Demokrasiye indirilen ilk darbe: 27 Mayıs ihtilali
Fethullah Gülen 27 Mayıs'ı Edirne'de gördü
27 Mayıs 1960 ihtilalinin olduğu günlerde henüz 20 yaşında bir delikanlı olan Fethullah Gülen, Edirne'de hayatının ilk gurbet yıllarını yaşıyordu. O günlerde Üçşerefeli Cami'de ikinci imam ve vaizlik görevinde bulunuyordu. Ortam çok gergindi. Okuduğu kitabı veya gazeteyi bile gömleğinin içinde taşıdığı günlerdi. Birkaç defa suikasta bile maruz kaldı. Yaptığı her konuşma ve attığı her adım takip ediliyordu. Çok sıkıntılı ve gergin günler geçirdi. Fethullah Gülen Hocaefendi o günleri şöyle anlatıyor:
Devamlı takip ediliyordum. Ayrıca Emniyette bazı kötü insanlar da vardı. O döneme ait unutamadığım şöyle bir hadise olmuştu: Galiba mahalli bir seçim vardı. Seçim yasakları olur. Belli bir saatten sonra konuşma yapılamaz. Halk Partisi binası tam caminin karşısındaydı. Orada kavun karpuz satan biri vardı. Adam şirret mi şirret birisiydi. Beni karşıdaki kahvede bir iki kişiyle görünce, bunu vesile bilip bir komplo düzenlemişler. Güya beni seçim yasağı işledi diye içeri attırma gayretine girmişler. Ben, baş İmam Salim Arıcı ile kahvede bir çay içip camideki pencereme dönmüştüm. Birden bir patırtı koptu. Hiç görülmedik bir şey... Cami basılmıştı. Işıkları yaktılar. Ama pencerenin içi karanlık olduğundan kitapları görmediler. Onlar sadece beni gördüler.
Emniyet amiri Resul Bey'di. Onunla ahbaplığımız vardı. Beni severdi. Fakat beni götürenler çok kötü niyetli kimselerdi. Bu her hallerinden belli oluyordu. Bana laf çarpıyorlardı. Ben de tahammülü az olan birisiyim. Onların her lafına karşılık veriyordum. Polis beni dürtüyor: 'Senin gibi alçaklarla düşe kalka biz de alçak oluyoruz' diyordu. Ben hemen cevabı yapıştırıyordum: 'Benim alçak olup olmadığım mahkemede belli olur. Eğer ben alçak değilsem, o zaman bana alçak diyenler alçaktır.'
Emniyete gelince merdivenlerden yukarıya çıkardılar. Bir merdiven boşluğu vardı. İnsanı hafif itseler düşer ve ölür. Sistemli yapmışlar. Beni yakalayıp götürenlerin arasında topal bir hafiye vardı. Herhalde Boluluydu. Tekrar bana laf attı. Ben yine karşılık verdim. Tam beni aşağıya iteceği an, birden Resul Bey'in 'Durun' diye bağırdığını duydum.
Aynen filmlerdeki gibi. Hain karpuzcu da oradaydı. Allah korudu. Resul Bey gayet sert bir ifade ile bana döndü: Sen burada ne arıyorsun? diye bağırdı. Ben, 'Beni yakalayıp getirdiler. Seçim yasağına uymadığımı söylüyorlar. Dediklerinin hepsi iftira' dedim. O yine aynı sertlikle 'çabuk defol buradan' diye bağırdı.
Bu Emniyetle alakalı ilk hadisem oldu. Bayağı içerlemiştim. Üzüntü ile pencereme döndüm. Hakkımdaki şikayetlerin ardı arkası kesilmiyordu. O sıralarda valiye karşı beni himaye edecek kimse de yoktu.
İhtilal günlerinde imdada koşan Yaşar Tunagür
Yaşar Tunagür Hoca 1960 ihtilali sırasında Balıkesir müftüsüydü. İhtilal sonrası Edirne'ye sürgün olarak gönderildi ve 1960 yılının sonbaharında Edirne'de müftü olarak göreve başladı ve ardından da Selimiye camiinde vaazlara başladı. Fethullah Gülen Hocaefendi Üçşerefeli camide görevliydi. Kısa zamanda tanışırlar ve Yaşar Tunagür Hoca, Fethullah Gülen Hocaefendi'yi sahip çıkarak hayatının sonuna kadar sürecek bir himayeci olur. Çok sıkıntılı günler yaşamakta olan Fethullah Gülen, duygu ve düşüncelerini Yaşar Tunagür'e açar ve onunla bazı şeyleri paylaşır.
27 Mayıs 1960 İhtilalini hiç hazmedemedim. Gerilimim aylarca devam etti. Parti düşüncesinden uzaktım; ama Demokrat Parti'nin İslami hizmetlere az da olsa yumuşak bakması sebebiyle, onlara yapılan haksızlığı kabullenemiyordum. Kafamda kurduğum bazı planlarımı Yaşar Tunagür Hoca'ya açtım. Makul şeyler söyledi ve beni yapmak istediğim şeylerden vazgeçirdi. Daha doğrusu onun sözleri bana metot hakkında yeni düşünceler ilham etti.
27 Mayıs 1960 ihtilali sol güdümlü bir hareketti. 12 Mart da öyle olsun isteniyordu. Fakat ihtilale beş kala hadiseye el koyan Memduh Tağmaç ve arkadaşları muhtıranın macerasını birilerinin güdümünden kurtardı. Ondan böyle bir atak beklemeyen solcular ne yapacaklarını şaşırdılar. Onlarda görülen 12 Mart aleyhtarlığı, biraz da 'yetişemediğine ekşi' diyenin durumu gibi bir tavır. Eğer 9 Mart'ta yapılmak istenen harekata mani olunmasaydı, yapılacak ihtilal çok daha başka olacak ve 'Devrim Anayasası' adıyla hazırlanan taslak yürürlüğe girecek, Türkiye isim olarak olmasa bile sistem olarak tam bir komünist ülke haline getirilecekti. Bu solcu güçler ve onların akıl hocalığını yapan devrimbaz sivillerin ortak arzusuydu. Nitekim Ziverbey soruşturmasında hepsinin maskesi düşmüş ve menfur düşünceleri bir bir ortaya çıkmıştı.
12 Mart, bir ihtilal ve darbe değildir. Hükümeti belli konularda uyaran bir ikazdır. Elbette askeri olması yönüyle tasvip edilemez. Hür iradeyi güç kullanmak suretiyle dize getirmenin tasvip edilmesi mümkün değildir de ondan. Fakat, çok daha kötü bir hareketi önlemesi bakımından bu harekete iyimser bakmak mümkündür. Yani, kötüdür ama çok daha kötüye göre o kadar kötü değildir.
12 Mart'la birlikte sol bir darbe yedi. Fakat keyfiyet bakımından sağa da aynı darbe indirildi. 'Keyfiyet bakımından' diyorum, zira kemmi (sayısal) buut itibariyle zaten sağda çok az insan vardı. Bununla beraber Halk Partisi ile MSP koalisyonunda umumi af ilan edildi[7]. MSP tarihi yanılgılardan birini de işte o zaman yaptı. Sağda bir avuç insana mukabil, soldan binlerce militan serbest bırakıldı. Burada üzerinde durmak istediğim husus bu değildir. Ben, 27 Mayıs ile 12 Mart'ın dışa yansıyan gerekçeleri arasındaki farklılığa işaret etmek istedim. 27 Mayıs'ta hedef sağ iken, 12 Mart'ta hedef sağ ve sol, yani rejimin tehlikeli gördüğü sistemler olmuştur. Ancak ana hedef yine aynıdır. Zira o devrede de iktidarda sağ bir hükümet vardır. Halbuki zinde güçler iktidara Halk Partisini getirme tutkusundaydılar.
27 Mayıs-12 Eylül karşılaştırması
Yaşım genç olmasına rağmen ben, 27 Mayıs'ı yakından takip etmiştim. O gün için ihtilale gerekçe gösterilen bütün sebepler 12 Eylül arefesinde çok daha fazlasıyla mevcuttu. Bundan gerekçeleri kabullendiğim anlaşılmasın. Sadece vakanın raporunu arzediyorum.
27 Mayıs öncesi var olan din aleyhindeki duyarlılık 12 Eylül öncesi süper denecek ölçüde artmıştı. Belli güçler, artık ortaya koydukları problemlere sadece ezan ve bir-iki Kur'an Kursu problemi olarak bakmıyorlardı. Hayatın bütün ünitelerinde bir uyanış başlamıştı ve engellenmek istenen de buydu. Hele okuyan kesimde inanan insanların çığ gibi büyümeleri ve İmam Hatip Okullarının büyük ölçüde çoğalması ve göz dolduracak keyfiyete ulaşmaları en az batılılar kadar bizimkileri de ciddi şekilde tedirgin ediyordu.
12 Eylül'de anarşi inanılmaz boyutlara sıçramıştı. Bunu önlemekle görevli bir teşkilat olan Emniyet kendi içinde bloklaşmaya düşmüştü. Polislerin toplam sayısı 45 bindi. Daha sonra CIA'nın gazetecilere verdiği raporda yer alan şekliyle bunlardan 25 bini POLDER'li, 15 bini POLBİR'liydi. Geri kalan kısmın ise zaten yapacağı birşey yoktu. Sağ-sol kavgası günlük yaşantıyı zelzele tesiriyle sarsıyordu. Hiç kimse hayatından emin değildi. Evinden çıkan, belki geri dönememe düşüncesiyle ev halkıyla helallaşıyor ve gideceği yere öyle gidiyordu.
Meclis'te istikrarsızlık vardı. Meclis Cumhurbaşkanı'nı bir türlü seçemiyordu. İcra organları sanki feshedilmişti, devlet işlemiyordu. Partiler arasındaki kısır çekişmeler hükümeti çıkmaza sokmuştu. Gensoru önergeleriyle kelleler alınıyor, bakanlar düşürülüyor ve bu da hükümetin itibarını ciddi şekilde sarsıyordu. Muhalif partiler amansız saldırıya geçmişlerdi. Baştaki insanın eli-kolu çok yönlü bağlıydı. Bazen istemese de, meydana gelen olaylara seyirci kalmaktan öte birşey yapamıyordu. İdare edenlerin de idare edilenlerin de insiyakları azmıştı. Davranışlar, 'aşırı'lığı kendilerine rehber edinmişlerdi. Bütün davranışlar ifrat yörüngeliydi. İtidalden uzaklık adeta simgeleşmişti.
Adnan Menderes ve arkadaşlarına devlet töreniyle iade-i itibar
27 Mayıs 1960 ihtilali ile iktidardan uzaklaştırılan Başbakan Adnan Menderes ve iki bakanı Hasan Polatkan ile Fatin Rüştü Zorlu 1961 yılında Yassıada'da idam edilmişlerdi. İdam yıl dönümleri olan 17 Eylül 1990'da naaşları devlet töreni ile İstanbul Topkapı'ya nakledildi. Cenaze namazları Aksaray'daki Muratpaşa Camii'nde kılındı. Cenazelerin nakli başta Turgut Özal ve eşi Semra hanım olmak üzere devlet erkanı ve büyük bir halk kitlesi eşliğinde gerçekleşti. Aksaray'dan Topkapı'ya kadar yaya yürünerek cenazeler taşındı. Cenaze namazına Fethullah Gülen Hocaefendi de katıldı.
Adnan Menderes ve arkadaşlarının Topkapı mezarlığına nakli
17 Eylül 1990'da Merhum Adnan Menderes'in cenaze namazı için ülkenin her yerinden gelen büyük kalabalık Vatan Caddesine akmıştı. Cenaze namazına Fethullah Gülen Hocaefendi de katıldı ve namaz sonrasındaki defin merasimini sonuna kadar takip etti.
[1] Hüseyin Top'la Fethullah Gülen Üzerine, 29.10.2004
[2] Lüleburgaz Postası, 27.06.1964 tarihli haberi: Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'ın İdam Cezaları Tasdik Edildi. 21-22 Mayıs 1963 olaylarından idama mahkum edilen Talat Aydemir ve Fethi Gürcan'ın ölüm cezaları Cumhurbaşkanı tarafından tasdik edilmiş ve resmi gazete ile yayınlanmıştır. İdam cezalarının bu gece sabaha karşı infaz edilmesi muhtemeldir. İdam cezalarının infazından sonra sıkıyönetim kaldırılacaktır.
[3] Kırık Testi; 'Askerlik Çok Önemlidir' başlıklı yazıdan; 25.10.2003
[4] 22 Şubat 1962'de İstanbul merkezli olarak başlayan ve birçok ildeki Ordu teşkilatlarına kadar yayılan binlerce devrimci subayın yer aldığı ilk müdahale girişimi gerçekleşir. 22 Şubat günü Ankara'da bulunan Tank okulu, Süvari grubu, 229. Piyade Alayı, Muharebe Okulu, Zırhlı Birlikler Eğitim Merkezi ve Jandarma Okulu harekete geçerek Ankara'nın kontrolünü ele geçirirler. Harekete geçen birlikler TBMM ve Genelkurmay Başkanlığı'nın önündeki alanı da kontrol altına alırlar. Genelkurmay ve kuvvet komutanlıklarında komutanlar emir verecek birlik dahi bulamamaktadırlar. Siyasiler arasında da büyük bir hareketlilik yaşanmakta, milletvekilleri ve senatörlerin çoğu büyük bir panik içinde Ankara'dan kaçma telaşı içindedirler. 27 Mayıs darbesi sırasında yurt dışında olduğu için iktidara ortak olamamış olan Albay Talat Aydemir, Ankara'daki Harp Okulu'nun komutanı olarak genç arkadaşları ile 22 Şubat 1962'de askeri öğrencileri silahlandırarak bir darbe teşebbüsünde bulundu. Halkın yada ordunun başka kademelerinin desteklemediği bu darbe teşebbüsü İsmet İnönü Hükümeti tarafından bastırıldı. Talat Aydemir, 21 ve 22 Mayıs 1963'de bir darbe girişiminde daha bulundu, yine bastırıldı ve bu kez 28 Haziran 1964'te idam edilerek cezalandırıldı.
[5] 1962 Yılında Ramazan ayı 6 Şubat ile 8 Mart tarihleri arasında olmuş
[6] 1938 yılında Yozgat'ın Derbent köyünde dünyaya geldi. Doğumu, nüfus kağıdında 1941 olarak geçiyor. İlköğrenimini köyünde tamamladı. Babası emekli vaiz Ahmet Bilgin Hocaefendi'den Arapça, sarf, nahiv, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri aldı. 1964 yılı başında askerden terhis olduktan sonra evli ve dört çocuklu bir baba olduğu halde İmam Hatip okulunun orta ve lise kısmını dışarıdan bitirmek için çalışmalara başladı. 1969'da girdiği Konya Yüksek İslam Enstitüsü'nden 1973 yılında mezun oldu. Devrekani, Sungurlu, Çankaya (Ankara), Çiçekdağı, Keşan, Yıldırım (Bursa) ilçelerinde müftülük; Ankara ve Bursa merkez vaizliklerinde ve yurtdışında Belçika'da vazife yaptı. 1995 yılında emekli oldu. Üçü erkek, ikisi kız olmak üzere beş çocuk babasıdır. Halen çevresinden gelen istekler üzerine talebe okutmakta, belli günlerde davet edildiği vaaz ve konferanslara gitmektedir.
[7] TBMM'de 18.05.1974'te genel af kanunu kabul edildi. Hükümet olarak CHP-MSP koalisyonu vardı.
- tarihinde hazırlandı.