Dr. Ali Bayram İle Abdülgafur Has Hocaefendi Üzerine Söyleşi
Abdülgafur Hocaefendi ve Ailesi
—Erzurum'da doğmuş büyümüş biri olarak Abdülgafur Hocaefendi hakkında neler biliyorsunuz, kendisiyle ilgili ilk izlenimleriniz neler oldu?
Ben Hasankale'nin Gerdekkaya köyünde dünyaya geldim. Erzurum'daki medreselerde okuyup büyüdüm. Medreselerde okurken hocaların adlarını 'falan hoca şöyle güzel vaaz ediyormuş, filan hoca böyle güzel dua ediyormuş' diye bir talebe olarak duyardık. Bu tür hocaların yaşayışları da halk üzerinde tesir eder, manevi bir etkisi olurdu. Öyle ameli, taati, ubudiyeti fazla olmayan insanlar bile bu tür hocalara gider dinlerlerdi. Bakalım bu hafta ne konuşacak, nelerden bahsedecek, farklı bir mesele olarak ne gibi konulardan bahis açacak diye insanlar merak eder bu vaazlara giderdi.
Abdülgafur Hocaefendi gibi daha birçok Hocaefendi Erzurum'da birer manevi dinamik olarak halkın nabzını tutarlardı. İnsanlar için daima istifade edilecek birer kaynaktılar. Bir talebe olarak o yıllarda bu seviyede bir insanın yanına bizim sokulmamız, yakın dairede etrafına yaklaşmamız bize biraz su-i edep gelirdi. 1970'lerden sonra Abdülgafur Hocaefendi Erzurum'da popüler hale gelmişti. Herkes onun vaazlarına teveccüh ediyordu. Biz de 1975'ten sonra yakın olarak onu dinlemeye başladık.
—Ailesi ve kişiliği hakkında neler söylersiniz?
Abdülgafur Hocaefendi'nin ailece yani babası, dedesi ve sülalesi ulemadandı. Babası 'Babadereli Ahmed Efendi' diye bilinen, maneviyatı ve ilmi yüksek olan bir insandı. Hatta soylarının Hazreti Hüseyin Efendimiz'e kadar uzanan seyyitlik yönlerinin olduğu da bilinmektedir. Kendisi, maddi-manevi feyzini babasından almış, okumuş, kendisini yetiştirmiş ve icazet almış bir Hocaefendi'dir. Bunun dışında öyle formel bir tahsil hayatı yoktur. Fakat o günün şartlarında ne okunması gerekiyorsa hepsini okumuş ve kendisini yetiştirmiş bir zattır. Tasavvufu ve tasavvuf erbabını çok iyi bilirdi. Her sohbetinde tasavvuf imamlarının görüşlerinden iktibaslar yapardı. Mesela İmamı Sühreverdi şöyle der, İmamı Gazali veya İmamı Rabbani böyle der şeklinde tasavvuf önderlerinden görüşler aktarırdı.
Kendisi Nakşibendi silsilesinin halkalarından veya ileri gelenlerinden biriydi. Zira Nakşi tarikatının manevi şahsiyetlerini hayranlıkla anlatırdı.
Abdülgafur Hocaefendi ile Tanışma
—İlk defa yüzyüze tanışmanız nasıl oldu?
Ben uzaktan uzağa kendisini takip ediyor, vaazlarını dinliyordum ama yanına gidip şahsen tanışmamız olmamıştı. 1976 yılında artık gidip şahsen tanışmak, elini öpmek ve duasını almak istiyordum. Bir de o yıllarda Fethullah Gülen Hocaefendi'nin vaazlarını yakından dinliyor, Erzurum'daki hizmetlerini takip ediyordum. Birkaç arkadaşla kalktık Abdülgafur Hocaefendi'nin köyüne gittik. Tufanç köyünde oturuyordu. Gittiğimizde bir vakit namazı olmasına rağmen öğle namazında cami lebalep doluydu. Kendisinin böyle dışardan, içerden, uzaktan yakından sürekli misafiri olurdu. Caminin yanında bir medresesi vardı. Misafirlerini oraya alır, hoş amedi ve buyur ederdi. Onları ağırlar, ikram eder, hal hatırlarını sorar, halledilecek bir meseleleri varsa onlarla ilgilenirdi. Vakit öğle olmuş, akşam olmuş fark etmez, her gelene yemek ve çay ikram ederdi. Hocaefendi'nin köylüleri de çok misafirperver insanlardı. Uzaktan kim gelmişse hemen onu alır kendi evlerine götürür, yedirir içirir ve misafir ederlerdi. Bu Abdülgafur Hocaefendi'nin bir terbiyesiydi. Kimseyi boş göndermezdi. Zaten ailece hayır hasenat işlerine koşmaktan geri durmazlardı. Hatta Yenişehir'de bir cami yaptırmayı planlamışlar ve Babadereli Ahmet Efendi Camii'ni inşa etmişlerdi.
Oturduk, Abdülgafur Hocaefendi'ye kendimizi tanıttık. Kendisine 'Biz Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hizmetleriyle ilgili olarak yurt-yuva, talebe yetiştirme işleriyle meşgul oluyoruz' dedik. Orada diğer misafirler de vardı. Köylülerden bazıları bizi evlerine götürüp misafir etmek istediler. Biz öyle kendimizi tanıtınca 'yok' dedi. 'Siz diğer misafirleri götürün, bunlarla ben kendim ilgileneceğim' diyerek bizi onlarla göndermedi. Epeyce oturduk, konuştuk. İlk tanışmamız böyle oldu. Uzaktan yakından bir akrabalığımız yok ama kendisini ben çok sevdim, saygım ve hürmetim hiç eksik olmadı.
Fethullah Gülen Hocaefendi'ye olan yakınlığı
-Fethullah Gülen Hocaefendi ile bir beraberlikleri olmuş mudur, Fethullah Gülen Hocaefendi hakkındaki kanaat ve düşünceleri neydi?
Ben beraber olduklarına şahit olmadım. Ama Fethullah Gülen Hocaefendi Erzurum'a geldiğinde görüştükleri olmuştur. Ne zaman kendisini görsem Fethullah Gülen Hocaefendi hakkında her vesileyle hayranlığını ifade ederek O'nun manevi iklime sahip kişilerden olduğunu, ailesinin ve sülalesinin de tevarüsle geldiğini, ilmi ve manevi yönlerini ön plana çıkararak hizmetlerinden bahseder ve Hocaefendi'yi prezante ederdi.
Abdülgafur Hocaefendi o yıllarda çok yürekten sohbetleri ve duaları olurdu. Ben o konuda anlamadığım yerler üzerinde düşünmeye çalışırdım. Son zamanlarda Fethullah Gülen Hocaefendi'nin dua üzerinde neden tahşidatla durduğunu şimdi anlıyorum. Hasbelkader bazı sohbetlere çağrıldığımızda dua üzerinde ben de ısrarla duruyorum.
Bir Dua İnsanıydı
—Abdülgafur Hocaefendi'nin sizce ön plana çıkan hususiyetlerinden biraz bahseder misiniz?
İnancım ve gördüğüm o ki, Abdülgafur Hocaefendi'nin duaları çok meşhurdu. Mesela hacı uğurlama merasimi vardır Erzurum'da. Bütün hacca gidecek olanlar tek bir günde otobüslerle hareket ederlerdi. Bu Erzurum'da bir âdetti. Şehrin müsait bir yerinde bütün hacı adayları ve hacı yakınları toplanır, otobüslerden birinin üstüne mikrofon konur ve Abdülgafur Hocaefendi orada dua ederdi. Benzetmek hata olmasın adeta bir miting yeri gibi olurdu orası. Hacı yakını olsun olmasın herkes o gün Abdülgafur Hocaefendi konuşacak, dua edecek diye oraya gelirdi. Belki yarım saat durmadan ellerini kaldırır, gözyaşlarıyla, selatü selamlarla dua ederdi. Ve yine selatü selamlarla Allah Rasulü'ne methiyeler okur, selamlar gönderir, hacılara, hacı yakınlarına ve herkese dua ederdi. O mahşeri kalabalık ona amin derlerdi. Yani diyelim 500 hacı hacca gidecekse her birinin 20-30 yakını da orada bulunurdu. Bu da 15-20 bine yakın insan toplanırdı o dua şölenine diyelim artık. Ben çok dinlemişimdir o dualarını. Genelde hacca uğurlayacak bir yakınım olmazdı ama o duaları kaçırmaz, gider dinler ve 'amin' derdim. Arapça olarak ucu bucağı, sonu olmayan dualar eder, bütün insanlar da gönülden gürül gürül amin derlerdi. Bazen hac dönüşünde hacı karşılama duaları da yapılırdı ama genelde yapılan uğurlama dualarıydı. Zaman zaman, bazen büyük zevattan vefat edenler olduğunda da dualar edilirdi.
—Erzurum'da bulunduğunuz dönemlerde Abdülgafur Hocaefendi ile temaslarınız nasıl devam etti?
Abdülgafur Hocaefendi irşat ve tebliğini hiç aksatmadı. İnsanlar onun ayağına gitmekten geri durmazdı. Öyle bir güzelliği vardı onun. İnsanlar ona giderdi. Gençliğinde bazı köylerde imamlık yapsa da ekseri köyünde oturmuştur. Şehre de gelir gider, bazı davetlere katılırdı. Bazı arkadaşlarımızdan kendisini davet edenler olurdu. Benden ötürü 'Ali Hoca da gelecek mi, önce ona gidin vakti müsaitse onu da alın beraber olalım, ben Ali Hoca ile beraber olunca daha bir huzurlu oluyorum' diye söylermiş onlara. Yani şahsımızdan ötürü değil, bize Fethullah Gülen Hocaefendi'nin bir yadigârı olarak bakar, ondan ötürü çok kıymet verirdi. Çok defa arkadaşlara 'Ali Hoca ne zaman müsait olursa öyle ayarlayın ben ondan sonra geleyim, boşu boşuna oralarda vaktinizi zayi etmeyeyim' diye tembih etmiş. Allah kendisinden ebeden razı olsun, mekânı cennet olsun. Her davete de gitmezdi. Biraz seçici davranırdı. Ne bileyim kendince içi rahat etmeyeceği yerlere gitmezdi. Yeme içme ve kazanç noktalarında dikkatli davranılmayan davet sahiplerini kırmadan 'sağ olun kardeşim biraz meşguliyetim var' diyerek mazeretini ifade eder ve o tür davetlere gitmezdi.
Nükteli Bir Yemek ve Terbiyeli Tavuk
—Abdülgafur Hocaefendi ile ilgili unutamadığınız özel bir hatıranız var mı?
Elbette var. Erzurum'da Alaaddin Öksüz diye bir arkadaşımız veya ağabeyimiz vardı. Kendisi Fethullah Gülen Hocaefendi'nin Erzurum'daki ilk hizmetlerinde koşturmuş birisidir. Bir defasında Alaaddin abimiz Abdülgafur Efendi'yi evine yemeğe davet etmek istemiş. Gitmiş kendisine söylemiş. Hocaefendi de 'Ali Hoca gelecekse, hizmet varsa geleyim, yoksa boşuna vakit geçirmeyelim, o gelmezse ben de gelmem' demiş. O da 'tamam olur hocam' diyor. Biz de 'Alaaddin abi bir davet et de şu tavuğundan kebabından bir yiyelim' diye takılıyoruz. Fakat o da 'Hayır, sizi davet etmem, sizinle akşama kadar beraberim, niye sizi davet edeyim, ben Abdülgafur Hocayı davet edeceğim' diye karşılık veriyordu. Abdülgafur Hocaefendi 'Ali Hoca gelmezse ben de gelmem' deyince mecbur bizi de davet etti.
Alaaddin Öksüz 'Ben size tavuk yapacağım, buyurun gelin efendim' demiş. Abdülgafur Hoca da 'Ben normal tavuk yemiyorum, terbiyeli tavuk yaparsan öyle yerim' demiş.
Alaaddin abi 'Tamam hocam, hayhay siz nasıl isterseniz öyle yaparım. Ama şu tavuğu nasıl terbiye edeceğimi bilemiyorum' demiş.
Abdülgafur Hoca ona 'Önce çarşıdan iki tane canlı tavuk alacaksın, onları eve götürüp kümese veya bahçeye koyacaksın, özel arpa ve buğdayla besleyeceksin, önlerine de temiz su koyacaksın, sokağa falan çıkıp rasgele gezinen tavuklar gibi her şeyi yemeyecekler. Böyle bir hafta, on gün kadar bakacaksın, ondan sonra bize haber vereceksin, biz geldiğimizde güzelce kesip bize ikram edeceksin' demiş.
Alaaddin abi bu işin ciddi olduğunu anlamış, aynen dediği gibi yapmış. Hakikaten bir hafta, on gün geçtikten sonra bize haber verdiler. Ben de Hacı Selahattin Başkaya Bey'le beraber Alaaddin Öksüz abimizin evine gittik. Abdülgafur Hocaefendi de geldi. Sarıldık, elini öptük, hoş amedi ettik. Fethullah Gülen Hocaefendi'nin hizmetlerinin anlatılmasından çok memnun olurdu. 'Hocaefendi'nin hizmetlerinin inkişafına hayatımın gayesi olarak hep dua ediyorum ve edeceğim' derdi.
'O tavuklar Ali Hocaya da yeter, bize de '
O arada biz hafif senaryolar kuruyoruz. Ben Alaattin Öksüz abiye 'Abi sen tavukları bizim için hazırladın, Abdülgafur Efendi manevi olarak zaten yemiştir, yemese bile o çok fazla yemez, o tavukları biz yiyeceğiz' dedim. 'Peki ortaya koyunca sen nasıl yiyeceksin' dedi. 'Ben onun usulünü bilirim, sen orasına hiç karışma, hele sen yemekleri ortaya getir. Abdülgafur Hocaefendi'ye Silsile-i Nakşibendi hakkında bir soru soracağım, zaten bu konuya düşkün ve hayran birisidir. O anlatırken biz gereğini yapacağız!' dedim.
Alaaddin Öksüz Bey 'Ayıp olmaz mı' dedi. 'Yok, canım, ayıp olmaz sen getir tavukları ortaya koy' dedim. Neyse sofra kuruldu, çorbalar içildi. İki adet tavuk kızartılmış, bütün halinde pilavın üstüne konulmuş olarak sofraya getirildi.
Osmanlının son Şeyhülislamı Mustafa Sabri Efendi'nin yardımcılığını yapmış, Mısır'da sürgündeyken rahmetli olan Zahid-ül Kevseri'nin[1] onyedi yaşında yazdığı Arapça bir şiir kitabı olan İrgamül-Merid'i şimdi Arap dili ve edebiyatı bölümünde Prof olan arkadaşım Sadi Çöğenli Bey'le tercüme etmiştik. Bu kitap Nakşibendi silsilesini anlattığı için biz de o silsileyi bilirdik. Abdülgafur Efendi de bu silsileyi iyi bildiğinden ben hemen soruyu yönelttim. 'Hocam bu tarikat silsilesinde bir şahıstan diğerine manevi önderlik naklediliyor. Bu nakiller esnasında zatların birbirine yakın olması, münasebetleri, birbirlerini görmeleri nasıldır' diye sordum. Hatmi Hâce yapılışını veya okunuşunu, Hoca Ubeydullah Ahrarı Veli, Muhammed Küfrevi, Arif Rivegeri, Mahmud Fanevi, Seyyid Taha gibi isimleri de zikrettim. Tamam dedi ve başladı anlatmaya. Bizim fatihayı bildiğimiz gibi o silsileyi bilirdi.
Ben Hacı Selahattin Başkaya Bey'e işaret ederek hemen tavuğun birine başlayalım dedim. Başladık biz tavukları yemeye. Alaaddin Bey kenarda çırpınıp duruyor. Bize el kol hareketleriyle 'yapmayın etmeyin, bakın Hocaefendi bir şeyler anlatıyor, ona ayıp oluyor, durun bekleyin' der gibilerinden işaret ediyordu.
Ben de usulca 'Cenabı Hak o zatları anlatsın diye yaratmış, onlar bildiklerini yapıyor, bizim de tek bildiğimiz tavuk yemek, herkes işinin hakkını veriyor, onlar anlatmanın hakkını veriyor, biz de tavuğun hakkını verelim!' dedim.
Biz bir yandan tavuk yiyip bir yandan usulca konuşurken Abdülgafur Hocaefendi bizim konuşmamızı hissetti. Durumu çaktı. Hemen uzatmadan 'Alaaddin Bey, sen telaş etme, o tavuklar bana da yeter, onlara da yeter. Bırak yesinler, onların yemesi benim yememden daha hayırlıdır. Çünkü onlar ümmet-i Muhammed'e ve İslam'a hizmet ediyorlar, ben bu hizmetlere iştirak edemesem de onların yemeğine müsamaha etmekle hizmetlerine iştirak edeceğime inanıyorum. Bırak yesinler, bak hem Ali Efendi güzel bir soru sordu, ben de cevap vereyim' dedi.
'Ama hocam olmaz ki' dedi Alaaddin Bey. 'Adamlar ekmek yerine tavuğu dürüm yapıyorlar, size bir şey kalmayacak efendim' dedi. Böyle güzel bir esprili hatıramız olmuştu Abdülgafur Hocaefendi ile.
Abdülgafur Hocamız gittiği meclislerde senelerce hep bu hatırayı anlattı ve güzel bir latife olarak zihinlerde kaldı.
Enaniyeti, benliği olmayan, sade nadir insanlardan biriydi. İlk zamanlarda yurtlarımızda talebe yeteri kadar çok değildi. Birkaç ortaokul talebesi, birkaç tane de lise talebemiz vardı. Ona gider dua ettirirdik, hizmetlere teveccüh vesilesi olsun diye. Hakikaten o birkaç talebemizi alır ilgilenir dua ederdi. Öyle de bir mütevazı yönü vardı.
Dualarıyla İnsanlara Faydalı Olmaya Çalışırdı
—Halk arasında yaygın olarak onun hakkında dile getirilen yönleri var mıydı?
Nefesinin çok etkili olduğunu ifade ederlerdi. Bütün şehirli bulunduğu yere, köye gider gelirdi. Mesela şimdi televizyonlarda dile doluyorlar ya hoca kılıklı, okumalı üflemeli şeyler yapmazdı. Fakat Allah Resulü'nden rivayet edilen bazı duaları okumasıyla hastaların şifa bulduğu yönünde yüzlerce olaya şahit olmuş insandan duydum. Huzurunda bulundum, gördüğüm şeyler olmuştur. Mesela adamın biri geliyor, 'hanımımın şu hastalığı var, benim şu rahatsızlığım var, bir yakınım da şu dertten muzdarip' derdi. Bazen hastalığı olanı muhatap almazdı, bazı hallerde hastayı muhatap alırdı, yakınlarıyla beraber sadece onlara okurdu ve dua ayetlerinden de yazıp gönderdiği de olmuştur. Bunları okuyun derdi. Sonra insanlar 'Abdülgafur Hoca'ya gittik, en kısa zamanda Allah'ın izniyle şifa bulduk' derlerdi. O zamandan bugüne hiçbir ağrım sızım kalmadı diyenler vardı. Bu şekilde Erzurum'da ciddi bir kanaat vardı yani. Biz de defalarca gördük, beraberken yaşadık gördük. Bir kısım kerametlerinden de çok bahsedenler de vardı tabii ki. Mesela kendisini yağmur dualarına ısrarla götürürlerdi. Ve sonra daha gidilen yerden dönmeden yağmur yağdığını ifade eden insanları çok duymuşumdur. Kısacası Allah nezdinde nazı niyazı olan birisiydi.
Vefatı
—Vefatı hakkında neler söylersiniz?
Abdülgafur Hocaefendi'nin vefatını duyunca yanına gidip gelen bir arkadaşımı taziye maksadıyla aradım. Biraz da sitem ederek 'neden erken haber vermediniz' dedim. Vefat ettiğinde bana haber verselerdi ben uçakla ertesi günü cenaze namazına yetişirdim. Fakat Erzurum'da hava şartları uygun olmadığından, bir de geç haber aldığımdan cenaze namazına gidemedim.
Arkadaşım telefonda Abdülgafur Hocaefendi'nin 21 Ocak 2007 Pazar akşamı, akşam namazını kılarken secdede vefat ettiğini söyledi. Tabii bu bizim açımızdan ne ifade ediyor, ona ne ifade ediyor, çevresine ne ifade ediyor bilemiyorum ama bir hadisi şerifte 'İnsanın Rabbine en yakın olduğu an, şahdamarından daha yakın olduğu an secde halinde olduğu halidir' deniyor. Bu düstura göre bakarsak Abdülgafur Hocaefendi Rabbiyle hemdem olmuş bir zat gibi geliyor bana. Biz işin iç yüzünü bilemeyiz, zahire göre güzel bir durumdur ama gerçeğin kendisini Allah daha iyi bilir. Temennimiz Cenabı Allah onun makamını âli etsin, şefaatine nail eylesin, dost, akraba ve yakınlarına Allah sabırlar versin.
—Sohbetlerinin haricinde yaptığı faaliyetler hakkında bilgi verir misiniz?
Cami ve okul yapılması konusunda insanları teşvik ederdi. İnsanlara yardımcı olurdu. İnsanların bu hizmete yönlendirilmesinde aktif olarak telkinde bulunurdu. 'Fethullah Hocaefendi'nin hizmetlerine ve talebelerine destek verin, o insanlara gidin, onlarla beraber olun' diye telkinleri vardı. Yeni kentlerde cami yapımlarını teşvik ederdi. Faydalı ne gibi hizmet varsa hep öncülük ediyordu. Az da olsa hayatının sonuna kadar talebe okutuyordu. Her vesileyle insanların tezhib-i ahlakına matuf sohbetlerde bulunurdu. Hatmi Hâce denen Silsile-i Nakşibendi ervahına okurdu. Adlarını tek tek söyler okurdu. Uzun seneler bu âdetini devam ettiriyordu. Hiç ara verdiğini bilmiyorum. Böyle de manevi bir yönü vardı.
Yine taziye maksadıyla Erzurum'dan Mehmet Kırkıncı hocamı da telefonla aramıştım. Kendileri, Abdülgafur Hocaefendi'yi hastanede ziyaret etmiş. Orada kendi aralarında konuşmuşlar. Söz Fethullah Hocaefendi ve eğitim hizmetlerinden açılmış. Abdülgafur Hocaefendi 'Kırkıncı Hocam, biliyorsunuz şu anda hastayım, emri Hak ne zaman vaki olacak bilemem. Ama deseler ki bir senelik ömrün kaldı, ben o kalan ömrümü de Fethullah Gülen Hocaefendi'ye vermek isterim. Allah'tan böyle bir niyazım var' diyor. Gerçekten Abdülgafur Hocaefendi, Fethullah Gülen Hocaefendi'yi böyle severdi.
—Efendim verdiğiniz bilgiler için teşekkür ediyoruz. Abdülgafur Hocaefendi'nin arkasından bir yad-ı cemil olarak güzel bir sohbet oldu.
Abdülgafur Hocaefendi'yi anma adına bu fırsatı verdiğiniz için ben de teşekkür ederim.
Abdülgafur Has Hocaefendi Kimdir?
Abdülgafur Has Hocaefendi, 1939 yılında Erzurum'a bağlı Çat ilçesi Babaderesi köyünde doğdu. Eğitimini zamanın önemli âlimlerinden olan babası Babadereli Ahmet Efendi'den aldı. Has'ın dedesi Molla Resul Efendi de önemli bir âlimdi.
Soyları Hazreti Hüseyin Efendimize dayandığı söylenmektedir. Abdülgafur Hocaefendi'nin ailesi önce Bağdat'tan, Bingöl'e bağlı Sevkar Köyüne oradan da Babaderesi köyüne gelmişlerdir. 17 yaşında Hocasından icazet alan Abdülgafur Hocaefendi 18 yaşında Çat ilçesine bağlı Taşağıl Köyünde imam olarak göreve başladı. Bu köyde yirmi yıl imamlık yapmakla beraber talebe de yetiştirmiştir. Daha sonra yine imamlık görevinin yanı sıra derslerine Erzurum'a bağlı Tufanç köyünde devam etmiştir. 1994 yılında Erzurum merkeze yerleşmiş ve Babadereli Ahmet Efendi Vakfının kurulmasına öncülük yapmıştır. Eğitime büyük önem veren Hocaefendi bu vakıf çatısı altında Osmanlıca, Tefsir, Hadis, Fıkıh, Tarih ve Tasavvuf alanlarında dersler vermiştir.
Kalp rahatsızlığı sebebiyle bir süredir tedavi gören Erzurum'un manevi dinamiklerinden Abdülgafur Has Hocaefendi bir süre önce hastanede tedavi gördükten sonra taburcu edilerek evine gönderilmişti. Evinde yataklı tedavi gören Has Hoca'nın, 21 Ocak Pazar akşamı, saat 19.00 sularında namaz kılarken vefat etti.[2]
5'i erkek 6 çocuk babası olan Abdülgafur Has Hoca, 22 Ocak 2007 Pazartesi günü ikindi namazını müteakiben Lalapaşa Camii'nde kardeşi Molla Muhammet Has'ın kıldırdığı cenaze namazının ardından Dutçu köyündeki aile kabristanında toprağa verildi. Cenaze namazına Erzurum Valisi Celalettin Güvenç, milletvekilleri Muzaffer Gülyurt, Ömer Özyılmaz ve Mücahit Daloğlu ile Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Küçükler, Erzurum Müftüsü Ahmet Aslantürk, siyasi parti, sivil toplum kuruluş temsilcileri ile sevenleri katıldı. Hocaefendi'nin sevenleri, yaklaşık 10 bin kişinin katıldığı cenaze namazı için Lalapaşa Camii'ne akın etti. İkindi namazı için cami ve avlusu gelen cemaati almayınca, binlerce kişi dışarıda namaz kılmak zorunda kaldı. İkindi namazının ardından Abdülgafur Has Hoca'nın vasiyeti üzerine kardeşi Molla Muhammet Has, cenaze namazını kıldırdı. Tekbir sesleri arasında naaşı Palandöken Belediyesi'ne ait cenaze aracına konulan Abdülgafur Has Hocaefendi, Dutçu köyündeki aile kabristanlığına götürülerek toprağa verildi[3].
[1] Zahid-ül-Kevseri: Muhammed Zahid bin Hasen, Sultan Vahdeddin Han zamanında, Şeyh-ul-İslam Mustafa Sabri efendinin ders vekili idi. Kafkasyalı bir Çerkez'dir. 1878'de doğup, 1951'de Mısır'da vefat etti. Devrin tefsir, hadis ve fıkıh âlimi idi. Vehhabiliği reddeden Esseyf-üs-sakil kitabı ile Makalatı çok kıymetlidir. El işfak ala ahkam-ıt talak kitabı Kahire'de ve İrgamül-merid kitabı Hakikat Kitabevi tarafından İstanbul'da basılmıştır.
[2] Zaman, 22 Ocak 2007: http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=490973
[3] Zaman, 23 Ocak 2007: http://www.zaman.com.tr/webapp-tr/haber.do?haberno=491413
- tarihinde hazırlandı.