Altın Nesil Konferansı
Diğer bir konferans konusu olan 'Altın Nesil' ki, ismi doğrudan doğruya geleceği omuzunda bayraklaştıracak olan nesillerden kinaye olarak vicdanımdan doğmuştu. Bu mevzuda aynı isim altında Arapça bir tiyatro eserinin tercüme edildiğini daha sonra gördüm. Ama bu ilk Müslümanlarla alakalı bir temsildi. O günlerde konferansa bu ismi verirken ba'sü ba'del mevtimizin te'minatı kudsîleri düşünerek o ismi vermiştim. Orada, kudsîlerin vasıflarını çerçevelemek istiyordum.. Ve bir bakıma da Altın Nesil'e bir davetiye mahiyetindeydi o konferans.
İçtimai Adalet, pek çok kimse tarafından işlenmiş bir konudur. Merhum Seyyid Kutup'un konuyla alakalı değerli bir kitabı da var. Benim anlattıklarım da aşağı-yukarı aynı çerçevede.. farklılık üslupta..
Bir diğer konferans mevzuu da Efendimiz'di. O'nu birçok yönleriyle takdim edip risaletini ispat etmeye çalışmıştım ki, esasen kürsüden uzun uzun anlattığım Nübüvvet Serisi'nin bir özeti ve hülasası mahiyetindeydi.
Bir-iki sene, bu konferansları vermek için arkadaşlarla beraber Türkiye'nin çeşitli vilayetlerini dolaştık.
Esasen, konuşmaya çıkmadan önce her defasında 'Keşke böyle bir iş başlatmasaydık' dediğim çok olmuştur; bu mülahaza vaazlar için de aynıdır. Ne var ki, -bir vehim midir nedir- konferansların faydalı olduğu kanaati de bazen bir poyraz serinliğinde, bazen de ılık bir meltem halinde içimi sarmış ve bu saik, bu tür konuşmaların devamına vesile olmuştur.
O zaman, durup dinlenme bilmeden şehir şehir dolaşabiliyorduk; Şimdi ise artık bu mümkün değil. Demek bir zaman deliliğe ve delilere de ihtiyaç oluyor. Akıllılara ihtiyaç duyulduğu zaman deliler meydandan çekilmeli!..
Bana göre, bu konferansların eda ettiği en önemli fonksiyon, (bu ifadeyi siz öyle sordunuz diye kullanıyorum) zannediyorum, arkadaşlara dışa açılma adına bir fikir vermiş olmasıdır. Evet arkadaşlarımız, hizmet adına İzmir dışına çıkmayı pek düşünmüyorlardı. Ufku en geniş arkadaşların dahi perspektifinde her zaman Ege vardı. Halbuki bu konferanslar, onlara dışa açıldıklarında, hizmetlerine omuz verecek çok sayıda insan bulunacağı hakikatını göstermişti. Dilerim bu kadarcık olsun işe yaramış olur.
Bir de meselenin bana ait yönü var ki, o da, halkın bu konuşmalara gösterdiği ilgi ve alakanın bende hizmet adına uyardığı aşk u şevkti. -İnşaallah nefsâni değildir-. Bu durum her konuşmacıda vardır. Dinleyenlerin huzuruna yeni yeni mevzularla çıkma adına, halkın gösterdiği ilgi istenmez, ama ayrı bir teşvik yanı vardır. Yani, salih bir daire, bir başka salih daireyi doğurmaktadır. Gerçi bütün konferanslar hiçbir zaman hep aynı şekilde olmamıştır; bazı yerlerde kırık halkalar şeklinde olduğu da görülmüştür. Ama yine de umumî manzara hep ümit verici çizgiler ve tablolar suretinde tecelli etmiştir.
İzmir, o gün bugün gösterdiği o derin ilgi ve alakayla daima takdire şayan bir belde olmuştur. Halbuki İzmir, asırlarca Cizvit papazlarının cirit attığı bir yerdir ve dinî hayat adına da pek canlı sayılmayabilir. İzmir'deki bu alaka bir de bu yönüyle değerlendirilecek olursa, tarihî bir vak'a ile karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlar ve daha iyi idrak ederiz.
Çorum'da beklenenin çok üstünde bir ilgi ve alakaya şahid oldum. Benim için unutulması mümkün olmayan hadiselerden biriydi Çorum'daki bu coşku... Halbuki, - o gün itibariyle- ihmal edilen yerlerden birisidir bu belde. Buna rağmen o gece Çorum benim gözüme bir destan belde gibi göründü. Halkın üzerindeki heyecan adeta bir fırtınayı andırıyordu.
Erzurum da çok iyi idi. Gerçi davet keyfiyetindeki bir yanlışlıktan dolayı orada, bazı olumsuz hadiselere de sebebiyet verilmişti. Ama, umumi alaka fevkalade denebilecek mahiyetteydi.
Malatya'daki alaka ise hepsinden öte bir derinlik taşıyordu. Öyle ki, üç saat kadar gecikmiştik. Ankara'ya kadar uçakla, oradan öteye de taksiyle yolculuğa devam etmiştik ki, bu karayolculuğu tam yedi-sekiz saat sürmüştü. Taksi gidebildiği son süratle gidiyordu; ama yollar bozuk, hava da kıştı. Saat 23.00'de Malatya'ya vardığımızda; halkın, Malatya'nın bir kilometre dışında hâlâ bizi beklemekte olduğunu dehşetle müşahede etmiştik. Salon tıklım tıklımdı. 3 saat gecikmemize rağmen, dinleyiciler yerlerini terk etmemişlerdi. Onların bu vefalı davranışı, bana da çok tesir etti. Evet onları öyle bulunca, benim de bütün yorgunluğum gidivermişti. Daha doğrusu bütün yorgunluğumu unutuvermiştim. Kulaklarım uğulduyor, gözlerim kararıyordu; ama yine de çıkıp konuştum.
Bilhassa gençler öyle hahişkârlık gösteriyorlardı ki, unutmam mümkün değil. Malatya, benim için bir yâd-ı cemil olmuş ve ümit dünyama yeni bir şahlanış gelmişti. Oradan aynı gece ayrılıp Konya'ya gelmiştik. Hayrettir, en çok alaka beklediğim yerlerden biri olan Konya, o gün gözüme sönük bir köy gibi görünmüştü. Beni davet edenler, o kadar ısrar etmiş, o kadar ciddi talepte bulunmuşlardı ki, onları kırmam mümkün değildi. Oysa ki Konya'ya varınca çok ciddi bir alakasızlık, isteksizlik gördüm. Kendi tanıdıklarımın dışında 'müthiş' denebilecek ölçüde bir istiğna vardı o günün Konyalı'sında. Birkaç kişi vardı ki, umumi havadan aldığım yarayı, gösterdikleri alaka ile telafi etmeye çalışıyorlardı.
Bunlardan birisi o günün valisi, diğeri de trafik müdürüydü. Konya eşrafından bir-iki kişi de onların yanındaydı. İnegöl ve Diyarbakır, orta ölçekte bir alaka sergilemişti. Sonra öğreniyoruz ki, bizden önce bu her iki şehirde de konferans enflasyonu yaşanmış: Her hafta bir konferansçı gelip konuşmuş. Tabii bu da halkta umumi bir doygunluk ve bıkkınlık hasıl etmiş.
Diyarbakır'da Altın Nesil Konferansı'nı verdim. Güneydoğuda bugün patlak veren hadiselerden, ben o gün de endişe içindeydim. Teşe'um saymasak da, o gün ayağımda kalın botlar vardı. Buna rağmen tam konferansa çıkacağım sırada, ayağıma büyükçe bir çivi saplandı. Kendi yorumlarım içinde bu hadiseye bir mana verdim. Konuşma esnasında birçok çatlak ses geldi... Laf atmalar, sözlü dalaşmalar da oldu... Bunlar ilk defa orada başıma geliyordu.
Orada unutamayacağım bir hadise de yine konferansa çıkmadan evvel oldu. Herhalde imam hatipte hocaydı. Birisi geldi ve hafife alır mahiyette 'Altın Nesil, yani Sahabeyi anlatacaksınız' gibi laflar etti. Ben bir şey demedim; ancak kendi kendime: acaba benim anlatacağım şeyi nereden bildi de böyle söyledi diye düşünmeden edemedim. Daha sonra, o 'Altın Nesil' adındaki senaryo tercümesini görünce işi anladım. Demek o, benim bu konferansı bu kitaptan iktibas ettiğimi sanmıştı. Halbuki yukarıda da söylediğim gibi bu kitabı çok sonra görmüştüm.
Tabii bütün bu gördüğüm ilgi veya ilgisizlikler bazı meselelerde bana ilham kaynağı oldu ve strateji tespitinde yol gösterdi.
- tarihinde hazırlandı.