"Fethullah Gülen cemaati AK Parti ile birlikte karşı devrim yapıyor" ifadesi ne derece doğrudur?
Kavram olarak "karşı devrim" Türkiye'de 27 Mayıs 1960 benzeri yeni bir askeri darbeye meşruiyet kazandırmak için ortaya atılmıştır.
Başta Prof. Çetin Yetkin olmak üzere bu tezin ideologlarının Türkiye’de karşı devrimin başladığı tarih olarak verdikleri yıl son derece manidardır: Demokrat Parti’nin iktidara geldiği yıl olan 1950. Bu tezin sahiplerine göre, 27 Mayıs ihtilali bir devrimdir; ihtilalin idama götürdüğü Menderes ve arkadaşları ise "karşı devrimci"lerdir. Diğer bir deyişle, Atatürk’ün de yaşamında gerçekleştirmeyi çok arzu ettiği, Türk demokrasi tarihinde çok partili hayata geçişin somut bir işareti olan ve insanımızın hür iradesiyle ilk defa sandıkta kararını verdiği tarih olan 1950, güya "karşı devrim"in de tarihidir.
Hâlbuki Adnan Menderes, bizzat Atatürk’ün 1930’lu yıllarda milletvekili yaptığı bir kişiydi. Yıllarca CHP milletvekili olarak Meclis’te bulundu. İktidara geldiğinde de, "karşı devrim" iddiasının en kuvvetli dayanağı sayılan Ezan’ın yeniden Arapça okunmasına müsaade ettiğinde bunu CHP’nin de oy desteğiyle yaptı.
Türk toplumunun dini yaşantısında, Demokrat Parti iktidarı ile birlikte nisbi bir rahatlama meydana geldiği doğrudur. Ancak Demokrat Parti ve Başbakan Menderes, hiçbir zaman özel olarak toplum daha çok dindarlaşsın diye bir programı yürürlüğe koymuş değildir. Örneğin, 1930 yılında kapatılan İmam Hatipler ve Kuran Kursları’nın yeniden açılmaya başlaması hem artık köylerde cenaze kaldıracak imamların bulunamaması hem de yükselişe geçen Demokrat Parti’ye karşı bir oy stratejisi olarak 1949 yılında CHP tarafından gerçekleştirilmiştir.[1]
Demokrat Parti ile birlikte ise Türkiye tek partili "Milli Şef" düzeninden çok partili hayata geçiyordu ve hayatın her alanında nisbi bir rahatlama yaşanıyordu. Nasıl ki jandarma eskisi gibi vergi borcunu ödemeyen köylüyü kolay kolay dipçikleyemiyorsa; camilerde Kuran öğrenen çocuklara eskisi gibi baskınlar olmuyordu. Hadd-i zatinda bunlar demokratik ortamın doğal sonuçlarıydı. Ne var ki, karşı devrim tezinin sahiplerinin gözünde Menderes, CHP’nin oylarıyla bile olsa Ezan’ın yeniden Arapça okunmasına müsaade etmesiyle en büyük günahını işlemişti. O, Türk siyaset tarihine "karşı devrimci" ilk Başbakan olarak geçmeliydi ve maalesef bunu hayatıyla ödedi.
Ondan sonra iktidara gelen her sağcı Başbakan için "karşı devrim" yaftası Demokles’in kılıcı gibi sallanır oldu. Örneğin, Süleyman Demirel’in Menderes’in mirasına konup başbakan olduğunda ilk söylediği şeyin "İdam edilmiş bir kişinin koltuğunda oturduğumu gayet iyi biliyorum." cümlesi veya Turgut Özal’ın başbakan olduğunda "İki gömleğim var biri bayramlık, biri idamlık" demesi, ya da Tayyip Erdoğan’ın bir konuşmasında "beyaz kefen"e gönderme yapması bu bakımdan manidardır.
Onların gözünde Turgut Özal’ı karşı devrimci yapan, Türk Ceza Kanunu’nun 163. maddesini kaldırması; Tayyip Erdoğan’ı karşı devrimci yapan şey ise, eşinin başının türbanlı olmasıdır. Üstelik Erdoğan yine eşi türbanlı olan siyaset arkadaşı Abdullah Gül’ü Çankaya Köşkü’ne çıkmasını yine o teklif etmiştir. Lakin ne ilginçtir ki Türk toplumunun refah seviyesi de hep bu iktidarlar döneminde yükselmiştir. Demokratik standartların yükselmesi hep bu iktidarların dönemine nasip olmuştur.
Bu iddianın Fethullah Gülen ile alakalı olan kısmına gelecek olursak: Atilla İlhan’ın deyimiyle Fethullah Gülen "bir Cumhuriyet çocuğudur". Cumhuriyet’in bütün kazanımlarına hayatının her döneminde sahip çıkmıştır. Cumhuriyet’in en fazla vurgu yaptığı özelliği ise bir uzlaşma rejimi olmasıdır. (Atilla Ilhan - Kozadan Kelebege vs.)
Karşı devrim tezi sahiplerinin günah keçisi ilan ettikleri Adnan Menderes, Turgut Özal ve Tayyip Erdoğan’ı Gülen nezdinde değerli kılan özellikleri; onların halkın taleplerine kulak veren liderler olmalarıdır. Ezan’ın yeniden Arapça okunabilmesi toplumsal bir talepti. O yüzden halk yeniden minarelerden Arapça Ezan sesi duyunca sevinç gözyaşları döktü, kurbanlar kesti. Yıllarca dindar insanları inim inim inleten Türk Ceza Kanunu’nun 163. Maddesinin kaldırılması toplumsal bir talepti, o yüzden kendisi de bir 163. Madde mağduru olan Gülen, Özal’a bir kutlama mesajı gönderdi.[2]
Türkiye’de yeni bir 27 Mayıs "devrimi" peşinde olanlar; önlerinde engel olarak gördükleri herkese "karşı devrimci" yaftasını yapıştırıyorlar. Kendileri devrimci oldukları için karşılarındakileri de anti-tezlerini oluşturan devrimciler olarak görüyorlar. Hâlbuki makale ve röportajlarından anlaşılacağı üzere Gülen’in özlem duyduğu Türkiye, "karşı devrim" tezi sahiplerinin bile haklarının teminat altında olduğu tam demokrasi yolundaki Türkiye’dir.
Yaşanan süreç Türkiye’nin normalleşmesi, yani demokrasinin ve hukuk düzeninin, özgürlüklerin ve çoğulculuğun derinleşmesidir. Eğer bu durum bir karşı devrim olarak görülüyorsa, o zaman mevcut devrimden kastedilen neyse onda ve onu savunanların anlayışında ciddi sapma ve arıza var demektir.
Gülen hareketi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ahlaklı bir neslin yetişmesine, kişi hak ve özgürlüklerinin geliştirilmesine, bütün kurul ve kuruluşlarıyla demokrasinin pekiştirilmesine çalışıyor. Ve tabiî ki, Türkiye’deki faaliyetleri de bunların dışında değil. Şayet Türkiye’ye hâkim olan anlayış bunlara ters ise hareket bir "karşı devrim" olarak adlandırılabilir. Yok değilse ki, değil, öyleyse bu tanımlama kendi ayrıcalıklı konumlarını koruyan statükonun devamını isteyenlerin bir iftirasından ibaret kalıyor. Zaten bugün bu iddiayı dile getirenler Ergenekon ve Balyoz davalarında anayasal düzeni cebren değiştirmeye teşebbüs ve bu amaçla örgüt kurmak gibi iddialar ile yargılanmaktadır. Hatta bu sanıkların geçmişlerine bakıldığında 4 darbeye de iştirak ettikleri göz önüne alınacak olursa "devrim" fikriyatını ne kadar hayatlarına gaye yaptıkları anlaşılacaktır.
[2] Türk Ceza Kanunu (Mülga) 163. maddesi, 1991’de yürürlükten kaldırılıncaya kadar, uzun yıllar dindar insanların üzerinde bir baskı aracı olarak kullanılmıştır. 163. maddede özet olarak "laikliğe aykırı olarak devletin ictimai, iktisadi, siyasi veya hukuki temel nizamlarını kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla... veya siyasi menfaat veya şahsi nüfuz temin ve tesis eylemek maksadıyla... cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare etmek.... dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek, her ne suretle olursa olsun propaganda yapmak veya telkinde bulunmak" gibi sert ve bütün sivil toplum hareketlerini bu kategori içinde değerlendirilebileceği muğlak tanımlamalar içermektedir. Bu maddeye göre "her ne suret ve sıfatla olursa olsun devletin emniyetini ihlâl edebilecek harekette halkı teşvik veya bu babta cemiyet teşkil edenler teşvikat ve teşkilâtın bir güne fiili eseri çıkmamış olsa bile muvakkat ağır hapse mahkum olurlar."
- tarihinde hazırlandı.