Üslûp, şefkat ve “final gecesi”
Birinci Bölüm: Üslûp.. İllâ üslûp!..
- Sadece Allah’a yakışan o kocaman işleri sahiplenme hatasına düşmez ve ferdî enâniyetlere kapılmadığımız gibi âidiyet mülahazasına da girmezsek hem yapılan hizmetler ve elde edilen muvaffakiyetler katlanarak büyür hem de haset ya da husûmetten kaynaklanan tepkiler azalır. (01:11)
- Hazreti Üstad şöyle buyurmaktadır: “Hakikî mürşid-i âlim koyun olur, kuş olmaz; hasbî verir ilmini. Koyun verir kuzusuna hazmolmuş musaffâ sütünü. Kuş veriyor ferhine (yavrusuna) lüab-âlûd (tükürükle karışık) kayyını (kusmuğunu).” (03:30)
- Yutmadan evvel çiğnemek ne ise, konuşmadan evvel düşünmek de odur. (07:00)
- “Allah birdir!” hakikati gibi en güzel bir sözü söylerken ve mutlaka herkese tanıtılması gereken İnsanlığın İftihar Tablosu’nu (aleyhissalâtü vesselam) anlatırken bile muhataplar nazar-ı itibara alınmalı ve tepkiye sebebiyet vermeyecek bir üslûp kullanılmalıdır. (09:15)
- Hayatını kahvehanelerde tüketen insanları, sigara sebebiyle pek çok hastalığa yakalanan, hatta bir yönüyle aheste aheste intihar etmekte olan kimseleri ve günümüzde ilkokullara kadar varıp dayanan uyuşturucu kullanma ibtilasına tutulmuş bulunanları bu marazlardan kurtarmak ve benzer kötülüklerin önünü almak için kullanılacak üslûp ve vesileler de itina ile seçilmelidir. (13:00)
- Eserlerde “Bâtıl şeyleri tasvir, sâfi zihinleri idlâldir ve cerhtir.” denilir. Edepten mahrum kimseler, “Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz” der ama onu öyle bir tasvir ederler ki, muhatabın zihnini bulandırır, iştahını kabartır, heva ve hevesini canlandırır; neticede akıl ve hissi söz dinlemez bir hale getirirler. (15:35)
- Bir insana bir şey okumadan evvel o insanın karakterini doğru okumak icap eder. (16:10)
İkinci Bölüm: Farklılık mülahazası ve “final gecesi” (19:19)
- Farklılıkları fark etmeme farklılığına sahip insanlar olmalıyız. Bir yandan iman, marifet, muhabbet, aşk ve iştiyaka doymamalı, hep “Daha yok mu?” ufkunu kollamalıyız; diğer taraftan da “İnsanlar arasında sıradan bir insan” olduğumuza yürekten inanmalı ve mahviyet içinde bulunmalıyız. (19:40)
- Hazreti Ebu Hureyre’nin (radıyallahu anh) naklettiği bir hadis-i şerifte, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur ki: “Bir kişi ‘İnsanlar helak oldu!’ dediği zaman, kendisi onlar arasında helâketin en şiddetlisine uğrayan kimse olur.” Evet, ister ferdî enaniyet sebebiyle isterse de âidiyet mülahazasıyla sadece kendisinin veya kendi meşrebine bağlı bulunanların kurtulduklarını ve diğerlerinin helâk olduklarını düşünen insanın helâketinden korkulur. Meslek muhabbetiyle yaşamak başka, diğer insanları hafife almak ve görmezlikten gelmek daha başka bir şeydir. (21:25)
- İnsan farklılık peşinde olmalı ama sıradanlığı kendisine kabul ettirmeli. Alvar İmamı “Allah bizi insan eyleye!” derken ve Hazreti Pîr “Nefis cümleden ednâ, vazife her şeyden a’lâ” hakikatini seslendirirken bu ufku göstermişlerdir. (24:23)
- Fedakâr ruhlar, kendisine rağmen ve bünyesinden bir şeyler kaybetme pahasına buharlaşan denizler, yükselip başlar üzerinde dolaştığı halde gözü hep aşağılarda olan su katreleri ve gül bitirmek için ayaklar altında ezilmeye razı bulunan toprak gibi olmalıdırlar. Zira onların mesleklerinin en önemli bir esası şefkattir. (26:40)
- İlahî Beyan’da raûf ve rahim olarak tavsif edilen Peygamber Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) insanları ebedî hüsrandan kurtarma dâvasına o kadar gönülden bağlanmıştı ve öylesine şefkatli idi ki, Kur’ân-ı Kerim, O’nun bu konudaki ızdıraplarını, “Neredeyse sen, onlar bu söze (Kur’âna) inanmıyorlar diye üzüntünden kendini helâk edeceksin” (Kehf, 18/6) diyerek dile getiriyordu. Hem ta’dil ve tembih hem de takdir ve iltifat ifade eden bir başka ayet-i kerimede de Cenâb-ı Allah, Rasûl-ü Ekrem’ine “Onlar iman etmiyorlar diye neredeyse üzüntüden kendini yiyip tüketeceksin” (Şuara, 26/3) şeklinde hitap ediyordu. (29:09)
- Rivayet olunduğuna göre; Abdullah b. Übeyy'in oğlu Abdullah çok ihlaslı bir müslüman idi, babasının hastalığında onun hakkında Rasûlullah'ın dua ve istiğfar etmesini dilemişti. Peygamber Efendimiz onun bu talebine icabet edince “Onlar için sen ister Allah’tan af dile, ister dileme. Yetmiş kere bile istiğfar etsen, Allah onları asla affetmeyecektir. Evet, böyle! Çünkü onlar Allah’ı ve Rasulünü tanımayıp karşı geldiler. Allah da böylesi fâsıklar güruhunu hidâyet etmez, emellerine kavuşturmaz.” (Tevbe, 9/80) ayeti nazil oldu. Yedi, yetmiş ve yedi yüz gibi sayılar mutlak olarak bir şeyin çok çok yapılması için kullanılır. Böyle olmakla beraber sayıların her biri, esas itibariyle daha yukarısının hükmüne aykırı bir sınırı da belirler. Rasûl-ü Ekrem Efendimiz bunu dikkate alarak “Öyleyse, ben de yetmişten daha fazla istiğfar edeyim.” demiş ve bunu üzerine “Ha mağfiret diledin, ha dilemedin, onlara göre birdir. Allah onları asla affetmeyecektir. Çünkü Allah, fâsıklığı tabiat haline getirenleri hidâyet etmez, emellerine ulaştırmaz.” (Münâfikûn, 63/6) âyeti nazil olmuştur. Şayet, Rasûl-ü Ekrem Efendimiz, rivayet olunduğu üzere, “Öyleyse, ben de yetmişten daha fazla istiğfar edeyim.” buyurmuş ise, bunu, -hâşâ- Onun ilâhî emri anlayamadığına değil -ki Kur’an-ı Kerim’i eksiksiz anlayan O’dur- şefkat ve re’fetinin gereği olarak te’vil mülahazasına girdiğine bağlamak lazımdır. (29:54)
- Müşfik Nebî, bir gece hangi işarete ve endişeye binaen, kim bilir nasıl sarsılmıştı ki, o ana kadar günler geceler boyunca tekrar edip durduğu, Hazreti İbrahim’in duası olan, “Ya Rabbî! Doğrusu onlar (putlar) insanların çoğunu saptırdılar. Artık bundan sonra kim bana tâbi olursa, o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, o da Senin merhametine kalmıştır, şüphesiz Sen Gafûrsun, Rahîmsin.” (İbrahim, 14/36) mealindeki ayet ile; Hazreti İsa’nın duası olan, “Ya Rabbî! Eğer onları cezalandırırsan, şüphe yok ki onlar Sen’in kullarındır. Onları affedersen, Aziz ü Hakîm (üstün kudret, tam hüküm ve hikmet sahibi) ancak Sen’sin!” (Mâide, 5/118) mealindeki ayeti yine sabaha kadar tekrar tekrar okumuş, ellerini kaldırıp “Allah’ım! Ümmetimi (mağfiret et), ümmetimi (mağfiret et!)” diye yalvarmış ve ağlamıştı. Bunun üzerine Allah Teâla, “Ey Cebrail! Muhammed’e git ve O’na de ki: Biz seni ümmetin hususunda razı edeceğiz ve asla kederlendirmeyeceğiz.” buyurmuştu. İşte o gece, nice zamandır devam etmekte olan derd, ızdırap, dua ve gözyaşı gecelerinin finali gibiydi, bir manada “final gecesi”ydi. (33:20)
- Bugün insanlığın her şeyden ziyade şefkate ihtiyacı vardır. Şefkat öyle sırlı bir anahtardır ki onun açmayacağı kapı yoktur. Cennet kapılarını açacak olan anahtar da şefkattir. (35:42)
- tarihinde hazırlandı.