Fethullah Gülen Hocaefendi: Terörist Müslüman Olamaz
Bizim suçumuz. Milletin suçu. Eğitimin suçu. Hakiki Müslüman’ın, İslâmiyet’i dört bir yanıyla anlamış bir insanın terörist olması düşünülemez. Teröre girmiş bir insanın Müslüman olarak kalması zordur. Hedefe ulaşmak için insan öldürmeyi din tecviz etmez. Tabii onların mükemmel yetiştirilmesi mevzuunda hangi gayretleri ortaya koyduk ki? Hangi bağlayıcı unsurlarla onların ellerini ve kollarını bağladık ki? Hangi sorumluluk duygusu altında onları yetiştirdik ki onlar terör yapmasın diye bekliyoruz. Eğer İslâmî değerlere bağlılık içinde Allah korkusuyla, âhiret korkusuyla, dinin emirlerine muhalefet etme korkusuyla insanlar terör yapmayacaklarsa o mevzuda biz gerekli olan hassasiyeti ortaya koymadık. Şimdi bile kenarından köşesinden belki o meseleyi işleyen bazı yol ve yöntemler var. Onları da tıkamaya çalışıyoruz. Olmasın diyoruz. Yani bir kültür ve ahlak dersi olmasın diyoruz. Eğitim müesseselerinden kalksın diyoruz. Biz diyoruz ki hayat için lazım olan her şey mektepte verilmeli. Sağlık bilgisi de verilmeli. Doktorlar o dersi vermeli diyorum ben. Hayatla alakalı, yuvayla alakalı dersler orada iyi verilmeli. Eşler arasındaki münasebetler iyi verilmeli. Çocuk yetiştirme mevzuu çok iyi verilmeli. Mesele sadece o değil ki. Türkiye, Müslüman görünen dünya uyuşturucu ile kıvranıyor, kumarla kıvranıyor, hortumlamayla kıvranıyor. Türkiye’de hırsızlık yapmayan insan kalmadı neredeyse. Ulaşılabilen yerlere ulaşıldı. Ama ulaşılamayan yerler var ki, sorgulayamıyorsunuz. Onlara hesap soramıyorsunuz. Dolayısıyla kapatılıyor, örtbas ediliyor ve gidiliyor.
Terör İslâm’la bağdaşmaz
İslamî kesim yıllarca “İslam’la terör bağdaşmaz” deyip bir kenara çekildi. Ama 11 Eylül olayı yaşandı. Sonrasında Türkiye dahil birçok ülkede bombalamalar meydana geldi. Bu eylemleri yapanlar da bizim içimizden çıktı. Her şeyden evvel bizim isyan etmemiz gerekmez miydi?
Çok haklısınız. Günümüzde Müslümanlık bilinmiyor. Müslümanlar çıkıp demeliydiler; ‘Hakiki Müslümanlıkta terör yoktur.’ Çünkü İslam bir insanın öldürülmesini küfre denk tutuyor. Bir insanı öldüremezsiniz. Savaşırken bile masum insanlara ilişemezsiniz. Bu mevzuda kimse fetva veremez. Kimse intihar komandosu olamaz. Kimse vücuduna bombalar bağlayıp, masum insanların içine giremez. İçine girdiği bu toplum hangi dinden olursa olsun caiz değildir. Savaş halinde bile -ki orada dengeler çok korunamaz- buna cevaz verilmemiştir. Çocuklara ilişmeyin, kilisede ibadet edenlere dokunmayın denmiş. Bir dönemde böyle denmiş de bitmiş değildir yani. Efendimiz ne demişse onu Hz. Ebu Bekir demiş, Hz. Ebu Bekir ne demişse Hz. Ömer demiş, o ne demişse daha sonraki dönemlerde Selahaddin Eyyübi demiş, Alparslan demiş, Kılıçarslan demiş. Fatih de bunu demiş. Demiş de ondan dolayı karmakarışık bir curcunanın yaşandığı Kostantiniye İstanbul olmuş. Yani ne Rum Ermeni’ye bir şey yapmış, ne Ermeni Rum’a. Ne de Müslümanlar onlara bir şey yapmışlar. İstanbul fethedildikten sonra Patrikhane’de Fatih’in kocaman bir posteri vardı. Zamanında yapmışlar. O zamanki patriği çağırmış, anahtar vermiş. Saygıyla yâd ediyorlar. Şimdi bütün fikirlere karşı hep saygılı olmuş; ama günümüzde her şeyin eksikliği gibi bir yönüyle Müslümanlığı anlamada da bir eksiklik var.
Üzülerek ifade edeyim ki, İslam dünyasında bazı softa hocaların, ham Müslümanların kullanacağı başka silah yok. Müslümanlık hak bir dindir, doğru yaşanmalı. Ona giderken de batıl vesileler kullanılması katiyyen doğru değildir. Hedef doğru olduğu gibi o hedefe ulaşmak için kullanılacak bütün vasıtaların da doğru olması lazım. Bu açıdan adam öldürerek cennete gidilmez. Müslüman “ben adam öldüreyim cennete gideyim” diyemez. Adam öldürerek Allah’ın rızası kazanılmaz. Bir Müslüman’ın en önemli hedefleri Allah’ın rızasını kazanmak, Allah’ın yüce adını aleme duyurmaktır.
Mantıkları şu şekilde mi işliyor; savaş eskiden cephelerde olurdu. Ama şimdi her yer savaş alanı. Dolayısıyla bunu da bir savaş, bir cihad olarak mı kabul ediyorlar? Buradan mı kendilerine cennette kapı açılacağını düşünüyorlar?
İslam’ın kuralları bellidir. Savaşı fertler ilan edemezler. Savaşı bir hizip, bir organizasyon ilan edemez. Savaş, devletin ilan edeceği bir şeydir. Devlet başkanı savaş demeden, bir ordu savaş demeden savaşa kalkamazsın. O zaman herkesin kafasına göre bir savaş olur. Alır etrafına üç-beş tane -bağışlayın- çapulcu, onlarla bir savaş cephesi oluşturur. Bir başkası da başkalarını alır. Türkiye’yi düşünün. Sağlam düşünen insanlar vardır. Bunların bile birbirlerine karşı hazmedemedikleri yanları olduğundan dolayı cephe olabilir. Bunlar kalkar derler ki ben de falana karşı savaş ilan ediyorum. Hıristiyanlığa karşı müsamaha ile bakan bir insan için biri kalkar “Hıristiyanlığa yardım ediyor, Müslümanlığı zaafa uğratıyor. Buna karşı savaş ilan edilmeli ve bu öldürülmeli.” der, o da bir savaş ilan eder. Devlet savaş ilan etmeyince gidilmez. Bu öyle çok kolay değil. Bunu başkası da yapsa, benim en çok sevdiğim ilim adamları da yapsa doğru değil. Çünkü İslam’ın ruhuna aykırı. İslam’da sulh ve savaş kuralları belirlenmiştir.
İslam’ın ruhuna aykırı da neden İslam dünyası böyle?
Bana göre İslam dünyası diye bir dünya da yok. Müslümanların yaşadığı yerler var. Bazı yerlerde çok, bazı yerlerde az. O da kültür Müslümanlığı. İslam’ı kendi düşüncelerine göre yeniden inşa etmiş Müslümanlar var. Bununla radikalizmi, sert ifratkâr Müslümanları kast etmiyorum. İnsanın inandığı şeylere doğru inanması, doğru inandığı şeyleri de doğru uygulaması lazım. Müslümanlığa sahip çıkması lazım. İslam dünyası dediğimiz coğrafyada bu anlayışta, bu felsefede toplumların var olduğu söylenemez. Var olduğunu söylersek Müslümanlığa iftira etmiş oluruz. Hiç Müslümanlık yok desek o zaman da insanlara iftira etmiş oluruz.
Müslümanların dünya muvazenesine katkıda bulunacaklarına şu anda ihtimal vermiyorum. İdarecilerde o mantığı görmüyorum. İslam dünyası şimdilerde belli ölçüde bir aydınlanma olsa da çok cahil. Bunu hacda görebiliyorsunuz. Muttali olabildiğiniz kadar konferanslarında, panellerinde de görebiliyorsunuz. Televizyonlarla parlamentolarına muttali olabilirseniz oralarda da görebiliyorsunuz. Ciddi bir seviyesizlik söz konusu. Dünyanın problemlerini çözemezler. Belki ileride olabilir.
Yani size göre “İslam dünyası” tabirini kullanmamak mı lazım?
Yok böyle bir dünya. Ferdî Müslümanlık var. Bazı Müslümanlar var dünyanın değişik yerlerinde. Parça parça, kopuk kopuk. Dört başı mamur Müslümanların var olduğunu şahsen görmüyorum. Başkalarıyla münasebet içinde olabilecek ve aynı zamanda bir birlik teşkil edebilecek, müşterek problemlerini halledebilecek, kâinatı yorumlayacak, kâinatı çok iyi okuyacak, Kur’an’la kâinatı mütalaa edebilecek, geleceği çok iyi okuyacak, gelecek adına projeler üretebilecek, istikbaldeki yerini belirleyebilecek Müslümanların olmadığı bir dünyaya ben İslam dünyası demiyorum. İslam dünyası diye bir dünya olmadığına göre herkes kendi seviyesine göre bir şey yapıyor. Hatta denebilir ki, Müslümanlık adına kendi doğrularıyla Müslüman insanlar var. Kendileriyle mutabakata varılmış, icma ile test edilmiş, sağlam bir Kur’an telakkisine bağlanmış, defaatle test edilmiş bir İslamî anlayışın var olduğu söylenemez. Bir kültür Müslümanlığının hakim olduğu söylenebilir.
Belki de hep böyle oldu. Ve böyle olmaya devam edecek dünyanın sonuna kadar.
Hicri beşinci asırdan sonra böyle. Abbasi döneminden ya da Selçukluların ortaya çıkma döneminden başlıyor. İstanbul’un fethiyle daha çok öyle olmaya başladı. Bizim için takdir edilen bir dönemdir. Daha sonraki dönemlerde ise yeni yorumlara kapılar kapatıldı. Düşüncenin ufukları daraltıldı. İslam’ın ruhundaki genişlik daraltıldı. İslam dünyasında daha vicdansız insanlar görülmeye başlandı. Hazımsız insanlar. Başkalarını kabul edemeyen insanlar. Herkese bağrını açamayan insanlar. Hizipleri, birer vesile ve vasıta olarak gayenin önüne çıkaran insanlar. Tekkede de bu darlık yaşandı, zaviyede de. Çok acıdır medreselerde de yaşandı. Ve bunların hepsi de tabii kendi alanlarında büyük insanlar tarafından bir değişiklik, tecdid ister.
Belki de kapatılmaları hayırlı oldu diye düşünüyorsunuz.
Kapatılması Allah’ın cezası oldu onlara.
El-Kaide örgütünün Türkiye ayağı olduğu ortaya çıktı. İşin dinî yönünü anlattınız. Bunun başka anlamları da var mı?
Dünyada en nefret ettiğim insanlardan bir tanesi Bin Ladin’dir. Çünkü Müslümanlığın dırahşan (aydınlık) çehresini kirletmiştir. Bir kirli imaj meydana getirmiştir. O korkunç tahribatı bundan sonra biz bütün gücümüzle tamire kalkışsak bile seneler ister. Her yerde değişik platformlarda anlatacağız. Kitaplar yazacağız. Müslümanlık bu değildir diyeceğiz. Bin Ladin, hissini, hevesini İslamî mantık yerine koymuş, canavarlık yapıyor. Etrafındaki adamlar da öyledir. Türkiye’de öyle düşünen insanlar varsa onlar da canavarlığa kilitlenmiş insanlardır. O mülahazayı lanetleriz. Fakat bunun önünü almanın yolu Müslüman görünen dünyada -ki bir İslam dünyası olduğunu kabul etmediğimi beyan etmiştim. Müslümanların yaşadığı ülkeler vardır- müslümanların problemlerini çözmesidir. Kendilerini idare edecek insanları seçerken daha farklı şeyler mi düşünürler? Reformlar mı yaparlar? İyi nesillerin yetişmesi için Müslümanlar problemlerini çözmeli. Sadece terör mevzuunda değil, o Allah’ın bir belası. Uyuşturucu da, sigara da Allah’ın başka bir belası. Tefrika bir başka belası. Milletin birbirini yemesi başka bir belası. Fakirlikten kurtulamama ayrı bir belası. Başkaları tarafından hep zillet içinde idare edilme, idare edilmeye katlanma, hep ezilme başka bir belası. Akif’in ifade ettiği gibi her yerde tegallübler, tehakkümler, esaretler, mezelletler, türlü illetler, türlü ibtilalar... Bunların hepsi hususiyle başta milletimize musallat olmuş Allah’ın belasıdır. Bunlardan sıyrılmanın yolu da bence doğru dürüst insan olmaya bağlıdır. Doğru dürüst insan olma da Allah’a kulluktan geçer.
Bu terör yanlısı insanlar Müslüman ailelerde, gözümüzün önünde büyüdüler. Biz onları Müslüman sandık. Onlar nasıl bir süreç geçirdiler de terörist oldular? Hepimiz suçlu değil miyiz?
Bizim suçumuz. Milletin suçu. Eğitimin suçu. Hakiki Müslüman’ın, İslamiyet’i dört bir yanıyla anlamış bir insanın terörist olması düşünülemez. Teröre girmiş bir insanın Müslüman olarak kalması zordur. Hedefe ulaşmak için insan öldürmeyi din tecviz etmez. Tabii onların mükemmel yetiştirilmesi mevzuunda hangi gayretleri ortaya koyduk ki? Hangi bağlayıcı unsurlarla onların ellerini ve kollarını bağladık ki? Hangi sorumluluk duygusu altında onları yetiştirdik ki onlar terör yapmasın diye bekliyoruz. Eğer İslamî değerlere bağlılık içinde Allah korkusuyla, ahiret korkusuyla, dinin emirlerine muhalefet etme korkusuyla insanlar terör yapmayacaklarsa o mevzuda biz gerekli olan hassasiyeti ortaya koymadık. Şimdi bile kenarından köşesinden belki o meseleyi işleyen bazı yol ve yöntemler var. Onları da tıkamaya çalışıyoruz. Olmasın diyoruz. Yani bir kültür ve ahlak dersi olmasın diyoruz. Eğitim müesseselerinden kalksın diyoruz. Biz diyoruz ki hayat için lazım olan her şey mektepte verilmeli. Sağlık bilgisi de verilmeli. Doktorlar o dersi vermeli diyorum ben. Hayatla alakalı, yuvayla alakalı dersler orada iyi verilmeli. Eşler arasındaki münasebetler iyi verilmeli. Çocuk yetiştirme mevzuu çok iyi verilmeli. Mesele sadece o değil ki. Türkiye, Müslüman görünen dünya uyuşturucu ile kıvranıyor, kumarla kıvranıyor, hortumlamayla kıvranıyor. Türkiye’de hırsızlık yapmayan insan kalmadı neredeyse. Ulaşılabilen yerlere ulaşıldı. Ama ulaşılamayan yerler var ki, sorgulayamıyorsunuz. Onlara hesap soramıyorsunuz. Dolayısıyla kapatılıyor, örtbas ediliyor ve gidiliyor.
Bütün bunlar bizim içimizde yetişen insanlardır. Hepsi bizim çocuklarımızdır. Nasıl oldu da bazıları bunları kabadayı gibi yetiştirdi? Nasıl oldu da bazıları kaba kuvvetin temsilcisi gibi yetişti? Nasıl oldu da bazıları insani değerlere karşı isyan etti? Nasıl oldu da kendi milletinin başına gelip bomba gibi patladılar? Bunların hepsi bizde yetişti. Demek ki eğitimde bir şey vardı. Demek ki sistemin sorgulanacak yanları, eksiklikleri vardı. Bunun giderilmesi lazımdı. Demek ki insan yetiştirme birinci planda ele alınmış bir mevzu değildi. Ve bu arada heder olup giden harap olan nesiller oldu. Tatmin edilmeyen gençler, maneviyattan mahrum gençler oldu. Birileri bunlara üç beş kuruş verdi. Veyahut da robotlaştırdı. İlaç verdiler. Şimdilerde o da konuşuluyor. Mecmualarda çıkıyor. Onları şuursuz hale getirdiler. Bunları mefkure diye, gaye diye bu türlü caniliklere saldılar ve insan öldürttüler. Onlarla bir yere varmak istediler.
Bir arkadaşımız İsrail’e gitmişti. Biraz Filistin’de de kaldı. Bana çok enteresan bir şey anlattı. Orada doktora yapan çok akıllı bir arkadaş. “Beş altı ay kaldım İsrail’de. Bir barış organizasyonunun yönetim kuruluna girmem için bana teklifte bulundular.” dedi.
Kim teklif etmiş?
“İsrailliler tarafından teklif edildim.” diyor. “Orada bir Filistinli mani oldu buna. Gördüm ki o Filistinli bir silah tüccarı. Bu kavganın devamını istiyor. Alış verişi var o işte. Belki başa yakın çok insanlar da aynı şeyi düşünüyorlar.” dedi. Dolayısıyla birileri bu türlü hadiseleri hep canlı tutmak suretiyle bir yere varmak istiyor.
Bu insanlar robotlaştırılıyor. İstanbul’da da aynı şeyin olduğu söylenebilir kanaat-i acizanemce. Terörist saldırıları yapanlar aklı başında inanmış, camiden çıkmış o işi yapmış insanlar değil. Dini bilgisi zayıftır. Bir hocası ve piri vardır, “falan öldürülsün.” demiştir. Türkiye’de az insan öldürülmedi ki. O grup onu öldürttü, öbür grup diğerini. 12 Mart’ta da millet kanlı bıçaklıydı. Asker geldi müdahale etti. 12 Eylül’de yine millet kanlı bıçaklıydı. Millet birbirini öldürüyordu. Birbirini öldürerek bir yere varmaya çalışılıyordu. Bunların hepsi teröristti. O taraf da teröristti, bu taraf da. Ama ad koyuyorlardı. Biri diyor ki: “Ben Müslümanlık için yapıyorum.” Öbürü de diyor ki: “Ben toprağım için, milletim için yapıyorum.” Diğeri de diyordu ki: “Ben kapitalizme, sömürüye karşı savaşıyorum.” Onların hepsi bir kısım laflardı. Kur’an-ı Kerim aynen “laf” diyor. Hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan şeylerdi. Ama öldüren öldürene. Ve herkes bir mefkure uğruna öldürüyordu. O yıkılası mefkure uğruna niceleri öldürüldü. “Bu kaldırılsın.” diyordu baştaki birisi, onun vücudu kaldırılıyordu. Falan da kaldırılsın diyordu, filan da. Belki sizler için de bizler için de bu türlü takdirler vardı; ama kader o mevzuda fetva vermediği için olmamıştır. Açıktan açığa benim elime geçen bir şey de vardı: “Kaldırılması lazım onun da” deniliyordu. Bütün bunların hepsi terördü. Sadece Müslüman yapmıyordu, herkes yapıyordu. Herkes yapa yapa bu işi yapılır hale getirdiler. Me’luf hale getirdiler. Herkesi alıştırdılar. Benim çok kıymetli bir arkadaşım bir yılanın belini kırdı. Vaizdi bir yerde. İlahiyat mezunu. Bir ay konuşmadım onunla. “Yılanın yaşama hakkı vardı tabiatta. Sen ne hakla belini kırdın?” dedim. Fakat öyle bir hale getirdiler ki on insanın, yirmi insan öldürüldüğü bir yerde, artık bakıyorduk, şimdiye kadar alışabildiğimiz rakamlara varmamışsa, “İyi çok fazla ölmemiş” diyorduk. Bizde de bu vahşet duygusu kabullenildi. “Yirmi insanla otuz insanla kurtulmuşuz.” diyoruz. Yani toplumu bu hale getirdiler.
Bu meseleleri önleyecek eğitimdi. Bu meseleleri engelleyecek devletin çıkaracağı kanunlar ve kurallardı. Ve şu anda da çok küçük şeylere karşı tepki gösteren müdahale etmek isteyen bazı kesimler biraz da o tekvinî zırhtan dolayı kendilerine müdahale edilemediği için belki çok küçük meseleleri büyütüyorlar. Pireyi büyütüyorlar, deveyi küçük gösteriyorlar. Bu işin bir çaresi var. Çaresi doğrunun öğretilmesi. Müslüman’ın terörist olamayacağı anlatılmalı. Neden anlatılmalı? “Femen ya’mel miskale zerretin hayran yerah ve men ya’mel miskale zerretin şerran yerah.” (Zerre ağırlığınca hayır yapan onu bulur. Zerre ağırlığınca şer yapan da onu bulur. Zilzal Suresi 7. ve 8. ayetler) Atom ağırlığında bir şer yapmışsan hesabını vereceksin. Bir insanı öldürmenin bütün insanları öldürme gibi olduğunu Kur’an-ı Kerim söylüyor. İbn-i Abbas insan öldürenin ebediyyen cehennemde kalacağını söylüyor. Bu hüküm kâfirler için söz konusudur. Demek ki insan öldüren, kâfirin maruz kalacağı aynı şeye maruz kalıyor. Yani, Allah’ı, peygamberi kabul etmeyen insan (ateist de denebilir) ne ise, ahiretteki hüküm bakımından, insan öldüren de onunla eşdeğerdir. Şimdi dinin temel esprisi buysa o zaman bunun eğitimle verilmesi lazım. Onu vermiyorlar.
11 Eylül’den sonra Müslümanların komplo teorilerine biraz daha yatkın olduğunu gördük. Hep mi ‘ötekiler’ suçlu? Hep mi onlar bizim ‘kötü’ olmamızı istiyorlar? İslamî kesimde bir özeleştiri kültürü niye yok?
Şimdi “Müslümanlıkta özeleştiri kültürü yok” ibaresini tashih etmek lazım. Müslümanlıkta özeleştiri vardır. Vahiy ile müeyyed olmayan her şey Müslümanlar arasında sorgulanmıştır. Ben Müslümanlıkta olduğu kadar başka bir yerde özeleştiri zannetmiyorum bulunsun. Mesela Hz. Ömer gibi bir halife İslam’ı temsil ediyor. Minberde hutbe irad ederken bir kadın itiraz ediyor. “Bunu yanlış söyledin. Bu meselenin doğrusu budur” diyor. Bir yerde bir ordu komutanı bana şunu yaptılar falan diyor. Hiç tanınmadık bilinmedik bir nefer eğri kılıcına dayanarak diyor ki: “Komutanım senin yaptığın bu şey isyandır. Eğer doğru olmazsan sana şöyle yaparız.” Fukahanın, kelamcıların kendi aralarında İslamî meseleleri alıp vermeleri, münazara ve münakaşa yapmaları o kadar yaygındır ki bu kitaplar dolusudur. Herkes birbirini eleştirmiştir Müslümanlıkta. Ve bu eleştiriler belli ölçüde hoşgörüyle karşılanmıştır. Mesela Gazali bir tahafüt (felsefecilerin tutarsızlıklarını eleştiren yazı) yazmış. Sonra bir başkası buna eğri büğrü bir cevap yazmış. Ve o dönemde bir İslam devleti vardır. Bu insanı cezalandırabilirlerdi. Fakat bir şey dememişler. O insan da yaşamış. Elli türlü düşünce vardır.
Ama bugün yok?
O zaman meseleyi Müslümanlıkta değil de bugün Müslümanlığı okumayan, bilmeyen veya yanlış yorumlayan kimselerde aramalıyız şeklinde düzeltmek daha doğru olur.
Bu yazı, M. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin, Nuriye Akman’a verdiği ve Zaman Gazetesi’nde 22 Mart 2004 tarihinden itibaren 11 gün süre ile çıkan röportajın 22-23 Mart tarihli kısmından alınmıştır. Röportaj, daha sonra Gurbette Fethullah Gülen adıyla kitaplaştırılmıştır. Zaman Kitap, İst. 2004.
- tarihinde hazırlandı.