Çocuk sevgisi ve şirk şâibesi
Soru: “Fakat Allah kendilerine kusursuz bir çocuk verince, annesi de babası da ölçüyü kaçırıp verdiği çocuk sebebiyle şirke bulaştılar; tuttular, Allah’a birtakım şerikler yakıştırdılar. Halbuki Allah onların yakıştırdıkları her türlü ortaktan münezzehtir.” (A’râf, 7/190) mealindeki ayet-i kerimede nazara verilen şirk sebebini umumî manada bütün mahbuplara aşırı düşkünlük şeklinde anlamak mümkün müdür? Gayr-ı meşru yollara tevessül eden insanların ekseriyetle maksatlarının aksiyle tokat yedikleri düşünülürse, ister çocuğuna isterse de başka mahbuplara haddinden fazla alâka gösterenler için de böyle bir su-i akıbet söz konusu mudur?
- Cenab-ı Hak, A’râf Sûresi’nin 189 ve 190. ayet-i kerimelerinde şöyle buyuruyor:
هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ وَجَعَلَ مِنْهَا زَوْجَهَا لِيَسْكُنَ إِلَيْهَا فَلَمَّا تَغَشَّاهَا حَمَلَتْ حَمْلاً خَفِيفاً فَمَرَّتْ بِهِ فَلَمَّا أَثْقَلَت دَّعَوَا اللّهَ رَبَّهُمَا لَئِنْ آتَيْتَنَا صَالِحاً لَّنَكُونَنَّ مِنَ الشَّاكِرِينَ فَلَمَّا آتَاهُمَا صَالِحاً جَعَلاَ لَهُ شُرَكَاء فِيمَا آتَاهُمَا فَتَعَالَى اللّهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ
“O’dur ki sizi bir tek candan yarattı ve bundan da, gönlü kendisine ısınsın diye eşini inşa etti. Erkek eşini sarıp bürüdü, o da hafif bir yük yüklendi, hamile kaldı. Onu bir müddet taşıdı. Hamileliği ağırlaşınca her ikisi de Rabbi’leri olan Allah’a yönelip “Eğer bize sağlıklı, kusursuz (sâlih) bir evlat verirsen mutlaka Sana şükreden kullarından oluruz” diye yalvardılar. Fakat Allah kendilerine kusursuz bir çocuk verince, annesi de babası da ölçüyü kaçırıp verdiği çocuk sebebiyle şirke bulaştılar. Tuttular, Allah’a birtakım şerikler yakıştırdılar. Halbuki Allah onların yakıştırdıkları her türlü ortaktan münezzehtir.” (01:20) - Anne-baba evlat ile imtihan olmamak için Allah Teâlâ’ya gönülden dua etmelidir. Şayet, Cenab-ı Hak kendilerine bir çocuk lütfedecekse, onun eli ayağı, gözü kulağı, bütün aza ve cevârihinin sıhhatli olması için niyazda bulunmalıdır. Ayrıca, çocuğun iman, İslam ihsan ufkuna ermiş, ibadet ve muamelelerinde dikkatli, Kur’an’da tarif edilen bütün hususiyetleriyle salih bir insan olmasını Yüce Yaratıcı’dan dilemelidir. Evet, “salih bir çocuk” talebinde, beden ve cismaniyet açısından olduğu gibi, manevi yapı, kalbî ve ruhî hayat zaviyesinden de sıhhatli bir çocuk isteği melhuzdur. (02:22)
- Mezkur âyet, şahs-ı Âdem’den benîâdeme geçerek fert fert, cemaat cemaat bir silsile hâlinde uzayıp giden, birliği içinde çok; nev’iyeti içinde bütün bir varlık kadar muhtevalı; tutturabildiğinde sevaplarıyla meleklerin önünde; kendini salınca veya tahribata dalınca, lânet ile anılan şeytanlara rahmet okutturacak kadar rezil, muamma bir sülalenin fasit veya salih halkalarından bahsederken aynı zamanda heyet-i umumiyesini de birden nazara veren bir üslûp ihtiva etmektedir. Bu espri kavrandığı takdirde, artık kalkıp “Acaba bu eşler Hazreti Âdem ve Havva mı?.. Yoksa Kureyş’ten Kusay ve zevcesi mi? Veya daha başkaları mı?” demeye ihtiyaç kalmayacaktır. (03:18)
- Cenab-ı Hak, bir peygambere menfi bir hususu beyan ederken aslında “kızım sana söylüyorum gelinim sen anla” manasına onun şahsında ümmetine ikazda bulunmuştur. Mesela; Allah, peygamberlerini şirkten korur. Dolayısıyla onlar hakkında şirk düşünülemez. Fakat, ayette şöyle buyurulmaktadır:
وَلَقَدْ أُوحِيَ إِلَيْكَ وَإِلَى الَّذِينَ مِنْ قَبْلِكَ لَئِنْ أَشْرَكْتَ لَيَحْبَطَنَّ عَمَلُكَ وَلَتَكُونَنَّ مِنَ الْخَاسِرِينَ
“Hâlbuki sana da, senden önceki peygamberlere de şu gerçek vahyolunmuştur ki: İyi dikkat et! Allah’a ortak koşarsan yaptığın bütün makbul işler boşa gider ve sen âhirette kaybedenlerden olursun!” (Zümer, 39/65) İşte bu türlü beyanlarda muhatap peygamber gibi görünse de aslında ikaz ümmete yapılmaktadır. (03:30) - Şu bir gerçek ki, farkında olunsun olunmasın –müşrikler kat’iyetinde olmasa dahi– ehl-i iman da bazen şirke girmektedir. Bu âyet-i kerimede de belirtildiği gibi, aşırı çocuk sevgisi de bu şirk yollarından biridir. Günümüzde, çocuklarımıza, torunlarımıza Allah’ın birer emaneti, hediyesi, lütfu, ihsanı nazarıyla bakmak yerine, sanki onlara sahip ve malikmişiz gibi bakıyoruz. Hatta onlar uğrunda bazen namazı-niyazı bile terk edebiliyoruz. Öyle ki onlara karşı olan sevgimiz, âdeta Allah’a olan sevgimizden daha fazla. Yani emanet nazarıyla bakıp, Allah için seveceğimiz çocuklarımızla –tabir caizse– Allah’ı düşünmeden öyle bir seviyede alâka ve irtibata giriyoruz ki, belki de farkına varmadan o zımnî şirke yuvarlanıp gidiyoruz. (07:00)
- Rasûl-ü Ekrem Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurur ki; “Sizin hakkınızda en çok korktuğum husus; şirk-i esğardır.” Efendimiz, ism-i tafdille ifade ediyor ve ilk bakışta görülmeyecek, ilk anda sezilmeyecek kadar küçükler küçüğü olan bu şirki bir hadis-i şerifte açıklarken, karanlık bir gecede, karıncanın bıraktığı iz misaliyle anlatıyor. Ümmeti hakkında, büyük bilinen günahlardan değil, küçük gördükleri için çekinmedikleri riya gibi, süm’a gibi, “yaptım, ettim, düşündüm, kurdum” gibi şirke sürükleyen söz ve mülahazalardan korkuyor. Bu cümleden olarak, bazen evlat sevgisi bir şirk sıfatıyla kirletilmiş olabilir. Mü’min, mü’min sıfatlarını koruma mevzuunda, namusunu koruma hususunda gösterdiği hassasiyeti göstermelidir. (10:10)
- Bediüzzaman Hazretleri, her Müslümanın her vasfının Müslümanca olması icap ettiği halde bunun her vakit vaki olmadığı gibi, her kâfirin her vasfının da küfründen neş’et etmesinin gerekmediğini beyan etmekte ve bazen mü’minde kâfir sıfatı olabileceği gibi, bazen de kâfirde mü’min sıfatı bulunabileceğini söylemektedir. Meselâ; tembellik, gıybet, yalan ve iftira birer kâfir fiilidir; fakat maalesef, bazı mü’minler de bu çirkin günahlara girebilmektedirler. Bunun aksi de mümkündür; yani, imanı tatmamış bazı insanlar da vardır ki, âyât-ı tekvîniyeyi çok iyi okur, kâinat kitabını anlamaya çalışır ve ciddi bir araştırma aşkıyla adeta eşyayı hallaç ederler. Bütün bunlar birer mü’min sıfatıdır ve bu sıfatlar kâfirde de olsa güzeldir, makbuldür. Haddizatında, Allah Teâlâ sıfatlara göre hüküm verir. Dolayısıyla, bu güzel sıfatlara sahip olanlar kâfir de olsalar, rakiplerine muvakkaten galebe çalar ve işlerinde muvaffak olurlar. Buna, sıfatın sıfata galebesi de denebilir; yani mü’min sıfatı kâfir sıfatına galip gelir. (13:32)
- Bazen çok küçük hatalar büyükten daha büyük olabilir. Bilinmeyen ve tevbe edilmeyen küçük günahlar, farkına varılıp pişmanlık duyulan ve vazgeçilen büyük günahtan daha öldürücüdür. (16:10)
- Her zaman, eğriliğe ve inhirafa açık ruhlar, bazen “Vedd, Yeğûs, Yeûk, Nesr” hâdisesinde olduğu gibi, hüsnüniyetle başlayan bir çarpıklığa sürüklenmiş, bazen de mâkule ve semavî olana sırtlarını dönerek yanlış bir yola girmiş ve doğrudan uzaklaşmışlardır. Merkezde inhiraf açısı sezilemeyecek kadar küçük olduğundan, meselenin farkına varamamış, farkına vardıkları nokta olan muhit hattında da, açının genişliğine takılıp geriye dönememişlerdir. (17:40)
- Günümüzün genç nesillerinin izdivaç, aile, çoluk çocuk gibi mevzularda gerekli bilgi ve donanıma sahip olduklarını zannetmiyorum. Hakikaten günümüzde gençlere bu mevzuda ciddi bir eğitim verilmiyor, onlar bu konuda gerekli bilgi ve donanıma sahip olarak yetiştirilmiyorlar. Bundan dolayı aklıma geliyor ki, üniversite, hatta liselerin bünyesinde aile ve evlilikle alâkalı, muhatapların seviye ve konumuna göre seminerler verilebilse. Hatta devletin uygun göreceği şekilde, bu mevzu belli bir disipline bağlansa, şahıs, gerekli bilgi, donanım ve ehliyete sahip olduğunu ispat edip bir tür evlilik sertifikası aldıktan sonra o şahsın evliliğine müsaade edilse. Meselâ bu seminerlerde evliliğin insanın omuzları üzerine yüklediği vazife ve sorumluluklar, eşler arasında iyi bir münasebet ve geçim için dikkat edilmesi gereken hususlar, çocuk yetiştirme ve terbiye usulleri, evlilikte karşılaşılan bazı sıkıntı ve meşakkatlere katlanmanın Allah indindeki kıymet ve yeri, boşanmanın her iki taraf ve çocuklar için nasıl bir âfet, nasıl bir bela olduğu… gibi hususlar ilim ve yaşanmış tecrübelerin ışığı altında evlenecek gençlere anlatılıp öğretilebilir. Evet, önce anne babalar yetiştirilmelidir ki, onlar da çocuklarını birer emanet kabul etsinler ve onların iyi yetişmeleri için gerekenleri yerine getirsinler. (22:50)
- Çocuklar için meseleyi hep recâ öncelikli götürmek gerekir. Gerçi, onlar da havftan tamamen azâde tutulmamalıdırlar, çocuklar da kötülerin cezalandırılacağının farkına vardırılmalıdırlar. Fakat, bu onların ruh dünyalarında derin yaraların açılmasına sebebiyet vermemelidir. İyi kimselerin mutlaka huzura ereceklerine inanan çocuklara kötülerin de cezasız kalmayacağı anlatılmalıdır. Ancak bu esnada, mevzuyu hem kendileri hem de yakınları açısından inşirah verici bir şekilde algılamalarına ve içlerinde bir burukluk yaşamamalarına da dikkat edilmelidir. Evet, onlara, Zât-ı Uluhiyetin rahmetinin enginliğinden bahsedilmeli; çocukların ötede ilahî iltifata mazhar olacaklarından, yeni açmış güller gibi annelerinin kucağında öpülüp koklanacaklarından, Cennet ağaçlarının başında kumrular misali şakıyıp duracaklarından dem vurulmalı; onların Allah’a karşı sevgi hisleri sürekli harekete geçirilmeli ve böylece çocuklarda şuuraltı müktesebatın oluşması sağlanmalıdır. (28:28)
- Hazreti Üstad, “Gayr-ı meşru bir muhabbetin neticesi, merhametsiz bir azap çekmektir.” buyuruyor. Evet, ister çocuğuna isterse de başka mahbuplara haddinden fazla alâka gösterenler için de böyle bir su-i akıbet söz konusudur; onların da maksatlarının aksiyle tokat yemelerinden ve çocuklarının/sevdiklerinin onlardan nefret etmelerinden korkulur. Bu açıdan, dostlarınıza fevkalâde makamlar verip onları şişireceğinize, mübalağalarla onların boyunlarını kıracağınıza ve başkalarını da kıskançlığa sevkedeceğinize, onlara karşı fevkalâde sadâkat gösterip kardeşliğin hakkını verin. Unutmayın ki; kat’î bilgisi olmadığı halde mübalağalara girip falancaya "mehdî" diyenler, filancayı "müceddid" ilan edenler, genellikle bu abartmalarının cezası olarak, gün gelip de ona "deccal" demeden, öbürünü “fâsık” görmeden, diğerinin nifak üzere olduğunu söylemeden ölmezler. (29:55)
- tarihinde hazırlandı.