Kalbin Zümrüt Tepeleri ve Efendiler Efendisi
İnsanoğlu biyolojik, fizyolojik, etiyle-kemiğiyle maddî, cismanî bir yapıya sahip olduğu gibi ruha, nefse, akla, kalb komutasında hareket eden birbirinden farklı latifelere ve melekelere de sahiptir. Sindirim, solunum, dolaşım gibi birbirinden kompleks sistemleri bünyesinde bulunduran insan, ruh ve nefis mekanizması gibi anlaşılması zor ve ne işe yaradıkları ancak zamanla kavranabilen çeşitli yapıları da kendinde barındırır. Ama nedense biz çoğu zaman insanı sadece maddeden ibaret zanneder ve "ahsen-i takvim" pâyesinin maddeden çok daha ziyade mânâya baktığını unuturuz. Oysa ki yeryüzünün halifesi insan "hayvâniyetten çıkıp, cismâniyeti bırakacak, kalb ve ruhun derece-i hayatına girecek" bir istidatla donatılmıştır. Bunu nasıl başaracağımızı yani şeklî insaniyetten sîret ve mânâdaki insaniyete nasıl sıçranılacağını bize öğreten önemli rehberlerden bir tanesi de zirvelerinde meleklerle fizik ötesi bir havanın soluklandığı "Kalbin Zümrüt Tepeleri" dir.
Sızıntı dergisinde ilk defa Ekim 1990 tarihinde 'Hal ve Makam' yazısıyla başladı bu uzun irfan yolculuğu. Ardından ikinci yazı olarak 'Kabz-u Bast" kaleme alındı ve üçüncü yazı olan 'İnbisat' yazısıyla birlikte dergide ilk defa "Kalbin Zümrüt Tepeleri" ismi göründü. Neden "Kalbin Zümrüt Tepeleri" ? sorusunu muhterem müellif başka bir eserinde şöyle cevaplandırıyor; "Esasen, bedeni kendi çerçevesinde, rûhu da kendi ufkunda tutmanın; ya da hayatı, kalb ve ruh hâkimiyetine bağlı götürmenin yolu bu olsa gerek. Sınırlı beden hayatının çerçevesi cismâniyetin darlığı ölçüsünde, aksine her zaman sonsuza açık bulunan rûhî hayatın ufku da nâmütenâhiliklere müteveccih olmalıdır". Evet, bu tepelerin sâkinleri bizlerle beraber oldukları aynı anda, ruhânîlerle, "melekûtun dilrubâ kametleri" meleklerle hasbihal içindedirler, yani kelimenin tam anlamıyla "dünyevî uhrevî"dirler. Tabiî ki herkesin istidadına göredir âsâr-ı feyzi; kiminin alıcıları daha kuvvetlidir ve başkasının hissetmediği şeyleri hisseder, kimileri ise daha yolun başındadır ve katetmesi gereken çok mesafe vardır.
"Kalbin Zümrüt Tepeleri" bir hedef, bir ufuk olarak gösterilmiştir. O hedefe ulaşmak için de evrâd ü ezkâr, ibadette huşû ve tefekkür gibi bir takım temel esaslar verilmiştir. Evet, o şâhikalarda "ubûdiyet hazzı rubûbiyet hakkı içinde mütelâşî olup gider" , o zirvelerde "tevâzu hulûkullah sarayının cümle kapısıdır" , o âlî makamlarda "lisan bir kelime-i tayyibe disketi, kalb de Hakk'ın bakıp bakıp her an ayrı bir değer verdiği bir ayna aynı zamanda, Hazreti Râzı'ya gönülleri yönlendiren bir rıdvan kıblenümâsıdır" , o tepelerde "hiçliğin, yokluğun nasıl bir vücûd meşcereliği olduğu vicdanen müşahede edilir" , orası "sen"in, "ben"in "Hû" ya teslim-i silah ettiği bir zirvedir" oralarda yapılan iş "nefis tezkiyesi, kalb tasfiyesi ve ahlâk tehzibidir" ve o yamaçlarda "seherlerde esen yeller Eyyûb'a hayat ırmağından bir ses, Yakub'a Yusuf'un gömleğinden İbrahimî bir koku duyurmaktadır".
"Kalbin Zümrüt Tepeleri" âlem-i gayba açılan perdenin aralandığı bir yerdir. İşte burada bakışlar bulanabilir, başlar dönebilir, bazen de sağlam zemine basmayan ayaklar kayabilir. Muhretem müellif bunun üzerinde de durmuş, Zât-ı Ulûhiyet ve Efendimizle alâkalı yerlerde kullandığı kelimelere çok dikkat etmiş ve her an temkin soluklamıştır. İşte birkaç misal; "tabiî bu tavassutun mahiyetini de kavrayabiliyorsak (Tecellî)", "umûr'u âliyeye ait bu kabil mevzuları ifadede elfaz ve kelime yetersizliği mahfuz (Âyân-ı Sâbite)", "yine dîk-i elfâza takıldık (Ulvî Âlemler)", "idrak ve ihata edilebilirlik mülâhazası açık (Ehadiyet-Vâhidiyet)", "kendimize kıyas ederek söylüyorum (Ehadiyet-Vâhidiyet)", "bu da bizim gibi zamanla mukayyet olanlara ait bir husus (Vahdet-Kesret)".....
Her mekânın, her ortamın bir seyyidi, bir efendisi vardır. Bir sohbet-i cânan meşcereliği olan "Kalbin Zümrüt Tepeleri" nin de biricik rehberi, mihmandârı Efendiler Efendisi (aleyhissalâtü vesselâm)'dır. O kendisine vâdedilen makama doğru devamlı yükseliş içindeydi. Bir önceki konumuna bakıyor ve estağfirullah diyordu, bizim bilmediklerimizi biliyor, görmediklerimizi görüyordu. Evet, "O varlık bulamacının en temel unsuruydu", Üstad Hazretlerinin ifadesiyle "Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitap nazarıyla bakılırsa, nur-u Muhammedî (aleyhissalâtü vesselâm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir". O olmasaydı Buseyrî'nin dediği gibi dünya ademden kurtulup varlığa eremezdi. Eğer dünya sonsuza kadar dönecek olsaydı O'nu çok seven ümmeti ömürlerini O'na verirdi ve O da ebedî olarak dünyada kalırdı. O, bütün enbiyânın da imamıydı öyle ki "onların gösterdiği her mûcize Efendimizin nûrunun onlara ittisâli sebebiyleydi". O, Bütün gizli ilimlerin hazinedârıydı. Kâmil insanların en ekmeli olan İnsanlığın İftihar Tablosu bütün hayatıyla "Kalbin Zümrüt Tepeleri" ne nasıl ulaşılacağına dair mâlumat vermişti bizlere. Ne mutlu O'na uyup, O'nun yolundan ayrılmayana!
İşte "Kalbin Zümrüt Tepeleri" nde seyerân ederken karşınıza çıkacak olan Efendimizin isim ve sıfatları: Hazreti Rûh-u Seyyidi'l-Enâm, Hazreti Seyyidü'l-Evvâbîn, Ufuk İnsan, Sultan-ı Enbiyâ, Hazreti Sâdık u Masdûk, En Büyük Hâl Eri, Hüzün Peygamberi, Akrabü'l- Mukarrabîn, Seyyidü'l- Hâşiyîn, İnsanlığın İftihar Tablosu, Seyyidü'l-Ma'sûmîn, Masumlar Masumu, Hazreti Rehber-i Küll, Muktedâ-yı Ekmel, Şeref-i Nev-i İnsan, Ferîd-i Kevn ü Zaman, Söz Sultanı, En Büyük Ruh ve Mânâ İnsanı, Hazreti Sahib-i Şeriat, Muhatab-ı Mükerrem, Hazreti Seyyidü'l Enam, Şükür Kahramanı, Peygamberlik Semasının Güneşi Efendiler Efendisi, Gaybın Lisân-ı Fasîhi Hazreti Şâri', Nebiler Sultanı, Kutup Peygamber, Ufuk Firaset, Heykel-i Akl-ı Evvel Hazreti Seyyidü'-Enbiyâ, Hulâsa-i Mevcudât, Hazreti Rûhu Seyyidi'l-Kevneyn, Hazreti Mişkât-ı Nübüvvet, Seçilmişler Seçilmişi Hazreti Fahrü'r Rusul, Kâşifu'l-Hakâik, Ahlâk Kahramanı, Hazreti Sahib-i Muhkemât, Hazreti Ârif-i Mutlak, Hazreti Seyyidü'l Muvahhidîn, Kudsîler Ordusunun Başbuğu, Ekmelü'l-Mükemmelîn, Hazreti Sultanu'l-Müteyakkızîn, Hazreti Mazhar-ı "Nûru'l-Envâr", Hazreti Ekmel-i Kümmelîn, Hazreti Muhâcir-i Ekber, Hazreti Andelib-i Zîşan, İlm-i Ledün Sultanı, Hazreti Sahib-i Şeriat, Hazreti Rehber-i Ekmel, Hazreti Akrebu'l-Mukarrabîn, Muhbir-i Sâdık, Ikdü'n-Nübüvvet, Hazreti Ruh-u Azam, Sâhib-i Risâlet, Hazreti Muhibb u Mahbub, Hazreti Habibullah, Sultanu'r-Rusül, Sahib-i Fazilet, Sahib-i Vesile ve Sahib-i Makam-ı Mahmud (sallallahu aleyhi vesellem).
herkul.org, 01.05.2006