Dünya Dili Olma Yolunda Türkçe
Türkçe'yi Dünya Dili Yapmak
'Fethullah Gülen'le New York Sohbeti' adlı röportajında Nevval Sevindi şöyle diyordu:[1]
Fethullah Gülen Hocaefendi'nin üç saç ayağı üstüne oturttuğu anlayışı yaşamın ekonomik, kültürel ve ruhsal boyutunu kavrıyor. Din, ekonomi ve eğitim saç ayağı yaşama bakışındaki diriliğin ana dinamikleri. Bilgi yaşama geçirilmedikçe değerli değil onun için. Para kazanmanın yolları öğrenilmedikçe ve bu ülke yararına harcanmadıkça, para hırsın kendisi. Hafıza hamallığına yarayan ezbercilik yerine metodoloji ve sistem olmadan eğitimin yararına inanmıyor. Çünkü 'bu ülkeyi geleceğe taşıyacak olan yine bu ülkenin insanıdır', sloganı.
Eğitimin amacı sadece öğretim değil, aynı zamanda manevi ve her türlü değerlerine sahip sosyal varlık olarak insanın inşasını öneriyor.
Duygu ve duyarlılık iç içe bir sarmaşık gibi dolanıyor onun dokusunda. Belki o nedenle, 'Gözyaşlarım kelimesiz şiirdir' diyor bana. Ruh inceliğinin şahitleri olarak görüyor ağlamayı. Ağlamayı ayıplayanları ise hiç anlamıyor. Onun ruh ve düşünce dünyası önyargılardan hoşlanmıyor.
— 21. yüzyılda nasıl bir Türk kimliği olabilir?
Fethullah Gülen: Bizim kimliğimiz bellidir. Bunu Türkiye'de yorumlayanlar, Şamanizm'in çerçevesi içinde şovenizmden yola çıkanlar oldu. Bir zamanlar Misak-ı Milli dendi, Atatürk Milliyetçiliği dendi. Bütün bunlar yorumlandı, ne oldukları sorgulandı. Bugün de herhalde zannediyorum kendi değerlerimizin, kendi tarihimizin, kendi göreneklerimizin üzerinde durup araştırmak lazım. Zannediyorum, 21. asra girerken gerçek kimliğimiz, bağlı bulunduğumuz ülkelerle beraber, Türklük dünyası ile beraber tarihin derinliklerinde, tarihin katmanlarında araştırılmalı, tarihi eserler, vicahi kültürle birlikte yeniden bir arada ele alınmalı.
İslamiyet bu mevzuda çok önemli bir unsurdur. Günümüzde herkes yeniden kendi dinini, tarihteki inanç ve kimliğini arıyor. Dolayısıyla, İslam unsuru mutlaka hesaba katılmalı. Fakat Amerika ile kavgalı, Avrupa ile kavgalı bir Türk dünyası olarak değil, çağın gerçekleri istikametinde Batılı düşünceyi de alan, değerlendiren, kendi ruh ve manâ köküne ters olmayan değerlere de saygı duyan, çok farklı, daha geniş ve aynı zamanda dünya ile barışıklığı devam ettirmeye de yardımcı olabilecek bir Türk dünyası. Bu bir yönüyle, Batılıların yaklaştığı şekilde evrensellik demek de değildir. Daralan dünyayı, büzüşen dünyayı hesaba katan, daha kucaklayıcı bir oluşum. Belki temel unsuru karşılıklı hoşgörü olan Türk kimliğini, Yesevi inancını, mantalitesini öne çıkartan, bir Mevlana aşkını şevkini, insani yönünü öne çıkaran oluşum. Ayşe Şasa'dan Anna Maria Shimmel'e kadar çok geniş bir yelpazede herkes o anlayışa, o kucaklayıcılığa hayranlığını ifade ediyor.
— Türkçe'nin dünya dili olmasından rahatsız olanlar mı var?[2]
Onu istemeyen çevreler olabilir. Sizin bir ölçüde yaklaşmanızı, birlikte hareket etmenizi istemezler, onlarda rahatsızlık hâsıl edebilir. Bence bu açılımlar yapılırken, onun da hesap edilmesi lazım.
Marjinal bir grup tarafından kandırılıp Türkiye'nin aydınlık geleceğini karartma hususunda onlarla beraber çalışanlara hayret ediyorum ve belli senaryolarla ortaya konan milyonda bir ihtimali dahi değerlendirip bu hizmetlerin altında menfi garazlar aramalarına rağmen önlerindeki binlerce güzel örnekten hiçbirini görmeyen, bir kere bile olsa müspet düşünmeye yanaşmayanlara şaşırıyor ve gönül koyuyorum. Kendi kendine 'Acaba on binlerce kilometre uzakta İstiklâl Marşı'mızın okunması, siyahî çocukların bile Türkçe konuşması kimlerin hoşuna gitmez; millî kültürümüzün tanıtılması ve temsil edilmesi kimleri rahatsız eder?' sorusunu bir kerecik olsun sormayan ve vicdanındaki cevabı dile getirmeyen kendi insanımıza kırgınım. Geleceğin sosyal tarihçileri tarafından da yadırganacak olan bu insanların bu umursamaz ve hatta bazen aleyhte tavırlarının körlük değilse de nankörlük olduğuna inanıyorum.
— Türkçe nasıl dünya dili haline gelebilir?[3]
İngilizce deyip geçemezsiniz. İngilizce sayesinde bir-kaç milyar insanla irtibat kurabiliyorsunuz. Bugün dünyada hem bir haberleşme, hem de ilim dili olmuş. Özel okullarda öğrenciler İngilizce'yi öğrendikleri gibi, çok iyi Türkçe de öğreniyorlar. Zaten başka türlü de Türkçe'yi öğretemezdiniz ki! Türkçe'yi dünya dili haline getirme de bu yollarla gerçekleşebilir. Sonra bir dilin ehemmiyet ve yaygınlığı, biraz da onu konuşan milletin dünya dengesindeki gücüne bağlıdır. İngilizce'nin arkasında bugün Amerika gibi bir ülke var, İngiltere var. Ne zaman siz de dünya muvazenesinde bir devlet, bir ülke olursunuz, dıştaki dost ülkeler ve devletler de bu seviyeye yükselir; o zaman işte Türkçe de dünya dilleri arasındaki yerini alır.
Biz, dilimiz gibi, ilimleri de ihmal ettik. Yeniden dirilişimiz, ihmallerimizi gidermede yatıyor. Bu günah için içten bir tevbe etmeliyiz. Günah hangi türden işlenmişse, tevbe de o türden bir sevapla olabilir. Evet, telâfi edilmesi gereken neyse, onu telâfi etmekle tevbe etmiş oluruz. Millet olarak, üç asırdır en önemli günahlarımız ilimden geri kalma, fakirlik, iftirak (ayrılık) ve cehalettir. Bu günahların tevbesi de, ancak millet olarak zenginleşme, bütünleşme ve ilimden geçer. Bunları gerçekleştireceğimiz ana kadar, tevbemiz tamam değil demektir. Biz, çok günah işledik. Mesela; şahsî hayatımız adına hangi fedakârlıkta bulunduk? Sürekli sancı içinde keşiften keşfe koşan beyinler yetiştirdik mi? Büyük günahları biz 7 biliriz, hâlbuki niye 700 değil ki?
Taha Akyol Püf Noktası'nda Soruyor[4]
Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın İslam Kerimov'un size gönderdiği mektuba iliştirdiği armağan var. Bu armağanlardan birisi Uluğbey resmi ve dikkat çekerim latin harfleriyle yazılmış. İkincisi onlar Emir Timur diyorlar. Biz Timurlenk diyoruz. Onun bir madalyonu. Üçüncüsü ise büyük âlimlerden Görü Amir'in türbesinin resmi ve o da latin harfleriyle yazılmış. Latin harfleri Orta Asya'da çok şükür yavaş yavaş yayılıyor. Türkiye ile Orta Asya arasında çağdaş ve kopmaz bir bağdır. Ve bunda sizin açtığınız okullar büyük rol oynuyor. Sizin açtığınız okullar Arapça öğretmiyor, latin harflerini ve Türkiye Türkçesini öğretiyor, İstiklal marşını öğretiyor. İngilizce öğretip dünyaya açıyor. Yani hem batı medeniyetine hem Türkiye'ye yöneltiyor. Bu latin harflerinin yayılması mevzuunda ne diyorsunuz?
Fethullah Gülen: Asya'da latin harflerine geçme meselesi, daha doğrusu alfabe değiştirme mevzuu söz konusu olunca Rusça'da mı kalalım, Kril alfabesine mi geçelim, başka alfabe mi seçelim mülahazası söz konusu olunca arkadaşlarımız çok erken dönemde tanıdıklarım benim hatırlarını bir kredi olarak kullanabileceğim arkadaşlar oraya gidip geliyorlardı. Şunu arz edeyim çok erken dönemde ulaşıldı. Mesela Azerbaycan, tanklarla işgal edildiği dönemde bana telefon edip 'gelelim mi gelmeyelim mi' dediler. Orada tankların altında ezilme de var. Fakir onlara 'oraya bir dava ve düşünce için gittiniz kalın' demiştim. Ve Türklerin böyle civanmertliğini görünce arkadan bir sempatinin geleceği muhakkaktı. Bize çok itimat ettiler. Şu anda o güvenin ancak öşrünü onda birini alabiliyoruz. Keşke devam etseydi ama öyle zannediyorum ki devam edecek. Türkiye bunun yararını görecek. Böyle bir harf değişim meselesi söz konusu olunca tabii orada okullar açıyorsunuz. Gelecekte şöyle ya da böyle bir duygu ve düşünce birliği ancak alfabeyle olur. Ben gönderdiğim arkadaşlara ısrarla 'Haydar Aliyev Bey'e de diğerlerine de mümkünse Türkiye'deki latin harflerine geçme mevzuunda ısrar edelim' dedim. Çünkü bunun bir yanı şudur: Aramızda eskiden zaten var olan bir birliği yeniden bir kere daha yenilemiş oluruz. Bir ikinci mesele de başkaları belki kendi alfabeleriyle girerler. İran kendi alfabesiyle girer, başkaları kendi alfabeleriyle girer. O zaman bizim oraya girmemiz de, girdikten sonra orada kalmamız da zorlaşır. Bizimle göbek bağı olan bu insanları kaçırmamanın, elde tutmanın ve onlarla birliğimizi devam ettirmenin, geleceğin şartları da meseleye nasıl bir şekil verecek nasıl bir format karşımıza çıkacak onu şimdiden kestirmek zordur. Ama aynı harfleri kullanmamız bu mevzuda bana göre çok önemli bir köprü sayılıyor. Eğitim köprüsü gibi, kültür köprüsü gibi köprü sayılıyor. Dünyanın değişik yerlerinde sadece Asya'da değil arkadaşlar Pasifik'te açtıkları okullarda Türkçe öğretiyorlar, oralarda da Türk alfabesi dünyanın 4-5 kıtasında öğretiliyor. Bu da eğitim yoluyla Türk kültürünün ve Türkçemizin anlatılması demektir.
Türk Diline Aşığım[5]
Akşam gazetesinden bir grup gazeteci Fethullah Gülen'i yaptıkları ziyaret sonrasında Orhan Yurtsever 13 Mart 1998 tarihli yazısında Fethullah Gülen'in Türkçe konusunda ifade ettiği sözleri şöyle aktarıyor:
Türkçe'yi Şeyh Galip gibi, Necip Fazıl gibi kullanmayı arzu ederdim. Başaramadım, fakat iyi kullanana da hep hayranlık duydum. Ama şimdi dilimizi Petersburg'daki, Moskova'daki çocukların kullandığını görünce sevincimden hıçkıra hıçkıra ağılıyorum. Diyorum ki, (Benim milletimin dili, dünya dili olma yolunda. Yeni şeyler ilave edilerek zenginleşecek. Asya'nın kültürü ile Asya'daki dil zenginlikleri ile bizim dilimizin zenginliği buluşacak. 'Türkçe'yi acaba nasıl bir dünya dili yaparız, dünyanın her tarafında nasıl konuşulur hale getiririz, kendi kültürümüzü dünyaya nasıl tanıtırız, güçlü bir millet olduğumuzu insanlara nasıl anlatır, tanıtırız' mülahazaları içinde hep teşvik ediyorum, etmeye de devam edeceğim.
Gelecekte Türkçe'nin Konumu
— 'Türkçeyi gelecekte dünya dili haline getirmeye mecburuz' şeklinde ifade ettiğiniz bir düşünceniz var. Bunu biraz daha açar mısınız?[6]
Türkiye'nin yeni bir Türk dünyası ile tanışıp kaynaşması; Avrupa, Amerika, Avustralya'da yetişen Türk nesillerinin mevcudiyeti, Türkçe'nin bir dünya dili haline geleceğinin emareleri sayılır. Ayrıca dilin, kültürle yakın münasebetlerinin olduğu, hatta onun bir başka boyutunu teşkil ettiği düşünülecek olursa, Türkçenin dokuz asırdan beri bir arada yaşamış bir topluluğun ortak dili olduğu avantajı da söz konusudur. Evet, Türkçe, Selçuklulardan beri bu topraklar üzerindeki -her ne kadar o dönemde devletin resmî dili olmasa da- halk tarafından konuşula gelen bir dildir. Bu bakımdan bizim, Orta Asya'daki milletlerle aramızdaki ortak değerlerin gün yüzüne çıkartılıp, beklenen o engin kültür zenginliğinin sağlanması ve 70 yıl süren kopuk ilişkilerin aşılarak Türkçenin geliştirilmesi geleceğimiz adına çok önemlidir.
Diğer taraftan, Batı ile entegrasyonun sağlanması, meselâ teknolojinin gelişmesi ile elde edilen yeniliklerden haberdar olma, yani bilgi ve teknoloji transferi ile çağın bütün vâridâtının benimsenmesi de yine Türkçe'nin ortak dil olmasına bağlıdır.
Hz. Musa (a.s), Eyke'de Şuayb (a.s) gibi bir söz sultanı ile tanışınca, kendi kendine 'Rabbişrahlî sadrî ve yessirlî emrî. Vahlül ukdeten min lisânî. Yefkahû kavlî[7]' Rabbim, benim göğsümü aç. Bana işimi kolaylaştır, dilimden düğümü çöz ki, sözümü anlasınlar.' demişti. Burada dikkatimizi çeken husus; kalbin inşiraha mazhar olması ve maksadın rahatlıkla ifade edilebilmesi için, dilin maksadı ifadede hiçbir şeye takılmaması gerektiğidir. Evet, bir peygamber olan Hz. Musa'nın, mesajını sunabilmesi için böyle bir istekte bulunması çok yerinde bir harekettir. Hz. Musa'da bir istek halinde ortaya çıkan bu hususun, Efendimiz'de, Allah'ın bir lütfu olarak; "Elemneşrah leke sadrak/Biz senin kalbine inşirah vermedik mi?" (İnşirah,94/1) ayetiyle, mevhibe ve minnet ufkunda tecellisine şahit oluruz. Yani Hz. Musa'nın (a.s) Rabbinden istediği şey, Efendimiz'e bir nimet olarak verilmiş ve O'nun şükran duyguları coşturulmuştur.
Yine Efendimiz, 'Beyanda sihir vardır[8]' diyerek, gelecekte her şeyin gücünü, beyandaki edadan alacağını haber vermiştir. Ayrıca, Hz. Adem'e (a.s) talim edilen esmâ, Efendimiz'de tafsil edilmiştir. Efendimiz (s.a.s) ahir zaman peygamberi olduğuna göre, bu da bir manada ahir zamanda ilmin öne çıkacağına işarettir. Evet, çağımızda her şey ilme bağlıdır ve artık bizler bir ilim çağı yaşıyoruz. Ancak, bunun insanlığa sunulması meselesine gelince, o, gücünü beyandaki edadan alacaktır.
Günümüzde, koskocaman bir Türk dünyası olarak bütün bu fonksiyonları eda edebilmek için, yarım yamalak bir Farsça, bir Arapça veya İngilizce ile bir şeyler yapma ve hedefe ulaşmamız oldukça zordur.
Bu itibarla, Türkçenin böylesi önem arz etmesi, başta edebiyatçılar olmak üzere, herkese ciddi sorumluluklar yüklemektedir. Bu açıdan sadece mevcudu öğrenip-öğretmekle kalmayıp; büyük istidatlar yetiştirerek onlara ciddi sorumluluklar yüklememiz ve dilimizin gelecekte çok ileri bir seviyede temsil edilmesini sağlamamız gerekmektedir. Bunun için de, bir taraftan dilin kendi kurallarına uygun kelime üretirken, diğer taraftan da asırlardan beri kullanıla kullanıla dilimize mâl olmuş kelimelerin muhafazasının zaruretine inanıyorum. Evet, millete mâl olmuş bu kelimeler artık bizimdir ve dil zenginliğimizin bir boyutudur. Meselâ, medreselerimizde okutulan eski kitaplara baktığımızda, o dönemde kullanılan dilin, maksadı ifadede -günümüzde olduğu gibi- istidradî birtakım açıklamalara ihtiyaç duymayacak ölçüde bir derinliğe ve zenginliğe sahip olduğunu görürüz. O halde, günümüzün gençleri bu dili anlamıyor diye bu zenginliğin bir kenara atılması katiyen doğru olamaz.
Günümüzde, her zamankinden daha geniş imkânlara sahip bulunuyoruz. Bugün, Türkçeye hâkim insanlar, konferans, seminer, panel ve sempozyumlarla meselenin önemini vurgulayabileceği gibi, gazete, TV, dergi gibi yazılı ve görsel medya, bu önemli neticeye ulaşmada vasıta olarak kullanılabilir. Milletimizin kendini bütün dünyaya anlatabilmesi, yeniden isbat-ı vücut edebilmesi, bir açıdan Türkçe'nin 'dünya dili' haline getirilmesine bağlıdır.
Son olarak sübjektif bir değerlendirmemi de arz etmek istiyorum: Benim eskiden beri Türkçe'ye karşı ayrı bir sevgim, hatta özlemim vardır. Meselâ bana Arapça -ki Kur'ân dilidir- ile Türkçe arasında, her iki dilde de aynı ölçüde yazı yazma kabiliyeti verilseydi, ben Türkçeyi seçer ve Sultanu'ş-şuara Bâki'nin şâirâne ifadesini, Şeyh Galib'in mânâdaki derinliğini, Mehmet Akif'in samimiyetini satırlarım arasında cem etmek isterdim, ama heyhât!...
Hâsılı, geleceğe emin adımlarla yürüyen Türkiye ve Orta Asya dünyası, Türkçe'yi mutlaka dünya dili haline getirme mecburiyetindedir.
[2] Sohbet-i Canan, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Yayınları, Ekim 2004
[3] İsmail Ünal, Işık Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2001
[4] NTV Püf Noktası Programı, 28.02.1998
[5] Akşam, Orhan Yurtsever, 13 Mart 1998
[6] Prizma-2, Dördüncü Bölüm, sayfa 158, Nil Yayınları, İzmir, 1998
[7] Taha Suresi (20/25-28)
[8] Buhârî, Tıbb 51; Nikah 47
- tarihinde hazırlandı.