12 Eylül Öncesi
12 Eylül öncesi sizi çok sıkıntılı görüyorduk. Acaba sebebi ne idi?
Tarih hemen hemen 12 Eylül ihtilalinden iki sene kadar önceydi. İşte ta o zamanlarda, bende, büyük hadiselerden önce başlayan sıkıntılar başlamıştı. Antalya'ya giderken geçirdiğim sıkıntı da, bunlardan birisiydi. Antalya'ya giderken geçirdiğim sıkıntı da, bunlardan birisiydi. Yolculuğa çıkmıştık ki, kalbim sıkıştırdı. Biraz moladan sonra tekrar denedik yine aynı şey, İzmir tarafına dönünce kendimi iyi hissediyor, tekrar geriye dönünce de fenalaşıyordum. 'Demek ki, oraya gitmem istenmiyor' dedim ve İzmir'e döndüm. Sonra öğrenildi ki, yolda arabaları aramışlar. Arkadaşlara sıkıntı vermişler. Bülent Ecevit Bey'in aynı gün Antalya'da mitingi varmış. Yani bizim orda olmamız provokasyonlara açık bir durumdu...
Zannediyorum yüzüm, gözüm, kaşım her tarafım atıyor ve gözlerimde tikler oluyordu ve hele şiddetli baş ağrıları tahammül edilir gibi değildi. Bilhassa yemeklerden sonra tuhaflaşıyor, bunalıyor, boğuluyor gibi bir hale giriyordum. Tabii bunlar bendeki sıkıntının sadece dışa yansıyan kısımlarıydı. Bir de iç alemim vardı -ki, tam patlamaya hazır mağmalar gibiydi! Evet dayanılmaz ölçüde şiddetli bir sıkıntı içinde bulunuyordum. Arkadaşlar ise sadece dışarıya lav çıkınca muttali oluyorlardı. Ben yemez-içmez ve yer yer sinirlenirsem, onlar, o zaman farkına varıyorlardı. Hiç uyumadığım günler pek çoktu. Bazen kalkıp dolaşıyor ve Rabbime tazarru ve niyazda bulunuyordum. Ve bu arada ciddi bir musibet varmış da, buna karşı alakasız kalıp uyuyanlara çok canım sıkılıyordu. 'Niye bu kadar dertsiz ve gamsız bu adamlar', diyordum kendi kendime. Sıkılıyordum ama ne olacağını katiyen kestiremiyordum.. kestiremezdim de; zira, olacağı sadece Allah bilir.
Osman Kara Hocaefendi felç olmuştu. Bu da bana çok dokunmuştu. Osman Kara Hocaefendi kadim bir arkadaşımdı. Ben ta askerden önce Edirne'de bulunurken o ve Salih Özcan bey, Tekirdağ'da yedek subay olarak askerlik yapıyorlardı. Bir gün beraberce gelip beni ziyaret etmişlerdi. Kendisiyle o gün tanışmış, dost olmuş ve bir daha da irtibatımızı hiç kesmemiştik. Ben İzmir'e geldiğimde o da İzmir'deydi. Karşıyaka'da vaizlik yapıyordu. Daha sonra da Karşıyaka'ya müftü olmuştu. Çok iyi bir dostluğumuz vardı. O evlenmişti. Bazen evine gidip-gelirdim. O da bana sık sık uğrardı. Hele İzmir'deki ilk günlerimde çok yardımını görmüştüm. Adeta bir mihmandar gibi önüme düşmüş, her gideceğim yere beni o götürmüştü...
O'nun birden bire felç olması beni iyice sarstı. Böyle hadiseler insanda şok tesiri yapar ve şuuraltına yerleşir. Nitekim daha sonra bir kardiyolog kalbimden dolayı beni muayene ederken; 'Yakınlarınızdan birisi yakında felç oldu mu?' dedi. Doktorun psikanaliz yanı da iyiymiş. Ben de 'oldu' demiştim. 'Sizde kalp yok' dedi. Oysa ki, kalpten dolayı gelmiş ve onun için randevu almıştık. -Allah rahmet etsin- randevuyu Eymen Topbaş Bey almıştı. Evet, işte yola çıkacağım güne kadar bunlar olmuştu. Ve biz Ayrancılar'ı geçmiştik ki, kalbim sıkıştırdı. Zaten bunalıyordum. Biraz yürüyelim dedim. Galiba müsaade etmediler. Daha önce birisinden duymuştum, sırtüstü yatıp ayakları yüksekçe bir yere koymanın kalbe faydası olduğunu. Bu mülahaza ile bir parka gidip oradaki banklardan birine uzandım ve ayağımı denilen şekilde bir bankın üzerine koydum. Yanımda Köse Mahmud ve Pekmezci beyler vardı. Biz bir-iki araba beraberdik. Diğer arkadaşlar şehirlerarası otobüslerle gitmişlerdi. Ve o gidiş işte böyle hadiseli olmuştu. Biraz daha yola devam ettim. Baktım yine sıkışıyorum, 'Artık gelemeyeceğim' dedim. Aydın'da bir eve gidip geceyi orda geçirdik. Sabah namazına kadar istirahat ettim. Sabah namazını kıldıktan sonra geriye dönmeye karar verdik. Adeta İzmir tarafına dönünce kendimi iyi hissediyor, tekrar geriye dönünce de fenalaşıyordum. Teşe'üm doğru değil ama, ben şahsen öyle yorumladım; ne bileyim ufkumuz kapalı. 'Demek ki, oraya gitmem istenmiyor.' dedim ve İzmir'e döndüm. Sonra öğrenildi ki, yolda arabaları aramışlar. Muharrem ve Nur Sungur için biraz sıkıntı vermişler. Bülent Ecevit Bey'in orada o gün mitingi varmış. Giden herkesi aramışlar. Tabii bizim orada bulunmamız, yanlış yorumlanabilir, hatta provoke edilebilir ve işi ağırlaştırabilirdi. Hayırlısı öyleşmiş; biz o gün Antalya'ya gidememiştik.
12 Eylül ihtilalinin kısa bir değerlendirmesini yapabilir misiniz?
Bence 12 Eylül'ün diğer ihtilallerden pek farklı bir yönü yoktu: Yine gençler silahlı ve sokakta.. yine dillerde Marks ve Lenin.. yine kin ve nefret.. yine yıkıcı siyaset ve meclis polemiği.. yine müdahaleye çağrı ve yine 'hele bir yıkalım sonra oturur ne yapacağımızı düşünürüz' gibi geri kalmış ülkelerin psikolojisiyle hareket etme hastalığı sarmıştı bir baştan bir başa toplumu. Kimsenin kimseyi kabullenmediği, bir kesimin diğeri ile beraber yaşamaya tahammül edemediği ve en küçük farklılıkların kavga vesilesi yapıldığı böyle bir ortamda, müdahele için her şey tamamdı. Ve yine sun'i sağ-sol hikayesi hürriyet ve demokrasinin katliyle sonuçlanacaktı.
Ayrıca, o günlerde şımartılan illegal sol, gelişmiş, güçlenmiş, eski soldan çok farklıydı. Hatta iktidara geleceğine inanıyordu. Bu itibarla da, o güne kadar hiç yapmadıkları şeylerle sokağa dökülmeye başlamışlardı. Nice defa şahit olmuşumdur; bu ülkede Marks'ın, Lenin'in resmi olduğu halde nümayişler yapılmıştır.. ve hele bir iki yerde gördüğüm manzara karşısında -samimi söylüyorum- ben, acaba kabus mu görüyorum dediğim olmuştur. Bir keresinde, Lüleburgaz'dan geçerken, insanın tüylerini diken diken eden acaip bağırış, çağırışları görüp duyduğumda dona kalmıştım. Bu nasıl iştir böyle!.. Türkiye'de hükümet ve devlet yok mu? Ne oldu askere? Polisler nerede? Marks'ın bayrağı altında miting yapılıyor ve bunlara müdahale eden çıkmıyor! Aslında bunlar askeri de karşılarına almışlardı. O günlerde çok söylenen sözlerdendir. 'Komünizme selam dur, Türk askerini arkadan vur.'
Ancak, Allah bu haince düşüncelerin hiçbirine fırsat vermedi. O rahmetle tecelli edip sebepler yarattı ve milleti kurtardı. Milleti bertaraf etmek isteyenler büyük ölçüde suçüstü yakalandılar ve te'sirsiz hale getirildiler. Evet bu defa dengeli olunmağa çalışıldı. Komünistler saf dışı edilirken, Rusya da bir başka dünyada bunlara arka çıkmadı. Hatta solcu Batılılar da sahip çıkmadılar. Gerçi işkence var diye geldiler, onları himaye etmeye çalıştılar ama, hem sağ hem sol herkesin tokatlandığını gördüler hem de belli kararlılıkla karşılaştı ve istediklerini tam alamadılar.
Bu arada bazı İslamî çalışmaları Cenab-ı Hakk onlara olduğu gibi gösterdi. Onlar da, bir kısım endişelerinin vehim olduğunu anladılar.. aynı zamanda cepheyi genişletmek istemediler. Zira hangi İslamî oluşumla uğraşsalar, kendileri için yeni düşmanlıkları körüklemiş olacak; belki de tel'îne ve bedduaya maruz kalacaklardı. Belki de bazıları böyle düşünüyordu. Kendileri açısından isabetli de olabilir. Zaten radikal sol, bunlara her yerde faşist paşalar, faşist generaller diyordu. Bir de inanan insanların camilerde ve şurada burada aleyhlerine dönmesine sebebiyet vermesi kâr-ı akıl değildi. Ne var ki, inanan kesime emniyet edip güvenmedikleri de bir gerçekti.
Bu arada şunu da vurgulamakta yarar var: Bu son hareketin mimarları bazı müspet icraatta da bulundular. Toplumu, dirilmesi için bir kere daha silkelediler. Sovyet imparatorluğu yıkılma sath-ı mâiline girdiği bir dönemde maceracı gençlerin Türkiye'yi Sovyetler'in peyki haline getirme oyununu bozdu ve ülkemizin içinden çıkılmaz bir bataklığa sürüklenmesini bilerek veya bilmeyerek önlediler.. bazı kıymetli vatan evlatlarına millete hizmet etme yollarını açtılar.. imam-hatiplerin açılmasına göz yumdu ve mekteplere ahlak, din dersi koymak suretiyle bir tarihi yanılgıyı düzelttiler..
- tarihinde hazırlandı.