Cadı avının derinlikleri

AKP artık iyice ipin ucunu kaçırdı. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, bakın ne diyor: “Yedi saat tüm boyutları ile tartıştık, basit bir çözüm bulamadık”. Ev ödevini yapan bir öğrenci edasıyla, 7 saat çalıştıklarını söyleyen Arınç neden bahsediyor diye merak mı ediyorsunuz? Türkiye’nin AB süreci, Kürt meselesi, doların başını alıp gidişi, Suriye sorunu, “sivil anayasa”, Türkiye’nin dibe vuran imajı vs. değil. Bir sivil toplum kuruluşu, namı diğer Cemaat’in yurtdışı okulları nasıl kapatılır meselesi? Tabii niye bir Türk sivil toplum kuruluşu, yani Cemaat Vietnam veya Mozambik’te okul açar diye soran az değil. Haksız da değiller. Neden ABD, Fransa veya İngiltere kaynaklı özel okullardan farklı olarak Vietnam eğitim müfredatında ısrar eder, öğrencilerinin Vietnam veya Mozambik’te kalması hedefini ön koşul yapar? Gayri safi milli hasılanın % 1’ini geri kalmış ülkelere yardıma ayıralım diyen, beyin göçü sorununun bilincinde Avrupa aydın ve solu için Vietnam veya Mozambik’te Cemaat okullarını anlamak zor değil.

Peki bir hükümet ve bakanları niçin işini gücünü bırakıp Cemaat’in bu okullarını kapatmak veya devletleştirmek için uğraşır ve saatlerini harcar? Bu soruyu Türkiye’de kimsenin sormaması tesadüf değil. Devlet düzenini sorgulayan siyasi partilerden sendikalara, kooperatiflerden “cemaat bankalarına” kadar her türlü siyasi, ekonomik ve sosyal güç kaynağına el koymak devletimizin geleneğidir. Düzeni sorgulayan her türlü yapılanma tehlikelidir. Her türlü toplumsal güç kaynağına şüphe ile bakmak despotizmin temel özelliğidir. Hukuk devlet hakimiyetinin ihyası ve toplumu denetlemek için vardır. Biat kültürünü sever despotizm. Örgütlü, girişimci, dayanışma kültürünün derinleştiği bir toplumsal yapılanmaya açık değildir, şüphe ile bakar. Geri kalmışlığı, cahiliyeti, yoksulluğun kaynaklarını sorgulayanlar despotizm için tehlikelidir, mallarına el koyar. Türkiye toplumu bu “kültüre” yabancı değildir, “olağan” bulur.

Bakın Başbakan Davutoğlu, bu kültürde yeşeren “şüpheyi” popülist şu cümlelerle nasıl kullanıyor: “Niye dini cemaat mahiyeti taşıyan bir grubun bankası var, savcısı, hukuku, medya ayağı var... Dini faaliyeti bürokratik, ekonomik faaliyete dönüştürüp siyasi bir gündem dayatmak çizgi dışına çıkmaktır, ...buna izin verilmez.” Davutoğlu, Cemaat’in savcısı, hukuku olmadığını gayet iyi biliyor. Devletin savcısı, hukuku vardır. Cemaat’e gönül vermiş savcı, hâkim, öğretmen olabilir. AKP’ye, İşçi Partisi’ne, Nakşi veya Bektaşiliğe gönül vermiş savcı, hâkim olduğu gibi. Devlet hukukunun dışına çıkan bir savcının savcı, hâkimin hâkim olması mümkün değildir. Devlet buna göz yumamaz. Ama devletin kendisi, hukuk devleti değil, keyfiliğin etkin olduğu despotik bir yapı ise dün cemaate, bugün ulusalcılara yakın savcı ve hâkimleri kullanır. Devlet içerisinde hukuk değil patronaj ilişkileri etkindir. Bu kültürün toplumumuzda ne kadar derin olduğunu “sol” ve “Marksist” kesimlere kadar uzanan etkileri ile görmek mümkün. Bakın Ümit Kıvanç ne diyor:

“Bank Asya’ya yapılana itiraz etmek için banka önünde toplanan Müslümanlar, acaba “Bizim niye bir bankamız var?” sorusunu soruyorlar mıdır kendilerine? Cemaat’in niye bir bankası var? Üstelik mâlûm faiz sorunu nedeniyle hepten sorunlu bir şeyken, banka kurmak, yönetmek ve bundan çıkar sağlamak? Evet, bu safça, salakça soruyu tekrar soruyorum: Cemaat’in niye bankası var? “Niye polisleri, savcıları var?” diye sorduğumuzda cevap alamıyoruz.” (riyatabirleri.blogspot.com) Cemaat’in bankası filan yok. Olsa olsa Cemaat’e yakın işadamlarının, insanların kurduğu bir banka vardır. Devletin derin yolsuzluklara bulaştığı, banka soygunları için dilimizin “hortumlama” terimini kazandığı dönemde kurmuşlar. Herhalde sektörde yaşanan güven sorunu gerekçe olmuştur. Banka kurmak kötü bir şey mi? Avrupa’da çevre meselesini temel alan bankalar kurdu çevreciler. Çevre uyumlu projeleri destekliyorlar, kötü mü?

Bizim solcular Sosyalist hareketlerin yeşerdiği 19. yüzyılın ikinci yarısını okumuş olsalar, soruyu “salakça” değil, doğru sorarlardı. İşçilerin neden kooperatifler, sigorta şirketleri, bankalar kurduklarını bilir, despot devletin her fırsatta, bu kurumları devletleştirerek, sosyalist hareketlerin ekonomik güç kaynaklarını törpülediklerini görürlerdi. Doğru soru dün “ne istediler de vermedik” diye sitem işiten Cemaat’in neden AKP’ye cephe aldığıdır. Veya neden dün Sabahattin Ali, Nazım Hikmet’in hedef olduğu cadı avının hedefi bugün Cemaat oldu? Bu sorunun cevabını ararken demokrasi için saf tutan muhafazakâr kesimin cadı avı hedefi olduğunu görmemek mümkün değil. Bu mücadele derinleşerek sürecek, toplum despotizm kalıntılarından kurtulana, demokratik bir düzen kuruluncaya kadar.

Önemli bulduğum bu konuya gelecek yazımda devam edeceğim.

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/ali-yurttagul/cadi-avinin-derinlikleri_2276393.html

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.