Sosyal muhalefet ve Cemaat

İslam siyasî tarihinde iktidara karşı muhalefet konusunu inceleyen klasik kaynaklar, muhalefeti üç ana başlık altında değerlendirir: Sabır, huruç ve temkin. Sabır; “Sultana isyan ve başkaldırı yoktur. Sultan, zalim bile olsa itaat edeceksin. Bir gün sultansız kalmaktansa altmış yıl zalim sultanın idaresinde yaşamaya razı olurum. İmam adil olursa ona ecir, bize şükür gerekir. Zalim olursa ona zulüm bize sabır gerekir.” gibi tarihe mal olan zihniyettir. Kaderci anlayışın hakim olduğu bu zihniyete göre “Allah, fail-i muhtardır. Yaptığı her icraatında bir hayır vardır. Kullara düşen bir kenara çekilip icraat-ı subhaniyeyi hayranlıkla seyretmek ve başlarına ne gelirse gelsin hiçbir şey yapmadan sabretmektir. Aksi halde kadere itiraz etmiş olurlar. Ayrıca sultanın uygulamalarına karşı gösterecekleri muhalif tavır ve tutumlar toplumda fitneye sebebiyet verir, meşruiyetini zedeler, fesat, kargaşa, anarşi alır başını gider ve hayat yaşanmaz hale gelir.” Nitekim şu cümle bu zihniyeti formüle eder: “Adil sultan zalim sultandan hayırlıdır fakat zalim ve despot bir emir de devam eden fitneden hayırlıdır.”

Huruç; isyan ve başkaldırı demektir. İnsanlar sultanın verdiği her kararı, yaptığı her uygulamayı kabullenmek ve desteklemek zorunda değildir. Yanlış karar ve uygulamalarda sesini yükseltmeli, makul sınırlar içinde itirazını yapmalı ve gerektiğinde sultan ve idaresine karşı toptan bir isyan gerçekleştirip devrim yapmalı ve yönetimine son vermelidir.

Sosyal muhalefette itidal

Temkine gelince; sultana karşı isyan etmeden, toplumda asayiş problemi çıkarmadan sultanın yanlış olduğunu düşündüğü karar ve uygulamalarına usulüne uygun bir şekilde itiraz etme, meşru yönetim ilke ve prensiplerine göre hareket etmesini sağlamaya çalışmaktır. Söz konusu çabalar bir sonuç vermiyorsa, isyan etmeme ve asayiş problemi çıkarmama sınırında kalarak alternatif oluşumlarına destek vermedir. İmam-ı Azam’ın Emevi saltanatında yaptığı zulümlere karşı almış olduğu tavır, temkine verilebilecek en güzel örnektir.

Birer ikişer cümleyle kısaca özetlediğimiz, tarihin belli zaman ve mekân dilimleri içinde kalmış dönemleri değerlendirirken ortaya atılmış bu kavramları günümüz içinde aynen kullanmak mecburiyetinde değiliz. Çünkü aynı inanca sahip olsak da yaşadığımız sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel ve dini şartlar dünden çok farklı. Bu yüzden dünün kavramları ile bugünü anlayamaz, değerlendiremez ve geleceğimizi şekillendiremeyiz.

Bu açıdan dershane krizi ile açığa çıktığını zannettiğimiz ama bir yıllık süreç içinde ortaya saçılan bilgi ve belgelerden öğrendiğimize göre kökeni çok daha eskilere dayanan AKP’nin Cemaat düşmanlığında Cemaat’in yenilerde takınmış olduğu muhalif tutumu anlamaya çalışırken veya ona bir isim koyarken bahsini ettiğimiz çerçevenin dışına çıkılması şarttır.

Şimdiye kadar mevcudu izah adına söylenenler bu hususta çok dikkatli olunduğunu göstermiyor. İktidar canibinde saf tutanlar cemaatin karşı tutumunu örnek olarak gösterdikleri hadiselere göre bazen sabır, bazen huruç ve bazen de temkin kavramları etrafında izaha yelteniyorlar. “Ulu’l emre itaat, fitne çıkarma, meşru otoriteye isyan, iktidara darbe vb.” sözleri bunun göstergesi. Burada doğruyu araştırma, hakikati bulma, mevcuda mevcudu olduğu gibi yansıtan bir isim koyma çabası söz konusu değil. Aksine kulaktan dolma dahi olsa bu kavramlara yabancı olmayan Müslüman seçmeni manipüle etme ve desteklerinin devamını sağlama temel amaç gibi duruyor.

Madalyonun diğer yüzünde Batı’nın siyasal tecrübesini yansıtan kavramlar var. ‘Sivil itaatsizlik mi, pasif direniş mi?’ başlıklı yazımda da belirttiğim gibi, bu süreci illa Batı dünyasında üretilen ve sosyal bilimlerde kullanılan kavramlarla izah getirmeye kalkmak da doğru değil. Yapılacak şey bu ikisinin ortasında bir yerde durmak ve gerek dinin siyasete alet edilmesi, iktidarın muhafazası adına araçsallaştırılması, iktidarın kendini muhafazakâr dindar diye tanıtması, oy tabanının genelde dindar kitle olması gerekse sosyal, kültürel, ekonomik arka plan şartlarının farklılığını nazara alarak bugüne odaklanmalı ve yeni kavramlar üretilmelidir. Takip ettiğim kadarıyla bu konuda en güzel çıkışı Ali Bulaç Bey “sosyal muhalefet” kavramı ile yaptı.

Muhalefet sistemin sigortasıdır

Ali Bulaç’ın tespit ve değerlendirmesine göre sosyal muhalefet, şiddet içermeyen, siyasî muhtevası olmayan ve konu odaklı mikro tepkinin gösterilip somut isteklerin olduğu bir muhalefet tarzıdır. İktidarın kuvvetler ayrılığı ilkesine son veren otoriter eğilimleri, çoğulculuğu çokluğa indirgemesi, kendilerine muhalif olan her türlü duygu ve düşünceyi, kişi ve grubu yok sayma uygulamaları ve hepsinden öte demokrasiyi sandıktan ibaret görüp her muhalif düşünceyi siyasete davet etme mantığı karşısında gösterilen muhalefet tarzının adıdır sosyal muhalefet. Ali Bulaç’ın da ifade ettiği gibi ne şiddete taraftardır ne de müzmin iktidar karşıtıdır. Ne sistemin geneline muhaliftir ne de iktidar partisinin yaptığı her türlü uygulamaya yanlış demektedir. Aksine kendilerine göre yanlış olan bir politikanın vaki ve muhtemel sonuçlarına işaret etme, daha doğrusunu teklif olarak sunma ve iktidarın kendi politikalarında ısrarlı tutumu karşısında da Türkiye ve dünya kamuoyunda seslerini daha yüksek bir şekilde duyuracak metotları tercihinden ibarettir.

Demokratik bilincin, bir yurttaş olarak sorumluluk şuurunun yüksekliğine işaret eden bu yaklaşım, aslında takdirle karşılanması gereken bir davranış tarzıdır. İslam’da maslahat-ı ümmet dediğimiz kamu yararının yönetilenler eliyle yönetenlere hatırlatıldığı bir yaklaşımdır. Sivil devlet kuruluşu değil, sivil toplum kuruluşunu olmanın hakkını vermektir. İktidar gücünün insanları ve kurumları yozlaştırmasını engelleyen en önemli maddî unsurlardan biri olan muhalefetin ete-kemiğe büründürülerek hayata geçirilmesidir. Kendi hak ve hukukuna sahip çıkmasıdır.

Nitekim Cemaat dershane kapatma tartışmalarından önce geçtiğimiz 12 yıllık AKP iktidarında kamu yararına muhalif olduğunu düşündüğü bazı politikalarda muhalefet etmiştir. Terörle Mücadele Kanun Tasarısı’nda, Enerji Yasası’nda, Mavi Marmara hadisesi akla gelen ilk örnekler. Dikkat ederseniz bunların hepsi de devleti yönetme iddiasından ve hükümet politikalarına toptancı bir yaklaşımla karşı çıkmaktan alabildiğine uzak, millet, memleket menfaatini ilgilendiren sosyal içerikli konulardır.

Sonuç itibarıyla demokratik siyasî sistemlerde muhalefet, sistemin sigortası hükmündedir. Gücün iktidarı yozlaştırmasının önündeki en büyük engeldir. Muhalefetin çeşidinin siyasî ve sosyal olması, şiddet içermemek ve hukukî sınırlar içinde kalması şartıyla önemli olmasa gerektir. Bu bağlamda iktidara düşen, muhalefeti ortadan kaldırmak değil, aksine muhalefetin daha sağlıklı yapılabilmesi için hukuki ve sosyal zeminini oluşturmaktır. Türkiye’de olan şey muhalefetin zeminini ortadan kaldırmaktır. Halbuki yakın ve uzak siyasî tarihe baktığımızda gördüğümüz muhalefetin hukukî ve sosyal zeminin yok edilmesi insanları illegaliteye itmiş ve belli bir noktadan sonra sosyal patlamalar meydana gelmiştir. Neticede kaybeden, tabii ki o ülke olmuştur.

İstişarede özgürce muhalif fikri seslendirmekle sosyal muhalefet arasındai fark var. Bu fark bir sonraki yazımın konusu olabilir...

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/ahmet-kurucan/sosyal-muhalefet-ve-cemaat_2276248.html

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2025 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.