Sokak olaylarının arkasında Pensilvanya mı var?
Fethullah Gülen ve Hizmet Hareketi, sokak olayları çıkartır mı?
Fethullah Gülen Hocaefendi, her türlü olumsuz hareket ve tavırlardan sakındırmış; daima olumlu tavır ve hareket içinde bulunmayı tavsiye ve telkin etmiştir. Yapılacak her şeyin evrensel insanî değerlere ve hukuka uygun olmasını önemle belirtmiştir. Her zaman toplumsal barış, uzlaşı, diyalog, nizam, emniyetin tesisi ve muhafazası istikametinde gayrete sevk etmiştir. Hep itidal, sükunet ve sağduyuya davet etmiştir. Meselelerin örnek olma yoluyla hal dili eğitimi ve ikna ile halledilebileceğini ısrarla ifade etmiştir. Ayrıca hiçbir meselenin sokakta halledilemeyeceğini söyleyerek, en haklı taleplerin bile haksızlık ve provokasyonlara açık olan sokak ikliminde dile getirilmesine hep karşı olmuştur. Birkaç asırdır belli aralıklarla benzer senaryonun işletilmesi sonucu sokak ortamını anarşiye yönlendirip milletin kazanımlarını kayıplara inkılap ettiren karanlık güçlerin gizli emellerine dikkatleri çekerek o tuzaklara düşülmemesi istikametinde ikazlarını sıkça ifadelendirmiştir.
Sokak olaylarının arkasında Pensilvanya mı var?
Bu gerçekler bilinmesine rağmen bazıları son dönemlerde yaşanan şiddet içerikli sokak olaylarını Fethullah Gülen Hocaefendi ve Hizmet’e mal etme çabası içine girmiştir.
Bu iftiraya Fethullah Gülen Hocaefendi, 11 Ekim 2014 tarihli 424. Nağme’de şöyle cevap vermiştir:
“Şimdi ‘sokaklara dökülenler, yine bu da Paralel’in işi’ diyor. Hizmet gönüllüleri bir sineğin canına bile kıymamışlardır. Onların en mücrimi, en günahkarı ben, size kasemle teminat veririm, hayatımda bilerek bir karıncaya basmadım. On dört senedir buradaki arkadaşlarım beni bilirler, o taşların arasında kaldırımlarda yürürken gözlerimi hiç kaldırıp kenara bakmadım, bir karıncaya basarım diye. Ve arkadaşlarıma da tembih ederim; burada karıncalar olabilir, basmayın sakın! Çünkü yaşama hakkı var. Onlar da O’na dair birer mirattır, birer aynadır. O’na ait bir hususiyeti aksettiriyorlar. Bir ağacın yaprağının kopup aşağıya düşmesi karşısında kalbim adeta kopup aşağıya düşüyor gibi olur. Sizi bu mevzuda gerimde düşünemem ben. Bu bizim temel düşüncemizdir. Refetimizin, şefkatimizin, insanî derinliğimizin ifadesidir. Bu açıdan hani siz bu keyfiyette iseniz, Allah’ın izni inayetiyle Cenabı Hak da sizi ve emeğinizi hiçbir zaman zayi etmeyecektir. Onlara takılmaya gelmez. Çok basit şeyler, sevimsiz şeyler, arz ettim, kabak tadı veriyor artık. Bunu kim söylerse söylesin, isterse cihan hükümdarları söylesin, bir şaşkınlığın ifadesi. Bu şaşkınlık karşısında şaşkınlığı anlamayanların şaşkınlığına da ben biraz şaşıyorum.”
Fethullah Gülen Hocaefendi, bu iftira hakkında 14 Ekim 2014 tarihli 425. Nağme’de ise şu açıklamayı yapmıştır:
“Bir kısım densizler ‘Bu hadiselerin arkasında da paralel maralel…’ diye bir şey uydurdular. O yalana kendileri de inanmıyorlar da fakat kendi mesâvîlerini kapama adına, o yırtığı kapamayacak böyle bir yama ile kendilerini teselli ediyorlar. O koca yırtığı kapamaz arkadaş; bu minnacık yama kapamaz! Size sorsam hepiniz el kaldıracaksınız: ‘Vallahi de kapamaz, billahi de kapamaz!’ O, nöronlara öyle yerleşmiş, kortekse öyle girmiş ki, bugün siz setretseniz bile yarın tarihin sayfalarında sayfa sayfa, kapkara satırlar halinde, kapkara kalemler ile yazılacak.. eğer dünyada iseniz, yüzünüze çarpılacak; öbür âleme gitmişseniz, zebanilerin kırbaçları haline gelecek ve tepenize inecek, inip kalkacak. Kapanmaz!.. O yırtık bu yama ile kapanmaz!.. Vallahi kapanmaz!
Sokak hareketlerini bile Hizmet’e isnat etme gibi iftiranın, gıybetin, isnadın, kinin, nefretin böylesi inanın gâvurlarda bile görülmemiştir. Evet, dünyanın hiçbir yanında, çok farklı dinlere, farklı kültürlere sahip insanlardan, bu türlü bir densizlik görülmemiştir.. dine, diyanete, millet ruhuna, kendi ruh ve mana köklerimize sahip çıkan insanlara bu ölçüde bir şenaat ve bir denaet revâ görülmemiştir. Fakat olsun! Ben size bir şey söyleyeyim, onlara da hakkınızı helal edin. Çocuk akıllı insanlar; muhakemesini yitirmiş akılzedeler; onlara da hakkınızı helal edin.
Evet, insanca davran, o birliği, beraberliği, barışı bekle, alkışla, yollarını kolla, öyle olması için lazım gelen her şeyi yap. Belki bir gün ciddi bir vahşet hissiyle sokaklara dökülen, şunun bunun malını mülkünü yakan insanlar da insafa gelirler. Çünkü devlete kızıyorlar, birilerine kızıyorlar masum insanların dükkânlarını yakıyorlar, arabalarını yakıyorlar, bankaları tahrip ediyorlar, kursları okulları basıyorlar, eşyaları çalıyorlar. Bunların, bu türlü davranışların ne dinle, ne diyanetle, ne insanlıkla alakası yoktur. Belli kesimler tarafından tahrik edilmiş, dış mihraklar da olabilir, bir kısım dünya çapındaki istihbarat servisleri de olabilir. Bir gün o insanlar aldatıldıklarını anlayacaklar, başkalarının malına tecavüzün Allah huzurunda hesabının olacağını anlayacaklar, millet malını zayi etmeyle milleti -halk ifadesiyle- şapa oturttuklarını anlayacaklar. ‘Eyvah’ diyecekler, ‘bu bâzicede bizler yine yandık; zira ki ziyan meydanda bilmem ne kazandık!’ (Ziya Paşa) Onlar da insandır, inanın bir gün diyecekler. Ama gördüğünüz üzere sokaklar bir yönüyle harp meydanı gibi.. sanki Haçlılar işgal etmiş gibi bir hal var ve bütün bunlar karşısında fevkalade bir duyarsızlık var, bir ölü gibi tepkisizlik var, alakasızlık var. Hâlâ bu cürmü, bu mesâvîyi başkalarına fatura etmek suretiyle kendileri o işten sıyrılacaklarını zannetme gibi bir gaflet var, bir dalalet var, bir anlayışsızlık var.
Anarşinin karşısında olun! Ama anarşik yollarla, tepkilerle, öldürerek, kıyarak, kılıçtan geçirerek değil, gönüllere girerek!.. Parçalanmış o avizenin parçalarını yeniden bir araya getirerek, çatlaklarını setrederek sizin için şûlefeşan olsun diye başınıza asmaya bakın!..”
Problemler sokakta çözülebilir mi?
Fethullah Gülen Hocaefendi’nin farklı zamanlarda ve zeminlerde yaptığı vaazlarından ve sohbetlerinden derlediğimiz ifadeler insafla ve dikkatle okunduğunda onun problemlerin sokakta çözülemeyeceğini, anarşi ve kargaşa yoluyla hiçbir şeyin halledilemeyeceğini, şiddet ve öfkeyle hiçbir yere varılamayacağını ısrarla ve önemle belirttiği anlaşılacaktır:
“Ferdin ferde tecavüzü doğrudan doğruya Allah hukukuna tecavüzdür. Onun içindir ki Kur’an ferman eder, Allah ifadesi olarak: ‘men katele nefsen bi-gayri nefsin ev fesadin fil-ardı fe-keennema katelennase cemia’ Hak etmeden bir insanın kanına girme veya yeryüzünde fesat çıkarma, doğrudan doğruya Allah’a karşı ilan-ı harp etmek demektir. Zira hukuk-ı ilahîye tecavüzdür. Herhangi bir dairede küçük olsun, büyük olsun ilahî hukuka riayet edilmediği zaman adeta topyekün kainata karşı ilan-ı harp etme manası çıkar bundan. Binaenaleyh ferdin ferde hukukunda tecavüzü doğrudan doğruya Allah’a karşı tecavüz manasında anlıyoruz. Hele bir ferdin umumun hukukunu hiçe sayıyor manasında serkeşlik yapması, topyekün bir milletin hukukuna tecavüz ediyor vaziyeti alması, silahlanması, sokağa dökülmesi, önüne çıkan herkese saldırması, tecavüzünü tamim etmesi, öyle korkunç bir cinayettir ki Allah’a inanan ve mesuliyetin kendisini bağladığı kimseler arasında bu türlü serkeşliği ne göstermek ne de bulmak mümkün değildir. İnanan insanlar huzuru tekeffül etmiş insanlardır. İnanan insanlar yeryüzünde saadetin şahitleri olarak bulunuyorlar demektir.” (13 Nisan 1979, Bornova Merkez Camii/İzmir)
“Mücahede adına sahnede bağışlayın bir kısım Donkişotlar var. Hizmet ederken Resul-i Ekrem’i tanımayan, kendini beğenmiş ruh hastaları var. Histerik nöbetlerini cihat adına sahnede gösteren bir kısım hastalar var. Hazreti Muhammed’in dinine Hazreti Muhammed’in yoluyla hizmet edilir. Atmosfer meydana getirmekle, baskı ve terör yapmakla, kitle ruh haleti içinde başkalarının nazarlarını kendilerine çekmekle, hizmet ediyor gibi görünüp de siyasi yatırım yapmakla, bütün bu batıl ve yanlış yollarla Müslüman hizmet edemez. Bu yollar makyavelist yoldur. Bizim rehberimiz, rehnümamız, bizim pişdarımız ve öncümüz Hazreti Muhammed’dir. Halbuki sokakta üç beş tane toy delikanlı, mücahede adına sokağa dökülürken, yaptıkları şey mevzuunda Siyer’e başvurmamaktalar, Meğazî’yi bilmemekteler, Hazreti Muhammed’i tanımamaktalar, sahabenin ruh haletine aşina olmamaktalar. Onlara soruyorum: Muhammedî bir ruh haletini Muhammedî olmayan bir yolla nasıl temin edecekler? Cehenneme giden bir yolda nasıl cenneti bulacaklar? Şeytanı hoşnut edecekleri bir yolda nasıl Hazreti Muhammed’i (sallallahu aleyhi ve sellem) bulacaklar?” (04 Temmuz 1980, Uşak vaazı)
“Dün, on beş sene evvel, ‘mesele sokakta halledilmez’ diyordum, yine aynı şeyleri söylüyorum.” (01 Ağustos 1980, Bornova-İzmir Vaazı)
“Muhabbet fedaileri muhabbetle hareket etmeliler, menfi hiçbir harekete katılmamalılar. Gösterişten, boy göstermeden, sokaklarda bağırıp çağırmadan cennet cehennem uzaklığı içinde uzak bulunuyoruz… Huzurun temsilcisi olalım. Kargaşaya yan çıkmayalım. Sokaklarda bağıranlarla beraber olmayalım. Bazen bunlar içinde bizimle aynı duygu ve düşünceyi paylaşanlar da olabilir. Haklı isteklerde bulunabilirler. Fakat bir sürü haksız isteğin sokaklarda çınladığı bir dönemde bu haklı istekler de haksız isteklere karışır, onlar da kulak ardı edilir, onlar da aynı şekilde değerlendirilir.” (17 Aralık 1989, Sultanahmet Camii Vaazı)
“Batıl yolla hak neticeye varılamaz. Hususiyle günümüzde makyavelizm çok gemi azıya almıştır. Müminler bile menfaatçilik esasına göre hareket ediyor; her vesileyi meşru sayıyorlar. Oysaki bir mümin için her vesile meşru değildir. Müminin hedefi meşrudur, hedefi mukaddestir. Mümin Allah rızası için hareket edecek, mümin Resulullah’ı hoşnut etmek için hareket edecek. Ama mümin bu neticeyi yakalamaya giderken şayet bu büyük neticeye göre mukaddes bir yol bulamamışsa, hedy-i nebi ile gidemiyorsa, Peygamber Aleyhissalatu vesselam’ın yolunda yürümüyorsa, maksadının aksiyle tokat yer. Dikkatinizi istirham ediyorum! Ehl-i küfrün ve ehl-i dalaletin yolunu kullanamazsınız. Ehl-i küfür ve ehl-i dalalet neticeye varmak için sokağı kullanıyor, bağırıp çağırmayı kullanıyor, yürüyüşü kullanıyor, etrafı ateşe vermeyi kullanıyor, insan öldürmeyi kullanıyor. Evvela bunlar sizin için caiz şeyler değil. Bunların herhangi birisini işleyenin katiyen harama girdiğinde şüphe yoktur. Hele insan öldürme! Hele cana kıyma! ‘men katele nefsen bi-gayri nefsin ev fesadin fil-ardı fe-keennema katelennase cemia’ Bir insan öldürse bütün insanları öldürmüş gibi günaha girecek.(…) Cihanın sizin sesinize ve soluğunuza ihtiyacı var. Siz belinizi doğrultmanız lazım. Allah bütün imkanları ve zemini hazırladı. Sokakta bağırarak çağırarak değil, yürüyüş yaparak değil, şunu bunu tenkit ederek değil. “Aleyküm enfüseküm.” Kendinize bakarak, arızalarınızı gidererek, kendinizi düzelterek, ayaklarınızı yere basarak, kendiniz olarak, kendi hüviyetinizle var olarak, kendinizi ispat edeceksiniz, varız diyeceksiniz. Allah’ın lütufları hep öyle gelmiştir. Göstereceksiniz, nebilerin size gösterdiği gibi, insan olmanın yolunu gösterecek, insanlığı insanlığa çağırırken, insanî semâvâta çağırırken, bir merdiven koyduğunuzu, emniyet ve güven telkin edeceksiniz. Koyduğunuz merdivenden semalara çıkması için insanlığın, emniyet ve güven telkin edeceksiniz.” (24 Aralık 1989, İzmir/Şadırvan Camii)
“Muhammedî nurlarla nurlanacaksınız, genciniz, ihtiyarınız, çocuğunuz, delikanlınız, kadınınız ve erkeğinizle nurlanacaksınız. Nurlanacak ve metafizik gerilime geçeceksiniz. Yanlış anlaşılmasın! Metafizik gerilim; dini şuuruyla yaşamak demektir. Metafizik gerilim; dinin emirleri ve yasakları karşısında derinlemesine duyarlılık demektir. Sizden istenen şey de bu duyarlılıktır. Yoksa biz ta on dört asır evvel sokağa kapılarımızı kapadık; vicdanların kapılarını çalmaya başladık. Açılın kalp kapıları, açılın, gelen Hazreti Muhammed ordusudur, açılın! Parolamız budur. İşaretimiz budur. Ayaklarımıza kilit vurduk, başka şey için yürümeme istikametinde. Ellerimizi bağladık, gönüllerimizin dilinden zincirleri çözmeye çalıştık. Ve gönüllere girmeyi hedefledik. ‘Metafizik gerilim’le bunu kast ediyorum. (…) Metafizik geriliminizle Allah’ın inayet ve keremiyle sokakta değil, vatandaşlarınızı öldürerek değil, şekaveti hızlandırarak değil, muhabbet fedaileri olarak hakka hakikate kalbinizi açarak evvela nefis planında kendinizi fethederek sizi uyanmaya çağırdım. Böyle bir metafizik gerilime çağırdım ki dünyanın ihtiyaç duyduğu şey de budur. Şiddetle, hiddetle, öfkeyle hiçbir yere varılamaz.” (25 Mart 1990, İzmir/Şadırvan Camii)
“Bu türlü sokak gösterilerinin yanında olmadığımızı ifade etmek lazım. Müslümanın sokakla alakalı hiçbir meselesi yoktur. Gerçek bir müslümanın sokakta çözmeyi planladığı hiçbir meselesi olamaz. ‘Medenilere galebe ikna iledir.’ Bir kere daha vurgulayalım. Bağırıp çağırmak mebdeinden bu yana müslümanların işi olmamıştır. O aklı ve mantığı itibarıyla yenik, aciz ruhların çığlıkları olmuştur.” (Sohbet, 1993)
“Meseleyi sokakta çözme, kavga ile çözme, gürültü ile çözme, muhabbete, muhabbet fedailiğine ters, husumet içinde çözme meselesi yol değildir, çare değildir. Siz esas insan problemini halledememişseniz, kültür problemini halledememişseniz, yol değil o. Sokaklara dökülmeler, miting yapmalar, bağırıp çağırmalar, yol değildir.” (FKM, 10.05.1994)
“Her türlü sokak hareketlerinin karşısında bir insan olarak yaptığım bir tavsiyenin başka maksatlara çekilmesi, bir kastın eseridir.” (Show TV, 22 Haziran 1999)
“Meseleyi sokakta kavgayla, halkı tahrik ederek, bu türlü kaosa götürücü şeylerle nizama ulaşılamaz. Ne fiziki dünyada ne sosyal hayatta kaostan nizam doğmaz. Kargaşadan kargaşa doğar. Daha büyük keşmekeşlik doğar. Hercümerç doğar. Kur’an-ı Kerim herc tabirini kullanıyor. Hadis-i şerifte de hercümerç tabiri kullanılıyor. Nedir diye soranlara ‘katildir’ deniyor. Başka bir yerde de bu meseleye tavzih getirirken insanlar birbirini öldürecekler, meselelerini sokakta halledecekler. Ölen niçin öldüğünü bilemeyecek. Öldüren de niçin öldürdüğünü bilmeyecek. Azmettirenler olacak, tetikçiler olacak. Ahmak tetikçiler, hırslı azmettiriciler. Ve bir kargaşa yaşanacak. Kim niçin ne yaptığını bilmeyecek. Üç beş tane sergerdan çıkacak, halkı toplayacak bir araya, kitle psikolojisini değerlendirecek, yığınları sevk edecek, bir kısım kötülükler yapılacak. Sözde bununla bir yere varmak isteyecek. Ama biz bunu son üç yüz senelik tarihimizde, o yeniçerinin yaptığı şeylerde, kendi hükümdarlarını alaşağı etmesinde, Hafız Paşa gibi dünya çapındaki serdarları öldürmesinde hep gördük. Şimdi yapılan şeyler de şayet onun devamıysa bir yeniçerilik devam ediyor demektir, bir azgınlık, günün formasıyla ve formatıyla. Format değişikliği sadece. Halk, ‘aynı şeyler oluyor’ demesin diye format değişikliğiyle aynı kargaşa takdim ediliyor, kitlelere sunuluyor. Bazı kendini bilmez kuruluşlar da destek oluyor bunlara.
Her türden insan, insanları sokağa dökmek ve bir kısım işlerini sokakta çözmeyi düşünebilirler, çözmek isterler. İşte bunlar, elimizden bir şey geliyorsa vazgeçiririz. Şimdi sokaklara dökülmek istiyorlar. Gücü yeten insanları ikaz ederiz; ‘amanın, buna meydan vermeyin!’ deriz. Yapabiliyorlarsa onlar yaparlar. Ama biz bizi ısıran karıncayı da öldürmedik.
Biz hep nizamın, intizamın yanında olmalıyız. Bize kötülük yaptıkları zaman bile hep dengeli hareket etmeliyiz.” (Amerika Sohbeti, 6 Nisan 2007)
“Ne fizikî dünyada ne de sosyal hayatta kaostan nizam doğar. Hilkati inkâr edenler, abiyogeneze kâil olanlar ya da evrime inananlar kaostan nizama doğru gidildiğini iddia etseler de günümüzdeki tecrübeler kaosun nizam doğurmadığını gösteriyor. Tabiatın temel yapısı buna aykırıdır ve kaosla yalnızca yeni kaoslara gidilebilir. İçtimai hayatta da, provokasyonlara girilerek, halk tahrik edilip sokaklara dökülerek ve kan döktürülerek asla asayiş sağlanamaz, nizama yürünemez. Aksine, kargaşadan, sadece kargaşa doğar.
Maalesef, bazıları bu gerçeği görmezden gelerek herc ü merclere sebebiyet vermeye çalışıyorlar. İnsanların meselelerini sokakta halletmeyi deneyecekleri bir ortam oluşturmaya gayret ediyorlar. Toplumu, ölenin niçin öldüğünü, öldürenin de niçin öldürdüğünü bilemeyeceği bir fitnenin içine atmaya uğraşıyorlar. Bir kısım şaşkın ve zavallı tetikçiler bulup hazırlıyor, bir sürü vaatlerle kafalarına girerek onları acımasız birer katil yapıyor, belki de değişik uyuşturucularla hedeflerine kilitleyerek ruhlarına terör havasını hakim kılıp cinayetler işletiyorlar. Sonra da üç–beş tane sergerdanı daha çıkarıyor, onlar vasıtasıyla halkı biraraya topluyor, kitle psikolojisini değerlendirerek yığınları taşkınlıklara sevk ediyorlar…
Ne acıdır ki, son üçyüz senelik tarihimizde biz buna defalarca şahit olduk. Bazı uğursuz yeniçerilerin kendi hükümdarlarını al-aşağı etmelerinde, Hâfız Paşa gibi dünya çapındaki serdarlarını, nice devlet adamlarını mıncıklaya mıncıklaya öldürmelerinde hep aynı sahneleri gördük. Şimdi yapılan şeyler de bir manada onun devamıysa, aynı azgınlıklar günün formatıyla devam ediyor demektir. Format değişikliği de, sadece halk ‘aynı şeyler oluyor’ demesin diye, aynı anarşinin farklı şekilde takdiminden başka bir şey değildir.
Aslında, bizim hep nizamın ve intizamın yanında olduğumuza bu millet şahittir. Anadolu insanı, değil bir insanın kanını dökmek bir karıncaya bile basmayacağımızı çok iyi bilir. Bize kötülük yapanlara bile hep iyilikle mukabele etmeye söz verdiğimizi, dövene elsiz, sövene dilsiz ve her zaman gönülsüz olduğumuzu onlarca defa dile getirdiğim gibi, her karesi halkın gözleri önünde geçen hayatım da bunun delilidir.
Daha önce de zikrettiğim bir hadiseyi müsaadenizle hatırlatmak istiyorum: Camilerde vaazlar verip hutbeler okuduğum dönemdeydi. Bir gün bir arkadaşımız ‘Hocam, sizi o minberde ne zaman görsem her an alnınızdan bir kurşun yiyecekmişsiniz gibi geliyor bana; alnınızdan bir kurşun yemiş de kanlar içinde boylu boyunca uzanmışsınız gibi görüyorum sizi ve çok korkuyorum’ demişti. Gayet sakin bir tavırla ona dedim ki; ‘Ben hep o tehlikeyi bilerek ve onu bekleyerek çıkıyorum minbere.’ İşte o günlerde bile, cami kürsüsünden beni sevenlere şöyle demiştim; ‘Şayet bir gün beni bu kürsüde öldürürlerse, cesedimi bir kenara atın ve başınız önde asayişin, emniyetin temsilcileri olarak evlerinizin yolunu tutun. Eğer, öyle bir anda kalkıp bir yanlışlık yapar ve mukabelede bulunursanız, size hakkımı helal etmem; iki elim iki yakanızda kalsın, Allah huzurunda sizinle hesaplaşırım!’ Evet, benim yaşamamı ya da ölmemi değil önce milletin huzurunu düşündüm ve altmış küsur senelik hayatımda asayişi ihlal edecek bir harekette bulunmadım, güven atmosferinin delinmemesi için elimden gelen her şeyi yapmaya çalıştım.
Mesela, Üsküdar’da vaaz ediyordum. İstihbarat görevlileri cami kürsüsünün altına bomba konmuş olduğunu söylediler. Ben öyle bir ölümü şehadet sayarım. Fakat, camide panik olur, insanlar canlarını kurtaramazlar; sonra halk tahrik edilip sokağa dökülür… gibi mülahazalarla vaaz etmekten vazgeçtim. Belli bir dönem sonra, yine va’z u nasihata başladım, Süleymaniye Camii’nde de aynı suikastın hazırlandığı haberini aldım. Halkın can güvenliği ve asayişin temini için oradaki vaazlarıma da son verdim.
Evet, genel üslubumuz budur bizim: Elimizden geldiğince hep emniyet ve güvenin temsilcileri olduk. Kargaşa ve anarşiye taraf olmaktan hep uzak bulunduk. Şerrinden emin olmaya çalışsak da, bizi ısıran bir karıncayı dahi öldürmedik, her canlının hayat hakkı olduğuna inandık. Başkaları, bizim başka şekilde hareket edeceğimizi, başka türlü düşüneceğimizi, onlar için farklı mülahazalara gireceğimizi zannediyorlarsa, demek ki onlar Müslümanı hiç tanımamışlar. Demek ki, onlar birkaç tane canlı bombaya bakıyor ve sadece birkaç teröriste göre hüküm veriyorlar. İslam’dan nasipsiz insanların tavırlarıyla şöyle veya böyle İslam’a gerçekten gönül vermiş insanları karıştırıyorlar. Oysa, bilerek teröre bulaşanların hakiki Müslüman olamayacağını defalarca ifade ettim. Cinayetin çok kötü bir cürüm olduğunu, Kur’an-ı Kerim’de bir insanı öldürmenin bütün insanları öldürmeye eş tutulduğunu ve din adına cinayet işleyenlerin İslam’ın dırahşan çehresini kararttıklarını, kimsenin de buna hakkı olmadığını onlarca kez dile getirdim. Dahası, bizim inancımıza göre, tek tek şahısların hiçkimseyi cezalandıramayacağını, cezalandırmanın devlete, devlet kurumlarına ait olduğunu da bilmem kaç defa şerhettim. Fakat, maalesef, fesada kilitlenmiş bazı kimseler birkaç kötü örneğe bakarak bizi de öyle görüyor, öyle yorumluyor ve öyle göstererek güya intikam alıyorlar.
Herkes kendi karakterinin gereğini sergiler; bazıları kendi karakterlerinin gereği olarak ona buna saldırırken ve önlerine geleni ısırmaya çalışırken, bize de kendi karakterimize saygılı olmak ve nezih üslubumuzu korumak düşer. Üslubumuz bizim namusumuzdur, manevi şahsiyetimizdir, aynamızdır. Biz şimdiye kadar hep sevgi türküleri söyledik; sevgi deyip güldük, sevgi deyip ağladık, hep muhabbet çiçekleri dermeye çalıştık; sadece nefretten nefret ettik, kimseye karşı düşmanlık beslemedik ve hele asla kan dökmeye yeltenmedik; sokaklara dökülüp anarşi çıkarmayı vatana millete ihanet saydık, hep emniyet ve güvenin yanında yer aldık. İnşaallah bundan sonra da bu üslubumuzu koruyacak ve herkese gönlümüzü açık tutacağız.” (Kırık Testi, 09.04.2007)
“O ülkeyi seven, insanımızı seven, her rengiyle, her deseniyle, her şivesiyle, her çeşidiyle o ülkenin insanını seven insanlar bence ‘mukabele-i bilmisil’ kaide-i zalimânesine girmemeliler. Akıllıca hareket etmeliler. İlle de o fitne ve fesadın önüne geçilmesini istiyorlarsa masum istekler, masumca başkalarına yol göstermek üzere bir yerde ifade edilebilir. Bağırıp çağırmalar, böyle ‘Şehitler ölmez, vatan bölünmez’ sloganlarıyla, bunlarla problem çözülmez. Rical-i devlete anlatılır bu mesele. Bildiriler sunulabilir bunları, askeriyeye verilebilir, emniyet teşkilatına verilebilir, ‘bizim aklımıza şunlar geliyor bu problemin çözümü adına, bu kangren olmuş şeyin bertaraf edilmesi adına, metastaz olmuş bu kanserin bertaraf edilmesi, baskı altına alınması adına şu şekilde bir uygulama yapılabilir, kemoterapi, radyoterapi yapılabilir’. O mevzuda eğer problemi çözücü bir alternatifimiz varsa, bir projemiz varsa onlar akıllıca, sessizce, makul, insani davranışlar içinde… Bağırarak çağırarak yırtınarak dövünerek değil. Ülkemizi, ülkemizdeki her tür insanı seviyorsak yapılması gerekli olan şey budur.” (Bamteli, 24 Ekim 2011)
- tarihinde hazırlandı.