarak "huzurevi" adı verilen bu hicran yurtlarıyla teselli olmaya, senede bir gün kendilerine uzatılacak çiçeklerle avunmaya çalışıyorlar.

Oysa, insan çocuklarını bağrına basamadığı, torunlarını kucağına alamadığı, ne ihtimamla büyüttüğü ciğerparelerini sevemediği ve onlara bakıp bakıp "Yavrularım!.." diyemediği bir yerde nasıl huzurlu olur ki!.. Kendisine sevgi ve hürmetle nazar eden yakınlarının bulunmadığı, onun için bir tencerenin kaynamadığı ve çoğu zaman arayıp soranının olmadığı bir yerde mutluluğu nasıl bulur ki!.. Biz kendi kafamızda mevhum bir huzur tasarlamışız; o talihsizler yuvasına "huzurevi" demekle onun sakinlerinin de gerçekten huzurlu olacaklarını sanmışız. Allah'tan ki bu müesseseler ve oralarda bazı samimi gönüller var da yaşlılarımızı bütün bütün sokağa terk etmiyoruz; kendileri gibi muhtaç kimselerin arasına atıp bıraksak bile hiç olmazsa bir rahat yatak, bir sıcak çorba imkânı sağlıyoruz. Akabinde, onların da bizim var olduğunu vehmettiğimiz huzuru duymaları için zorlayıp duruyoruz. "Daha ne olsun, ne güzel yiyip içip yatıyorlar!" der gibi bir tavır takınıyoruz.

Halbuki, insan hayvanlar gibi yiyip içen, sonra da yan gelip yatan ve bu şekilde saadete eren bir mahluk değildir. İnsan, çevresine alâka duyan, tabiata açık bir fıtratı bulunan, evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla münasebeti olan ve ancak tabiatından kaynaklanan bu alâka ve münasebetlerin gerekleri yerine getirildiği zaman huzur bulan bir varlıktır. Bir tüketim mevsimi halini alan hususî zaman dilimlerinde "dostlar alış-verişte görsün" kabilinden sözde arayıp sormalar ve sun'î tavırlar mutlu etmez insanı. Senede bir eline tutuşturulan bir demet çiçek sadece onun gönlündeki hasret ateşini alevlendirmeye yarar, dindirmez hicranını. O, alâkaya, sevgiye ve içten bir tebessüme muhtaçtır; yalnızca yeme, içme ve sıcak döşekte uyuma karşılamaz manevî ihtiyaçlarını.

Kur'an üslubu ve valideyn

Ayet ve hadislerde anne-baba hukuku üzerinde ısrarla durulmuş ve onların haklarının gözetilmesi ve valideyne zulüm etmekten kaçınılması hususunda tergîb (teşvik etme, isteklendirme) ve terhîblerde (sakındırma, uzaklaştırma) bulunulmuştur. Zira, insan tabiatında başkalarıyla alâkadar olma ve onların ihtiyaçlarını görme isteği sınırlıdır; cibilli olarak onda kendisini anne-babasına adama iştiyakı yoktur. Her insan mutlaka anne-babasına karşı belli ölçüde bir alâka duyar; ama valideynin şefkati evladı için kurban olmayı dahi sıradan bir iş haline getirse bile, çocuğun anne-babayı görüp gözetmesi biraz iradesini zorlamasına bağlıdır. Oysa, çocuk kendisini onların hoşnutluğunu kazanmaya vakfetse, valideynin memnuniyetini Hakk'ın rızasına vesile bilerek hizmette hiç kusur etmese, sürekli onların gözlerinin içine baksa ve onları asla incitmese, hatta bir manolya gibi buruşup solmalarından korkarak onlara dokunurken bile dikkatli davransa... anne ve babanın bütün bu güzel muamelelere hakkı vardır. Bundan dolayı da, Kur'an ve sünnet, iradenin hakkının verilmesi icap eden böyle önemli bir mesele üzerinde ısrarla durmakta ve tergîb ü terhîbler sıralamaktadır.

Dinimizde valideynin hukuku o kadar önemlidir ki, Sâdık u Masdûk (sallallahu aleyhi ve sellem), bir soru üzerine "Cihada denk bir amel bilmiyorum" demesine rağmen, huzuruna gelerek cihada katılmak istediğini söyleyen pek çok sahabiye "Annen, baban sağ mı?" diye sormuş, "evet" cevabını alınca da, "Git, anne-babana hizmet et. Senin cihadın onların yanında; yapış annenin ayaklarına, Cennet orada." buyurmuştur.

Yine, hadis kitaplarında Fahr-i Kâinat Efendimiz'e biat etmek için gelen birinden bahsedilir. Ashab-ı Kiram'ın altın halkasına girmekle şereflenen o sahabi, en kutlu elleri tutar ve "Sana biata koştum ama annem babam arkada hicranla ağlıyorlardı." der. Şefkat Peygamberi (sallallahu aleyhi ve sellem), hemen ellerini geri çeker, memnuniyetsizliğini ifade eder şekilde şöyle seslenir: "Dön anne-babana, dön de ağlattığın gibi güldür onları."

  • Pek çok değer ölçüsünün unutulduğu günümüzde, anne-baba da bu umumî yozlaşmadan nasibini alarak bugünün şımarık nesilleri tarafından sadece birer yük gibi kabul edilir hale geldi.
  • İnsan, çevresine alâka duyan, evlat ve torunlarıyla, hatta torunlarının torunlarıyla münasebeti olan ve ancak bu alâka ve münasebetlerin gerekleri yerine getirildiğinde huzur bulan bir varlıktır.
  • İnsan tabiatında cibilli olarak kendisini anne-babasına adama iştiyakı yoktur. Bu açıdan, çocuğun anne-babayı görüp gözetmesi biraz iradesini zorlamasına bağlıdır.

Hizmet mazeret olamaz!..

Temel kaideler zaviyesinden bakacak olursak, anne-babanın hukukunu gözetme hususunda hiçbir mazeret geçerli değildir; her fert onlara karşı vazifelerini eksiksiz eda etmek mecburiyetindedir.

Bu vazife, herkes kadar hizmet erlerini de alâkadar eden bir mesuliyettir. Emr-i bilmaruf nehy-i anilmünker düşüncesinden ve dine hizmet gayesinden kaynaklanan bir kısım zaruretler bazılarımızı bazı yerlere bağlayabilir; ailemizden ve vatanımızdan uzak diyarlarda yaşama ile karşı karşıya bırakabilir. Fakat, ne ile karşılaşırsak karşılaşalım, nerede yaşarsak yaşayalım, bunlar sıla-yı rahimi ve valideyni görüp gözetmeyi ihmal etmemize mazeret sayılamaz. "Hizmet adına koşuyorum, öyleyse, onların hukukunu gözetmesem de olur" mülahazası bir aldanmadan ibarettir. Dahası, anne-babaya bir başka kardeşin ya da akrabanın bakıyor olması da diğer çocukları mesuliyetten kurtarmaz; onların hakları diğerleri üzerinde devam eder.

Bu açıdan, hizmet mülahazası ve hicret düşüncesi çok önemli olsa da, anne-babayı ihmal etmeye sebebiyet vermemelidir. Sevgi erleri engin bir şefkatle bütün insanlığın saadeti adına diyar diyar dolaşırken, kendi anne-babalarını, aile fertlerini ve akrabalarını da unutmamalıdırlar. Belki iki vazifenin de hakkını beraberce verebilecekleri hizmet zeminleri ve imkanları oluşturmaya çalışmalıdırlar.

Keşke şartları zorlasanız ve anne-babanızı yanınıza alsanız. Şayet, buna muvaffak olabilecek imkanlara sahip değilseniz, o zaman da hiç olmazsa belli bir zaman takdir ederek onları devamlı ziyaret etseniz, ellerini öpüp gönüllerini alsanız; birkaç gün yanlarında kalarak hal hatırlarını sorsanız, bazı işlerini görseniz, ihtiyaçlarını giderseniz. Onlara gerçekten değer verseniz, saygı ve hürmet gösterseniz ve tecrübelerinden, bilgi ve becerilerinden istifade etseniz. Yine imkân bulabilirseniz, onları kısa süreliğine de olsa ara sıra kendi evinizde misafir etseniz; hizmet ettiğiniz beldeyi, arkadaş çevrenizi ve hayat tarzınızı onlara gösterip gönüllerine itminan salsanız.

Bunların hiçbirini yapamıyorsanız -ki bunlar yapılamayacak şeyler değildir ve onlar için ne yapsanız değer- içinde yaşadığınız çağın muvasala ve muhavere imkanlarını kullansanız; sık sık telefon etseniz, hatta görüntülü telefonlarla ya da internet aracılığıyla onlarla görüşseniz; siz onların güzel yüzlerini görseniz, doysanız; onlar da sizi mimiklerinizde bile seyretseler, hasret giderseler.. ve ister yanınızda kalsınlar ister misafir olarak gelsinler isterse de telefon ve internet vasıtasıyla sizinle görüşsünler, bütün bu görüşüp konuşmaları, yapılan hizmetlerin büyüklüğünü anlatma yolunda birer fırsat olarak değerlendirseniz. Gayesiz ve başıboş olmadığınıza inanmalarını sağlasanız; vazifenizin mahiyetini ve keyfiyetini anlatarak, vesile oldukları için onların hasenat defterlerine de pek çok sevap yazılacağına, buradaki hasret ve hicrana bedel ötede ebedî vuslatı kazanacaklarına onları inandırıp yüzlerini güldürseniz.

Haftanın Duası

Rabbimiz! Önümüzden, arkamızdan, sağımızdan ve solumuzdan gelebilecek bütün tehlikelerden bizi muhafaza buyur.. açığıyla-gizlisiyle, büyüğüyle-küçüğüyle her türlü şirkten ve şirk şaibesinden emin eyle.. bizden yüz çevirme; çevirme ve bize şefkat ve re'fetinle teveccühte bulun.. rızıkların en güzeli olan mağfiretinle bizi yarlığa ve iyilik düşüncesine kilitlenmiş salih kullarından eyle! Duamızı, Senin yüce Habîbine, salât ü selam ederek bitiriyoruz; dualarımızı kabul buyur Rabb'imiz!

Sözün Özü

20. asırda en çok istiskal edilen, hatta hor ve hakir görülen değerlerin başında maalesef ana ve baba gelmektedir. Bu konunun; Batı dünyasında bulunmasına makul izahlar getirebiliriz ama aynı şeylerin İslâm dünyasında olmasını izah etmek oldukça zordur. Bir kere Kur'ân, ana-babayı 'valideyn' diye isimlendirerek, ikisini bir varlık gibi göstermiş ve onların haklarını Allah ve Resûlü'nün hakları ile aynı çizgide değerlendirmiştir. Ben şahsen, unutulan bu gerçeğin neslimize tekrar hatırlatılması gerektiğine inanıyorum.

İslam'da Anne ve Baba Hakkı (Hisar Camii Vaazı)

26 Mayıs 1991, İzmir Hisar Camii

  • Hayatının çoğu gaflette geçen insanoğlu, bu fani âlemde çok pahalı şeylere taliptir: Allah'ın kendi cemalini görmeye… Fakat insana verilen sermaye bütün bu ebedi güzellikleri kazanmaya yetmez.
  • İnsan ucuz bir varlık değildir. Bunun içindir ki secde Allah'a mahsus bir keyfiyet olmasına rağmen O (c.c.), meleklerin Hz. Âdem'e secde etmelerini emretmiştir.
  • Mesafelerin bittiği ve zaman mefhumunun ortadan kalktığı nokta, kulun Allah'a en yakın olduğu an.. secde anı…
  • Allah Resûlü'nün (s.a.s.) beyanları içinde anne-baba hakkı; "Yazıklar olsun anne-babasına veya ikisinden birisine ulaşıp da bu büyük vesileyi değerlendirip cennete giremeyenlere!.."
  • Asrımızda, insanımıza ait değerler ve dinamikler bir bir yıkılmıştır. Bu yıkılan değerlerden biri de anne ve babaya saygının ortadan kalkmasıdır. Onlar asrımızın çarpık düşüncelerinin mazlumu, mahkumu ve mağduru haline gelmişlerdir.
  • Efendimizin, sütanesine karşı gösterdiği örnek davranış: Mekke'nin fethinden sonra süt annesi yanına geldiğinde, Efendimiz hemen ayağa kalkmış, cübbesini yere sermiş ve onu üzerine oturtmuştur.
  • Çağımızda anne-babaların içler acısı durumu ve Cenabı Hakkın onlara verdiği kıstaslar üstü paye…
  • Günümüzde örnek bir davranış, anne-babasına saygı ve hürmet içinde geçen bir ömür…
  • Anne-babanın çocuğuna karşı davranışı fıtri bir davranışken, çocuğun anne ve babasına karşı davranışı bir hak, bir vecibedir ve bu yüzden onların haklarını ödemek nerdeyse imkansızdır.
  • Cihada çıkmak için kendisine gelen sahabiye Efendimizin tavsiyesi: "Dön, eğer bir cihad yapacaksan anne ve babana karşı cihadını yap!"
  • Yurtlarını-yuvalarını terk edip Allah Resûlü'ne biat için gelen fakat anne ve babasını gözyaşları içinde bırakan birisine Efendimizin cevabı: "Dön, ağlattığın gibi güldür onları!"
  • Anne ve babaya itaat, belaların kalkmasına ve rızkın artmasına vesiledir: "Eğer aranızda iki büklüm ihtiyarlarınız, süt emen çocuklarınız ve ot otlayan hayvanlarınız olmasaydı belalar dolu gibi başınıza yağardı."
  • Mağarada mahsur kalan üç arkadaş ve kurtuluş için Allah'ın rahmine vesile yaptıkları yakarışları…
  • Bir güne sığmayacak bir hak.. anne ve babalara verilen bir gün onların çiğnenen haklarını karşılamaktan çok uzaktır.
  • Annenin mi babanın mı çocukları üzerindeki hakkı daha fazla? Efendimizin bu mevzudaki beyanları…
  • Ayetler ışığında anne-baba hakkı ve ukuk'un (anne-babaya karşı serkeşlik etmek) encamı…
  • İslam'da üç büyük günah: Allah'a ortak koşmak, anne ve babaya karşı serkeşçe davranmak ve yalan yere şehadet etmek.
  • Kıyamet gününde Allah'ın kendileriyle konuşmayacağı üç zümre…
  • Asrı saadetten ilginç bir sahne.. son nefesini vermek üzereyken annesini rencide ettiğinden dolayı telkine cevap vermeyen bir genç ve Efendimizin tasavvurları aşan feraseti…

Bu dosyayı indirmek için tıklayın...

Öyle Anne-Baba Benden Uzak Olsun!

Herkes kendi sorumluluk alanının mes'ulüdür ve elinin altındakilerden sorumludur. Bakıp görme, görüp gözetme mevzuunda bütün başarılar onun hasenat hanesine, bütün olumsuzluklar da seyyiat hanesine yazılacaktır.

Peygamberlerin Anne Şefkati Altında Yetişmeleri

Peygamberlerin hayatlarına bakıldığında onların pek çoğunun babalarının, annelerinden önce öldükleri, bu sebeple annelerinin himayesinde büyüdükleri görülür: Meselâ, Hz. Musa'nın babası, annesinden önce vefat etmiştir.. ve O, annesinin himayesinde büyümüş bir yetimdir. Hz. Mesih'in babası zaten hiç yoktur. Çünkü o, bir mucize olarak babasız dünyaya gelmiştir. O yüce annesi ona hem annelik hem de babalık yapmıştır. Efendimiz'in de (sav) daha dünyaya teşrif etmeden babası vefat etmiş ve O'nu yetim bırakmıştır. Burada, bu ulü'l-azm peygamberlerin hemen hepsinin anne himayesi, anne idaresi, anne terbiyesi ve anne gözetimi altında büyümelerinin önemi ortaya çıkmaktadır ki, böyle bir konu üzerinde durulması gerekir diye düşünüyorum.

Vefa ve şefkat abidesi: Anne

Fethullah Gülen: Kürsü: Vefa ve şefkat abidesi: Anne

Anne kendi dünyasında bir kutup varlıktır. Kâbe, topyekûn kâinat hakikatinin; Mekke, umum beldelerin, dimağ bütün bir bünyenin ruhu, manası, özü ve atlası olduğu gibi, anne de ailenin temeli, direği, esası ve Yaratıcı Kudret’in de en önemli bir malzemesidir. Yuvada her şey onun etrafında döner, ona dolanır ve ona dönüşür. O ise kutup yıldızı gibi hep kendi çevresinde döner ve ucu gökler ötesi bir yörüngede yol alır.

Onlar, bizi, her bağırlarına basışlarında karşılık beklemeyen birer vefa kahramanı misillü büyülü bir hal alır; biz de onlarla her şeyi aşabileceğimiz hissiyle bir güven ve emniyet içinde gerilir, etrafı süzer; hatta herkese meydan okuyor gibi bir tavra girer ve onlara sımsıkı sarılırdık.

Anne, gökler kadar derin.. ve içinde göklerin yıldızları kadar duygu ve düşüncelerin kaynaşıp köpürdüğü, köpürüp lav ırmakları veya yer altı çayları gibi şuraya-buraya aktığı sırlı bir his yumağıdır. Evet o, acı-tatlı kaderiyle uyumlu.. sevinçlerle, kederlerle barışık.. beklentileri olmayan, beklentilere takılıp yavrularına gönül koymayan.. tabiatı İlahi ahlâkla kristalize öyle bir vefa ve şefkat abidesidir ki; ne çektiği mihnetlerin mahşerdeki ter lüccesine denk gelip gırtlağına dayanması; ne de evlat vefasızlığının bir poyraz gibi esip ruhunu sarması; sarıp ona gurbetlerin en acısını yaşatması onu dize getiremez ve ona “pes” dedirtemez...

Anam!.. Kuzum!..

Çocuğunun parçalayıcı neşterleri altında, ciğeri delik-deşik edilirken, bıçağı eline kaçırıp da “Anam!” diye inleyen bir kanlı katilin koluna “kuzum!” çığlıklarıyla sarıldığı hikâye edilen bir anne ciğeri hikâyesini, çocukluğumdan beri ne zaman anmışsam hep ürpermiş ve bu mini damlada anne şefkatinin enginliğini duymaya çalışmışımdır. Hele, ebediyet ve ahirete inanan, dolayısıyla da bedenî ve cismanî olduğu kadar uhrevî ve ruhanî yanları da olan anneler!. Bunlar madde ve mananın, cisim ve ruhun yerleşik âleminde, gönülleri evlatlarına karşı, tasavvurlar üstü öyle güçlü rabıtalara sahiptir ki; dünya ehlince çok köklü ve güçlü kabul edilen alakalar bile ona nispeten zayıf bir gölgeden ibaret kalır. Ne var ki, imanı, imandaki sonsuzluk zevkini duymayanlara bunu anlatmak çok da kolay olmayacaktır.

Evet, onlardaki samimiyetin hep böyle derin kalmasını, ihlâsın kesintisiz devam etmesini ve onların kalplerinin her zaman sevgiyle coşmasını, bakışlarının alaka ve güven va’diyle içimize akmasını fena ve zeval vadilerinde yetiştikleri halde bu kadar ebedî ve maveraî hislerle dolup-taşmalarını anlatmak oldukça zor olsa gerek...

Bir düşünün; bizim için onlar, ne uzun hazırlıklar dönemi geçirmiş! Ne aşılmaz zorluklara toslamış ve neleri aşmış? Ne çetin hadiselerle pençeleşmiş, ne kadar hayal ve melal ile oturup kalkmış? Ne hülya ve rüyalarla dolup boşalmış, ne kadar yeis ve inkisarlarla burkulmuş? Ne zorluk ve sıkıntıları göğüslemiş ve kaç türlü çileyle preslenmiş? Ne sancılar çekmiş ve ne kadar inlemiş? Kaç defa çığlık çığlığa ağlamış ve ne kadar ağlama dindirmiş? Kaç defa merhametle coşmuş ve kaç defa merhamete ihtiyaç hissetmiş? Hasılı bizim için ne değerli şeyler harcamış ve ne emekler sarf etmiş.. sarf etmiş de sonra da herhangi bir beklentiye girmemişlerdir...

Evet, bizi, varlığa ermenin hemen her safhasında kucaklayan, koklayan, öpüp öpüp okşayan, teessür ve infiallerimizi yatıştırıp sıkıntılarımızı paylaşan; yemeyip yediren, giymeyip giydiren, açlığını-tokluğunu, açlığımız-tokluğumuz içinde hissedip yaşayan, mutluluk ve saadetimiz adına insanüstü bir gayretle akla-hayale gelmedik zorluklara katlanan.. bize, vücudumuzun gelişmesi, irademizin kuvvetlenmesi, zekâmızın incelip keskinleşmesi, ufkumuzun uhrevîleşmesi yollarını gösteren.. bütün bunları yaparken de açık-kapalı herhangi bir beklentiye girmeyen bir varlık varsa, işte o da anadır.

Biz, korumanın-kollamanın neş’esini-heyecanını, gösterişini-hesabını, sistemini-yolunu onlarda görmüş, onlarda tanımış, onlarda duymuş ve onlarda tatmışızdır. Hele, ihtiyaç ve zaaflarımız; güçsüzlük, yetersizlik ve hayatın bir kısım aksilikleriyle birleşerek üzerimize çullanışında hep onlara sığınmış ve karşımıza çıkan handikapları hep onlarla aşmaya çalışmışızdır. Biz onlara sığınırken onlar da gönüllerinin bütün sıcaklığıyla bizi sinelerine basmış ve hafakan dolu gönüllerimize emniyet ve itmi’nan üflemişlerdir...

Anne eli her şeyin üzerindedir

Şu gökkubbe altında ne varsa onun eli hepsinin üstündedir.. ve cennete giden yol onun ayaklarının altından geçer. Allah, kitabında ona öyle bir ululuk ve sultanlık vermiştir ki, yeryüzü sultanları ona nisbeten, liyakatsiz başlarda kuru birer taçtan ibaret kalırlar. Zaten, onun ayağının altında yerini bulamamış başlardaki taçların da kalıcı hiçbir değeri olduğu söylenemez.

Ey ruhlar gibi ince, melekler kadar masum ve gökler kadar da derin, yüce ve değerli varlık! Biz hepimiz senin kölelerin, sen ise şefkat, vefa ve samimiyet ağıyla bizleri avlayıp esir eden taçsız bir sultansın! Eğer şu varlık âleminde her şeyin kendine göre bir ruhu, bir hayat cevheri varsa, bizim hayat cevherimiz de sen olmalısın!

Allah, kıyamet sabahında seni Zât’ının ışıklarıyla aydınlatsın! Geleceğin, cennetin cuma yamaçları gibi neşeli ve vuslatın da kutlu olsun.

Peygamberler ve anne şefkati

Peygamberlerin hayatlarına bakıldığında onların pek çoğunun babalarının, annelerinden önce öldükleri, bu sebeple annelerinin himayesinde büyüdükleri görülür: Meselâ, Hz. Musa’nın babası, annesinden önce vefat etmiştir ve O, annesinin himayesinde büyümüş bir yetimdir. Hz. Mesih’in babası zaten hiç yoktur. Çünkü O, bir mucize olarak babasız dünyaya gelmiştir. O yüce annesi ona hem annelik hem de babalık yapmıştır. Efendimiz’in de (sallallâhu aleyhi ve sellem) daha dünyayı teşrif etmeden babası vefat etmiş ve O’nu yetim bırakmıştır.

Burada, bu ulü’l-azm peygamberlerin hemen hepsinin anne himayesi, anne idaresi, anne terbiyesi ve anne gözetimi altında büyümelerinin önemi ortaya çıkmaktadır ki, böyle bir konunun üzerinde durulması gerekir diye düşünüyorum.

Her şeyden önce anne, bir şefkat kahramanıdır. Vazifesi şefkate dayalı bir nebinin, bir şefkat kahramanına emanet edilmesi şuuraltı müktesebatı açısından çok önemlidir. Evet, anne, babadan daha şefkatlidir. Baba, iradesiyle şefkatini baskı altına alır ve çoğu zaman onu hissettirmez. Çünkü babanın iradesi anneye nazaran daha güçlüdür. Annenin, şefkat adına iradesini, baba kadar zapturapt altına almaması çocuğun yetişmesi bakımından fevkalâde ehemmiyetlidir ve onun böyle görünmesi, çocuk için bir güven kaynağıdır. Ayrıca baba, maîşet yükünü çektiği için hep dışarıdadır. Anne ise çoğunlukla evdedir. Şayet baba, çocuğa anneden daha yakın görünürse çocuk kendisine uzak birinin vesâyetinde büyüyor gibi olur. Aksine günün büyük bir bölümünde annenin sinesinde onun şefkat dolu soluklarını hissederek büyüyen yavru şefkat görür, şefkat duyar ve şefkate açık gelişir. Diğer yandan baba, anneden önce ölünce anne, aynı zamanda babanın yokluğundan hâsıl olan boşluğu da kapamaya çalışır. Böylece annenin çocuğuna yudumlattığı şefkati ikiye katlanır.

Ayrıca baba güçlüdür. Hayatın her türlü zorluğunu göğüsleyebilecek, icabında ailesi adına kavga verip onları savunabilecek kapasitededir ve savunur. Kendilerini bu ölçüde himaye edecek birini başlarında bulamayan bu mübarek yetimler onun boşluğunu Allah’ın himayesiyle doldurmaya çalışırlar. Bu açıdan da sanki Allah, onların maddeten kuvvet kaynağı olarak güvenip dayanacakları insanları ellerinden çekip almak suretiyle, cebr-i lütfî onların tamamen Kendisine teveccüh etmelerini sağlamaktadır.

Evet, peygamberlerin hayatlarına dikkatlice im’ân-ı nazar edilse onların o sırlı dünyalarında kim bilir daha ne büyüler, ne esrarlı hakikatler görülür.

Haftanın duası

Ey sevdiği kullarını hiç yalnız bırakmayan Mevlâ’mız! Sen bizim için lütufkâr namına lâyık yegâne Zatsın. Biz muhtaç kullarını riayet ve inayetinle, insî ve cinnî şeytanların asla ulaşamayacağı sıyanet kalene al… Etrafımızı muhafaza surlarınla kuşat… Düşmanlıkla oturup kalkan kötü niyetli kimselerin şerlerinden bizi muhafaza buyur. Efendimiz Hazreti Muhammed’e, aile fertlerine ve bütün ashabına salât u selam ederek bunları Senden dileniyoruz. Âmin.

Sözün özü

Allah, bütün esmâsıyla tecellî buyurup kâinatı, daha sonra da insanı yaratmıştır. O, Allah’ın başına koyduğu insanlık tacıyla tam bir halifedir ve O’nun aziz kılmasıyla da azizlerden azizdir. Tabiî, Allah isterse onu zelil kılıp tepe üstü de getirebilir. Öyleyse insan, kendisine hilâfeti lütfeden Zat’a ciddî bir teveccühle sımsıkı sarılmalı ve ‘kemer beste-i ubûdiyet’ içinde O’na karşı kulluğunda bir lâhza bile kusur etmemeye çalışmalıdır.

 

  • 1
  • 2
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.