Bir yerde, iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk tutulması kuralının, sadece ticarî münasebetlerle ilgili olduğunu yazıyor. Bu, gerçekten böyle mi, yoksa her hususta bir erkek yerine mutlaka iki kadın mı aranır? Bu meseleye kadının ve erkeğin yeri veya değeri nokta-i nazarından değil de, bizzat şâhidlik nokta-i nazarından yaklaşmak lâzım. İş ve ticaret hayatı, hususiyle o dönemde, kadından daha çok erkeğin meşguliyet ve ihtisas sahasıydı. Bu sahayı o, kadından daha iyi bilirdi. Buna karşılık, meselâ, kadın da ev hayatını erkekten daha iyi bilir. Ne, erkeğin ev dışında daha aktif ve daha geniş çalışma sahasının olması, kadına nazaran ona fazladan bir değer kazandırır, ne de kadının ev işlerini erkekten daha iyi bilmesi, ona erkeğin altında bir derece verilmesine vesile sayılır. Hattâ, evde çocukla meşgul olma ve nesillerin ilk terbiyesi, belki insan hayatındaki bütün işlerden daha önemli ve daha kudsîdir. Çünkü bir insan, kendisini hayat boyu tesiri altında tutacak imtisasları, huyları, karakter hususiyetlerini 7, hattâ 5 yaşına kadar kazanır. Bu hususu hiç nazara almayanlar, kadının evdeki vazifesini âdeta küçümsüyor ve ona dışarıda iş bulmakla değer verdiklerini zannediyorlar.
Her ne ise, hayattaki fıtrî veya tabiî işbölümü, cinslerin yaratılıştan sahip bulundukları fizyonomi, psikoloji ve karakterlerinin gereğidir. İster iş veya ticaret hayatı olsun, isterse başka bir mesele olsun, bir yerde erkek daha aktif ise, orada onun şâhidliğinin ön planda olması normaldir. Kadın, ev dışında erkek ölçüsünde meşgul olamıyorsa, o hayata erkek ölçüsünde katılmaz ve dolayısıyla aynı derecede o hayatı ve onunla alâkalı bazı hususları bilmez. Kadının her sahaya müdahil görüldüğü, müdahil olmaya çağrıldığı günümüzde bile, halâ kadınlara adeta kapalı pek çok saha vardır. Dolayısıyla, bir vakıayı, bir doğruyu tesbit ederken, meseleyi kadın-erkek münasebet veya değerine getirmek, yanlış olur. Neyse, ben cidden hastayım, konuşmaya da niyetim ve mecalim yok; ancak siz mevzuyu değişik bir yöne çekince konuşturdunuz.