Türkiye’de ve yurtdışında Hizmet’in açtığı okullar ülkemiz için neler yaptılar?
"Okullar bir şahsa ait değildir; bu eğitim müesseseleri bu milletindir dedik. Okulların açıldığı Rusya Federasyonu gibi ülkelerde KGB birikimine sahip istihbarat örgütleri gibi teşkilatların olduğunu; bu örgütlerin, 12 senedir okulları adeta mercek altında tuttuklarını ama menfi bir şey görmedikleri için bu müesseselere dokunmadıklarını, fakat maalesef, Türkiye'den bazılarının el altından o servislere düzmece haberler ulaştırdığını söyledik. Neylersiniz ki, okumuyor, işin hakikatini anlamaya gayret etmiyor ve sadece şüpheler üretmeye çalışıyorlar. Doğrusu, bu mevzuda kuşku duyanlar, kendi devletimizi de zan altında bırakıyorlar. Çünkü, bu okullar, kaç senedir normalin çok üstünde teftişler geçirdi ve menfi hiçbir şey olmadığı defalarca hem de devlet birimleri tarafından dile getirildi."
Türkiye'nin adı Dünya'ya duyuruldu
Türk dili ve bayrağının bu denli geniş bir coğrafyada dalgalanmasının ana sebebi olan bu okullar gönüllü birer fahri konsolos gibi çalıştığını, milyonlarca dolar verilerek yapılamayacak tanıtım ve lobi faaliyetlerini gerçekleştirdiğini söyleyen Fethullah Gülen Hocaefendi, bu okulların hayata geçirilmesinde Türk büyüklerinin ve idarecilerin katkısını da göz ardı etmiyor. Turgut Özal'dan Bülent Ecevit'e kadar devletin başında bulunmuş devlet adamlarının bu okullar konusunda takdirkar davrandıklarını söylüyor ve şöyle devam ediyor:[1]
Siz bir yönüyle kendinizi ifade etme ve aynı zamanda dilinizi dünyaya duyurma imkânı buldunuz. O mekteplerde İngilizce okutuluyordu ama bu arada kendi dilimizi de başkalarına öğretme fırsatı doğdu. Türk dili böyle geniş bir coğrafyada hiçbir zaman bu ölçüde ele alınmamıştı. Bunu merhum Turgut Özal ifade ettiği gibi ondan sonra gelen cumhurbaşkanı Süleyman Bey de ifade etti. Daha sonra Bülent Ecevit Bey de ifade ettiler. "Bu büyük bir hadisedir" dediler.
Türkiye'yi tanıtma adına dünya kadar para sarf ediliyor fakat hiç de tanıtma olmuyor. Ben televizyonlarda seyrediyorum. Değişik yerlerde "Türkiye'yi biliyor musunuz, tanıyor musunuz" diye soruyorlar. "Galatasaray'la, Fenerbahçe ile biliyoruz" diyorlar. Demek ki sadece stadyumlardan tanıyorlar Türkiye'yi. Onlar da futbola meraklı olanlar. Fakat bu okullar ve eğitim faaliyetleriyle Türkiye'nin adı duyuruldu dünyada.
Şimdi gelecek adına bu okullarda yürekten ve samimi olarak Türkiye'ye ve Türk insanına bağlı öyle lobiler oluşacak ki bunu görmemek için kör olmak lazım. Başka zaman da arz etmiştim, şu hadiseyi hiç unutamam. St. Petersburg'da zannediyorum, bir beyaz Rus çocuğa soruyorlar. "Büyüyüp vazife aldığın zaman ilk defa ne yapmak istersin" diye. "Ben devlet kademelerinde görev alsam veya devletin başında olsam, ilk defa Türklerle aramızdaki münasebeti düzeltirim" dedi. Ben hıçkıra hıçkıra dinledim onu. Gerçek vaka bunlar. Bir ölçüde sizin kültürünüzle yetişiyor, sizi tanıyor. Öğretmenine duyduğu saygıyı tamim ediyor, o öğretmenin mensup olduğu millete tamim ediyor ve saygı duyuyor. Şimdi bunlar öyle şeylerdir ki milyonlarca dolar harcasanız her yerde bunu yapamazsınız. Bunlar devlet adında bedava yapılıyor. Şimdi meselenin bu yanına bakınca tanıtım ve aynı zamanda gelecek adına samimi, yürekten lobiler oluşuyor demektir.
Okullar ne yaptılar?
Yıllardır "bizden adam olmaz" düşüncesini üstünden sıyırıp atan bu milletin evlatları Türkiye ve dünyanın dört bir yanında açılan bu okullarda okuyarak madalyalar kazanmaya, Türk bayrağını göndere çektirmeye başladı. Tarihi, milli ve manevi değerlerine bağlı bu ilim ve irfan yuvaları Türkiye'nin geleceği adına paha biçilmez birer müessese olduğunu herkesin gözlerine gösteriyor. Hocaefendi Türk milletinin bu okullarla üstündeki ölü toprağını sıyırıp attığını şöyle anlatıyor:[2]
25 senedir Türkiye'de ve yurt dışında açılan bu okullar ne yaptılar? Türk toplumu yeniden ilme uyanışını bu okullarla ortaya koydu. Dünyanın dört bir yanında olimpiyatlarla avaz avaz kendisini bağırıyor. "Türk Milleti de bu işte var" diye haykırıyor. Amerika'dan tutun Güney Afrika'ya, oradan Sibirya'ya kadar gitmişler. Bütün tehlikeleri göğüsleyerek buralara kadar giden insanlar Türkiye'nin bayrağını, şerefini yükseltmişler.
Bu konuda bizim bayrağımızın altta kalmasına hiç tahammülüm yok benim. Çin'in, Rus'un, Amerika'nın bayrağı, belki 4 bin yıldan beri insanlık tarihinde önemli bir yeri olan Türk Milletinin bayrağının üstüne çıkmasına hiç tahammülüm yok. Bu okullar aldıkları madalyalarla yurt içinde veya yurt dışında Türk bayrağını dalgalandırmışlar. Kendisiyle görüştüğüm o liselerden birinin müdürü; "Nazar değer diye söylemiyorum ama bizim talebelerin yüzde yüzü üniversiteyi kazandı" dedi.
Zannediyorum böyle özel teşebbüs yoluyla açılan okullarda yetişen talebelerin hemen hepsi çok düşük farklarla da olsa durum aynıdır. Hepsinde belki yüzde doksan veya yüzde yüz başarı bulmak mümkündür. Bu bir seviyedir.[3]
Eğitim hizmetlerinden geri dönüş yok
Fethullah Gülen Hocaefendi millet olarak neden geri kaldığımızı, dünya dengelerinde Türkiye'nin yerinin neden ön planda olmadığını eğitimde geri kalışımızla açıklıyor. Eğitimsizliğin milletimizi ne hale getirdiğini yaşayarak gördüğünden küçük yaşlardan itibaren cami kürsülerinde verdiği vaazlarda insanlara hep çocuklarını okutmaya ve eğitim faaliyetlerine destekçi olmaya çağırdı. Hocaefendi bu konuda şöyle diyor:[4]
Ülke olarak uluslararası planda kendimizi tanıtma ve ifade etme fırsatı bulamadık biz. Türk toplumuna hep yukarıdan baktılar. Çünkü fakir bir millet haline gelmiş ve devletler muvazenesindeki yerimizden çok uzaklaştırılmıştık. Elalem bize Avrupa kapılarına gitmiş işçi nazarıyla ve onların üniversitelerinde ilim dilenen insanlar nazarıyla bakıyordu. 1992'de buraya (ABD gezisi) geldiğimiz zaman -burada şahidim de var benim- dediler ki "Bazı üniversitelerde hocalar, kendilerini Türk diye belli etmiyorlar, Türklükten utanıyorlar." İşte bu ağır gelir bana. Çok onuruma dokunur benim. Millet olarak kendimizi yeniden anlatmamız lazım. Bunlar hep anlatılması gerekli olan şeylerdir.
Bir dönem gezdiğim her yerde söyledim, yine fırsat olsa her yerde söylerim. "Eğitime önem verin" derim. Cami kürsülerinden cemaate söyledim, gizli kapaklı söylemedim. "Bu ülkede vatan evladı sadece Kur'an kurslarında okuyanlar mıdır, neden diğer mekteplerde okuyanlar sahip çıkılmıyor" dedim. İmam hatip mektepleri açılmaya başlandığında bizler bu okullar için koşturduk. İmam Hatip mektebi derneğinin başında senelerce idarecilik[5] yaptım. Fabrika fabrika, kapı kapı dolaşarak bu okullar için adeta dilencilik yaptım. Yine o cami kürsülerinden "Bu ülkenin evladı sadece imam hatipte mi okuyor, neden diğer mekteplerde okuyan çocuklara sahip çıkmıyorsunuz" dedim. İmam hatipte okuyanların sayısı yüzde kaça tekabül eder? Bunların dışında bir yığın talebe var, neden onlara bakmıyorsunuz, neden sahip çıkmıyorsunuz, neden özel okullar açmıyorsunuz" diye söylediğim çok olmuştur.
Şimdi kalkıp ne diyeceğim yani millete? "Ben bir zamanlar size şöyle demiştim, ben yanlışmışım, o iş yanlışmış ben bundan vazgeçiyorum. Siz çocuklarınızı mülkiyeye koymayın, hukuka koymayın, falan yere koymayın, filan yere koymayın" mı diyeceğim. Fırsat bulsam yine şunu derim: "Bu ülkede ne kadar okul varsa o ülkenin insanının okullarıdır. Bütün bu okullara çocuklarınızı veriniz ve sahip çıkınız, ruh ve mana köküne bağlı, bizim tarihi değerlerimize bağlı insan yetişsin" derim. Bugün ve her zaman aynı şeyleri söylerim. Ben her zaman inandığım bir şeyi söylemişim, inandığım bir şeyi söylemekten vazgeçme niyetinde de değilim. Bu meseleyi 20 yaşlarında kavramış ve o günlerden beri cami kürsülerinde söylemiş biri olarak "Bu memleketin çocukları sadece Kur'an kurslarında, imam hatipte okumuyor, hatta sadece şu lisede bu lisede okumuyor, memlekette ne kadar okul varsa hepsine niye çocuklarınızı koymuyorsunuz" diye Anadolu insanına ve Türk insanına haykırırım. Bundan kimsenin gocunmaya hakkı yoktur.
Talebeler Türkiye sevdasıyla yetişiyor
Dünyanın değişik yerlerinde açılan okullardan mezun olan talebelerin Türkiye açısından ne ifade ettiğini ve bu hizmetleri baltalamak isteyenleri şöyle anlatıyor:
Binlerce talebe bu okullardan mezun oldu. Üniversitelerde okudu veya okumakta. Dünyanın değişik ileri ülkelerinde kariyer yapıyorlar. Ve bunlar kendi ülkelerinde vazife aldılar. Okuyup yetişen bu binlerce talebe Türkiye sevdasıyla yaşıyor. Sizin milyonlarca dolar sarf ederek yapmak istediğiniz lobileri onlar yapıyorlar. Soruyorlar, "Nerede okumak istiyorsunuz?" "Türkiye'de istiyorum, orada bir üniversitede okuyacağım, ne olursa olsun bir Üniversite okuyacağım" diyor.
Şimdi temerrüd ve inat öyle kör eden bir faktör ki, bütün bu güzellikleri görmüyor. Görenler çok, Allah onlardan razı olsun ve sayılarını arttırsın. Fakat öbürleri meseleye öyle bakmıyor. Neden? Bu faaliyetler güzel şeyler ama işte Ebu Cehil'in Muğire İbn-i Şure yanında Efendimiz'le alakalı ifade ettiği gibi "Madem böyle güzel şeyler yapılacaktı, fakat bunu biz yapmalıydık, bu bizim işimizdi, bunlar da nereden çıktı" diyorlar.
Dünyanın bilmem kaç yerinde okul açacaksınız, neredeyse sayısı bine ulaşacak, bunun dışında kültür lokalleri açacaksınız, sempati kazanacaksınız, herkes çocuğunu size vermek için yarışa girecek, kuyruk olacaklar. Şimdi Türkiye'de bir zümre var ki, "Allah Allah bu büyük işi gerçekleştirmek böyle bir kısım İlahiyatçılar, imamlar, müezzinlere düşmemeliydi, bunu biz yapmalıydık" diyorlar.
Fedakârlık ister
Okulları kıskanan ve hatta "böyle bir hizmeti biz yapmalıydık" diyen çevrelerin bu işi öyle ahkâm kesmekle götüremeyeceklerini ifade eden Hocaefendi, "O okulların arkasında koskocaman bir milletin himmeti vardı. Yani, hayırsever ve civanmert insanlar, kapı kapı, fabrika fabrika dolaştılar; adeta para dilendi ve İmam Hatip yaptılar. Hiçbir fedakârlıktan geri kalmadılar, bu iş büyük fedakârlıklar ister" diyerek engel olmak isteyenlere şu daveti yapıyor:
Peki, gitsinler yapsınlar, görelim bakalım. Fakat yüklü maaş almadan yapamazlar ki. Bir amele ve işçi gibi okul tamir etmek suretiyle çalışamazlar ki. Her sene okulun restorasyonu için taş, tuğla, moloz taşıyamazlar ki. Paçalarını sıvayıp tuvaletlerini temizleyemezler ki. Bunlar ciddi fedakârlık isteyen meselelerdir. Hasbilik isteyen, başkaları için yaşama ruhuyla serfiraz olma meselesidir. Mümkün değil başka türlü yapılması. Maaş almadan çalışacak, yurdunu yuvasını terk edecek, evinde duvaklı gelini terk edecek insanlar. Anasını ağlayarak bırakıp giden ve bazen de kendileri vefat edip anasını ağlatan insanlar. Genel tabloyu birden göz önüne getirdiğiniz zaman böyle cidden bu işe adanmamışsa, kendi kültürünü dünyaya duyurmak için yollara düşmemişse, bir insanın bunları yapması mümkün değildir.
Buyursunlar yapsınlar. Gerçi yapmak isteyenler oldu, o işe kalkıştılar fakat sonuna kadar götüremediler. Bir kesim de var ki, "Hayır onlar yapmamalıydı bunu, bu iş ne din işi, ne de dindar işi, bu işin içinde din de, dindarlık da olmamalı" gibi bir acayip taassupla hareket edenler var. Dolayısıyla siz sadece eğitim faaliyetleri değil, daha güzel şeyler yapsanız, mesela Türkiye'yi birden bire Amerika'nın, Hindistan'ın, Çin'in gücüne denk hale getirseniz, herkes sizin kapınıza koşsa, dünyadaki borsalar hep böyle sizin borsalarınızdaki ayarmetrelere baksalar, durumlarını ona göre ayarlasalar, bunu siz yaptığınız için bu iş yine merduttur.
Demokrasiyi hazmedemeyenler
Hocaefendi, inat ve aşırı bir taassupla gözleri ve gönülleri eğitim hizmetlerine kapanmış çevrelerin içinde bulundukları kısır döngüyü şöyle ifade ediyor:[6]
Neylersiniz ki, demokrasiyi hazmedememiş, o kültürle yetişememiş bazı kimseler insanımızı birbirine düşürerek kargaşa çıkartmaktan, kan dökmekten ve anarşiye zemin hazırlamaktan geri durmuyor; suni olarak oluşturdukları puslu havayı kendi hesaplarına değerlendirmek için fırsat kolluyorlar. Toplum içinde ayrımcılık yapıyor, kendilerini farklı görüyor, "başkaları" dedikleri insanlar için hak ve hürriyetleri fazla buluyor ve "Siz nereden çıktınız; sizin ne hakkınız var ki hak iddiasında bulunuyorsunuz!" gibi tuhaf düşüncelerle ve çiğ sözlerle insanları rencide ediyorlar. Öyle ki, bu vatan evladına, özbeöz Anadolu insanına "Dünyanın değişik yerlerinde okul açmak sizin ne haddinize, Türkçeyi öğretmek size mi düştü?" deme cüretinde bile bulunabiliyorlar.
İşte bu hizmetlerin böyle dindarların eliyle yapılmasına karşı mütaassıbane bir tavır var. Ve bu tavır onlara şunu söylettiriyor. "Ne yapın edin bir şey bulun, işin önünde ve sonunda kim varsa karalayın. İftira edin bunlara. Yediler, içtiler, hortumladılar, iffetsizlik yaptılar deyin. Maşeri vicdanda yokluğa mahkûm edin, karalayın, halkın desteğini kesin, halktan koparın bunları, ne yaparsanız yapın ve bunları durdurun" gibi mülahazalarla soluklanıyorlar. Bununla belki rahatlıyorlar. Fakat Kur'an-ı Kerim'in ayetine dayandırarak bir şey arz edeyim. "Bilesiniz ki siz ıstırap çekiyorsunuz, eleme maruz kalıyorsunuz. Fakat inanın onların elemi başlarından aşkındır. Bu açıdan da zinhar, yaptığınız işten dûr olmayın. Korkmayın, tasalanmayın, inanıyorsanız ve eğer müminseniz üstünsünüz" (Âl-i İmran, 3/139) diyor.
O zaman bu okulların ne yaptığının bilinmesi lazımdır. Bu okullar Türk milletinin adını dünyanın dört bir yanına duyuruyor, Türk insanının itibarını yükseltiyor, gelecek adına lobiler oluşturuyor, dünyanın yer yerinde birer sulh adacıkları oluşturuyorlar. El alem harb ü darp (yakma, yıkma ve savaş) hülyaları yaşamasına karşılık bu arkadaşlar gittikleri her yerde emniyet ve güven solukluyorlar. Bilelim ki buna karşı çıkan kimseler ya aklından zoru var veyahut da haset gözünü öyle bürümüş ki nerede ve nasıl bir tavır alacağını bilemiyor.
Kafayı değirmenin suyuna takanlar
Dünyada açılan bunca okulun hangi kaynaklarla açıldığını, nerelerden ve hangi güçle bunların tesis edildiğini dile dolayan çevreler "değirmenin suyu nereden" diyerek eğitim hizmetlerini karalamaya ve zan altında bırakmaya çalışıyorlar. Hatta ortaya attıkları sloganlarla milletin kafasını karıştırıyorlar. Fethullah Gülen Hocaefendi bu soruya "O kaynak Milli Mücadelede nereden geldiyse şimdi de oradan geliyor" diyerek şu açıklamada bulunuyor:[7]
Sürekli "Değirmenin suyu nereden geliyor?" gibi sorularla milletin zihninde şüpheler hasıl etmeye çalışıyorlar. Oysa herkes biliyordu ki; bu hizmetler İstiklal Harbi'ndeki fedâkarlığı, bugün bir başka şekilde ortaya koyan milletimizin hizmetleriydi ve kaynağı da onların yürekleriydi. Türkiye'nin bütün köy, kasaba, ilçe ve illerindeki hayırsever insanların desteği vardı bu okulların arkasında. Ülkemizin en gözde üniversitelerinden mezun olarak öyle dolgun maaşla değil, burs miktarı kadar bir parayla çalışan gencecik öğretmenlerin alın teri vardı.
Aslında, yurtdışındaki bir okulun öğretmenlerinin, devlet yardımı olarak verilen patatesle altı ay yaşadığını bu soruların sahipleri de biliyorlardı. Belki onlar, o patatesi pişiren aşçının kendi yemeğini evinden getirdiğini de biliyorlardı! Parasızlık nedeniyle üç aile bir evde kalanlardan, düğününü yapar yapmaz gerdeğe girmeden okuluna koşan, destanlara malzeme teşkil edecek Anadolu'nun yağız delikanlılarından onlar da haberdardı.
Kaldı ki, devletin istihbarat organları böylesine göz önünde ve sayıları yüzleri aşan eğitim kurumu adına bir başka yerden gelme para iddiaları için bugüne kadar tek bir belgeye, ya da örneğe ulaşamamıştı. Çünkü milletin helal katkılarından başka herhangi bir kaynak yoktu. Değirmen, alın teri, gözyaşı ve fedakâr Anadolu esnafının hayır duygusuyla dönüyordu.
Dünyanın değişik yerlerinde konuyla ilgili yapılan ilmî çalışmalara şöyle bir göz atılırsa, sosyal ve siyasal bilimcilerin şu kanaatte birleştiği görülecektir: Bu "Gönüllüler Hareketi", hiçbir dış güce bağlı olmayan bir sivil toplum hareketidir.
Evet, yerli bir kaç kurumu ya da yabancı bir devleti arkasına almadan bir şey yapmaktan aciz olanlar, halkın teveccühünden ve Allah'ın inayetinden başka hiçbir güce dayanmayan bu gönüllüler hareketini anlamakta zorlanabilir. Almadan vermesini bilmeyenler, başta kendi milleti olmak üzere tüm insanlığa hizmet için fedâkarlık yapma duygusunu idrak edemeyebilir. Fakat görülen o ki; benim sadece müşevviki (teşvikçisi) bulunduğum bu gayretlerin bir halk teşebbüsü olduğunu ve 'değirmenin suyu'nun da Anadolu'nun tertemiz bağrından geldiğini aslında herkes çok iyi biliyor. Ne var ki, bu Anadolu pınarını istedikleri yöne akıtamayanlar kıskançlık, haset ve kinle onu kurutmaya çalışıyor.
Değirmenin suyu milli mücadeleden geliyor
Fethullah Gülen Hocaefendi bir başka sohbetinde bu "değirmenin suyu" meselesin daha detaylı bir açıklama getirerek şöyle konuşuyordu:[8]
Bu hizmetlere karşı olan "Bu kadar okul açmak için gerekli kaynak veya değirmenin suyu nereden geliyor" diyenlere şu cevabımız vardır: Bu hizmetler parça parça başlamış, bir yerde, iki yerde, üç yerde derken Türkiye'nin içine yayılmış, sonra dünyanın değişik yerlerine dağılmış bir eğitim faaliyeti. Buralara giden öğretmen arkadaşlar Türkiye'de bazı zenginlerin, vakıf ve derneklerin desteğini alarak dünyanın dört bir yanına dağılmışlar. Oralara gitmişler ama çok ciddi mağduriyetler de yaşamışlar. Rahmetli Aydın Bolak Bey[9] gözleri dolarak anlatırdı. "Eksi 60 derece soğuk bir ülkede çok defa maaş da alamadan bu arkadaşlar hizmet etmeye çalışıyorlar" diye anlatmıştı. Gözüyle gören bir insan anlatıyor bunu. Zaten gözüyle gidip gören insanlardan aleyhte olan çıkmadı. Oturduğu yerde oturup, sırf böyle aleyhte duygu ve düşüncelerle beslenen insanlar, gerçi beslenme mi denir buna, yoksa kafası karıştırılan insan mı denir, her ne denecekse kafası karıştırılan insanlar oturdukları yerden, masa başından ahkâm kesiyorlar. "Değirmenin suyu nereden geliyor" diyorlar. Bana da birisi öyle dedi. "Bu değirmenin suyu nereden?" dedi.
Bir zaman Milli Mücadelede bir tarafta öküz, bir tarafta kadınlar kağnılarla cephane taşıyorlardı. O nasıl bir güçtü ki —Allah'ın izni ve inayetiyle milletin istiklaline müncer oldu o güç— milletin ve vatanın dört bir yanının işgal edildiği bir dönemde istiklalle neticelendi. Bu sadece askerle, topla tüfekle alınacak bir zafer değildi. Milletimiz dört bir yanda öldü, şehit düştü ve biz cephelere talebeleri göndermek zorunda kaldık. Milletin bir ölüm kalım savaşıydı bu. Elbette ülkesi, vatanı, toprağı, milleti, ülküsü, dini-diyaneti, haysiyeti ve namusu için ölecekti. Şerefle öldü ve şehit oldular. Millet, istiklal mücadelesinde nasıl döküldü saçıldı, evindeki kabı kacağı götürdü eritti kasatura ve silah yaptırdıysa aynen bu dönemde de "medenilere galebe ikna iledir, biz ancak eğitim ve öğretimle insanların seviyesini yükseltiriz, kavganın önünü de ancak bu yolla alabiliriz" demişler ve dünyanın dört bir yanına gitmiş okullar açmışlar. İşte değirmenin suyu budur. İstiklal mücadelesinde bir kere daha istiklalini ona kazandıran güç neyse günümüzde bu eğitim faaliyetlerinin arkasındaki güç de Allah'ın izni ve inayetiyle odur.
Üzüntüm, sitem ve serzenişim katiyen kendi nefsimle alakalı değildir. Ben, kendilerine hizmet madalyası verilmesi gerekirken bir cânî muamelesi gören Hacı Kemal gibi adanmışlar, vatandan uzakta milletinin kültür elçiliğini yapan fedakar öğretmenler adına üzülüyorum. Sadece bir müşevvik olmama rağmen şahsıma nisbet edilen o insanların ve hayırlı hizmetlerinin ademe (yokluğa) mahkum edilmesinden dolayı ızdırap duyuyorum. Ama herşeye rağmen biz, bundan önce olduğu gibi bundan sonra da hep karakterimize saygılı olmaya çalışacağız. Üç beş günlük bir dünya için baş yarmayacak, göz çıkarmayacak, kem söz söylemeyecek, gönül kırmayacak ve herkese sevgi çağrısında bulunacağız.
[1] 18 Şubat 2006, "Sevgi okulları kapanıyor mu?" başlıklı Bamteli sohbetinden.
[2] 5 Eylül 2004, "Değirmenin suyu" başlıklı Bamteli sohbetinden.
[3] 5 Eylül 2004, "Değirmenin suyu" başlıklı Bamteli sohbetinden.
[4] 23 Ocak 2006, "Gülen hareketi örgüt mü tarikat mı?" başlıklı Bamteli sohbetinden.
[5] 1966-1970 yılları arasında İzmir'de Kestanepazarı İmam Hatip ve İlahiyata Talebe Yetiştirme Derneği'nin idareciliğini yaptı.
[6] Kırık Testi, 2 Ocak 2006, "Demokrasi yokuşu" başlıklı yazı.
[7] Kırık Testi, 12 Ağustos 2002, "Gönüllüler hareketi ve sevgi mahrumları" başlıklı yazı.
[8] 5 Eylül 2004 "Değirmenin suyu" başlıklı Bamteli sohbetinden.
[9] Aydın Bolak, 27 Temmuz 2004'te vefat etti.
- tarihinde hazırlandı.