Fethullah Gülen Hocaefendi'nin "Doğu-Batı Kültürlerinde Felsefe ve Bilim" konferansına gönderdiği mesaj
Muhterem hazirûn, çok değerli erbâb-ı ilim ve erbâb-ı hikmet,
Tertip etmiş bulunduğunuz böyle bir organizasyon takdir bile haddimin fevkınde bir şeydir. Buna bir katkı olarak değil, sadece bu münasebetle duygu ve düşüncelerimi arza cüretimin mazur görüleceğini semahatinizden ummaktayım.
Takdir edersiniz ki, insanoğlu için gerçek hayat, ancak ilim ve irfanla kabil olup, insanın yaratılışının en önemli gayesi, görüp bilmek, araştırıp öğrenmek ve öğrendiklerini başkalarına bildirmekten ibarettir. Bu sebepledir ki, bir insanın insanlığı, öğrenip öğretmek ve başkalarını aydınlatmakla kendini gösterir. Öğrenip öğretmeyi ihmal edenler, hayatta olsalar dahi ölü sayılırlar; bilmedikleri halde öğrenmeyi düşünmeyen, öğrendikleriyle kendilerini yenileyip başkalarına da örnek olmayanlar ise, böylelerinin henüz insanlık ufkuna idrak ettiklerini söylemek güçtür.
İlmin bu değeri ve insan hayatındaki vazgeçilmez yerinin yanı sıra, insanî varoluşun ve faaliyetin bir diğer önemli budu daha vardır ki, o da, ruhun aydınlık ikliminde bilgi, tefekkür, muhakeme, istidlâl kanatları ve aşk çerağıyla aklın incelmesi ve nuranîleşmesi, hattâ ruhanîleşmesi diyebileceğimiz, bir diğer zaviyeden, vicdanın elinde varlık ve hadiselerin çehresindeki yazıları, özündeki manâları okutturan en önemli ışık kaynaklarından biri olarak hikmettir, hikmet manâsıyla felsefedir. İlimlerin akıl ve araştırıp inceleme dairesi içinde dönüş durmasına mukabil, hikmet veya felsefe, ruhiyât atmosferinde tefekkür, ilim, ilham, basiret ve firaset şualarıyla çimlenir ve gelişir. Maddenin sınırları içinde cevelan edip, ilim üreten akıl gözün ak tabakası, madde ötesinde seyahat eden hikmet veya felsefe ise gözün siyah tabakasıdır ki, ikisinin birlikte çalışmasıyla görme hâsıl ve varlığın zahirine ve bâtınına nüfuz etmek mümkün olur. İlim hücrenin duvarları içinde varlığı keşfetmeye çalışırken, hikmet, bu davarlar içinde bütün kâinatı seyreder ve nihayet sonsuzluğa ulaşır.
Evet, nasıl insan maddî vücudu, aklı ve ruhu ile insan ise ve insanın insanlığı onun varlığının bu üç budunu birden ve her birini kendine ait ve ihtiyacı ölçüsünde gıdasıyla tatmin etmekte yatıyorsa, insanlığa rehberlik yapmak üzere vazifelendirilen peygamberlerin en önemli üç vazifesi de, eşya ve hadiselere, maddî ve manevi kâinat gerçeklerine nüfuz yollarını insanlara göstermek, onlara dünyevî ve uhrevî saadetleri adına gerekli bilgileri öğretmek ve öğrenmeleri için gerekli zemini hazırlamak; üçüncü olarak da, ilimle zihinlerini yanlış kabullerden ve hurafelerden, kalplerini ve ibadetle günahlardan arındırmak, insanları her türlü faziletle donanmış kâmil insan olma seviyesine çıkarmaktır. Bu çizgide yürümeyi şiar edinmiş ehl-i ilim ve ehl-i hikmet, yani âlimler ve filozoflar, peygamberlerin vârisleri kabûl edilmişlerdir. Ne var ki, insan ve insan hayatı her zaman bu bütünlük içinde ele alınmamış, Batı'da bir zaman din adına ilme, daha sonra da ilim adına dine arka dönülüp, 20. Asrın dünya çapındaki ilim adamının değerlendirmesiyle insan, ya topal veya kör bırakılmasına mukabil, Doğu'da ise uzun asırlar parlaklığıyla devam eden bu bütünlüğün ardından, kaînat gerçeklerinin tahsil ve tedris edildiği mektep skolastik düşüncenin tesirine girmiş; kalbin nuru dinî ilimlerin tahsil ve tedris edildiği medrese, akla, ilme ve düşünceye kapanıp, âdeta mefluç bir hayat sürmüş; aşkın ve şevkin yaşandığı tekye ise menkıbelerle teselli olmaya, tadıp tecrübe etme ve yaşama yerine konuşma ve anlatma ile avunur hale gelmiştir.
İlim ve hikmetin, esasen dünyanın bir bölgesine, belli milletlere veya medeniyetlere ait olduğunu ve olabileceğini söylemek, en azından bir tarih bilmezliktir. Son asırlarda daha çok seküler bir sahada ilme ve ilmî tekâmüle tâbi olarak gelişen Batı felsefesi ve modern bilimin birinci vatanı gibi görülen Batı öne çıkmış olsa da, Doğu, bilhassa en azından dinle iç içe, dolayısıyla hep metafizik buudda kalmış bulunan derin hikmet veya felsefelerin verimli bir sahası veya yurdu olarak kendini daima belli etmiştir. Daha ilk çağlarda bir inanç ve metafizik felsefe olarak ortaya çıkan Tao düşüncesinden Konfiçyüs bilgeliğine, ciddî araştırmacılar tarafından büyük peygamber Hz. İbrahim'in (Abraham) zamanla Hind versiyonu şeklini almış olduğu ileri sürülen Brahma veya Brahman inanç ve hikmetine, Hz. İsa ile mukayese edilen Buda metafiziğine ve nihayet Musevîlik, İsevîlik (Hıristiyanlık) ve İslâm olarak temelde Tevhid'e dayanan semavî dinlere kadar bütün dünyayı tesirine alan büyük, şümullü ve yaygın ilim, inanç ve hikmet manzumeleri Doğu'da boy atmıştır.
Rönesans'ın, Aydınlanma hareketinin ve nihayet modern düşüncenin bir ölçüde tesirinde geliştiği değişik varyasyonlarıyla Antik Yunan felsefesini, bilhassa Pisagor, Sokrat, Eflâtun ve Aristo çizgisiyle Doğu hikmet veya felsefesinden ayırmak zordur. İlimler sahasında da Uzak Doğu, Orta ve Kuzey Asya, bereketli Ganj veya Hind ve Nil hazalarının ihmal edilemez katkılarına ilâveten, hususiyle 3-5'inci asırlarında İslâm dünyasının ilimlere kazandırdığı mesafe bir hayli önemlidir. Türkçesi İlimler Tarihine Giriş isimli eserinde meşhur Geroge Sarton, ilimler tarihini 50 yıllık peryotlara ayırır ve her bir peryoda o elli yıla en büyük damgasını vurmuş ilim adamının ismini verir. 750-1100 yılları arasında geçen yedi 50 yıldan her biri bir Müslüman ilim adamının ismini taşır; şu şekilde karşımıza Jabir ibn-i Hayyan asrı, Muhammed ibn-i Musa el-Harizmî asrı, Ebu Bekir er-Razî asrı, Hüseyin ibn-i Ali el-Mesûdî asrı, Ebu'l-Vefa el-Büzcanî asrı, Ebu Reyhan el-Berunî asrı ve Ömer Hayyam asrı çıkar. Sarton, bunların yanı sıra, dünyaca tanınmış İbn-i Sina, İbn-i Heysem, İbn-i Yunus, el-Kindî, el-Ferganî gibi çok sayıda ilim adamlarının isimlerini de zikreder.
Evet, ilim ve felsefe adına elbette Batı'ya çok şeyler borçlu bulunmakla birlikte, Doğu'ya olan borcumuz ondan daha az değildir inancındayım. Fakat bugün, Batı'nın ilmini bildiğimiz kadar Doğu'nun ilmini ve bilgeliğini bildiğimiz söylenemez. Dünyanın gittikçe büyük bir köy, bütün insanlığın âdeta tek bir aile veya köy halkı olmaya doğru yol aldığı günümüzde hem bu sebeple, hem de ilim ve hikmetin bütün bir insanlığın ortak malı ve değeri olması sebebiyle Doğu-Batı ayrımına gitmek beli biraz naif kaçsa da, medeniyetleri ve kültürleri tek bir medeniyet ve kültüre irca etmek de aynı şekilde naif bir hüküm olacaktır. Kaldı ki, her türlü yakınlaşmaya rağmen medeniyetlerin ve kültürlerin birbirine dönüşüp, birbiri içinde yok olmayacağı, büyük Rus filozof, tarihçi ve etnolog Nikolay Denilevsky'den beri kabul edilen bir gerçektir. Bu bakımdan, hayatımız gibi düşüncelerimizin de fazla maddîleştiği günümüzde Doğu geleneklerine, Doğu ilim ve hikmetine bugün bilhassa muhtaç olduğumuzu söyleyebiliriz. Çok kıymetli ilim ve hikmet ehli olan sizler tarafından tertip edilmiş bulunan bu nev'i organizasyonlar elbette bu ihtiyacı giderme adına önemli bir fonksiyon görmektedir ve görecektir.
İlimlerin, bâhusus müspet ilimler denilen kâinat ilimlerinin ilhada götüreceğinden korkarak, onlardan uzak kalmak ve temelsiz bir idealizme, romantizme yönelmek bir çocukluktur. Şu kadar ki, ilimler, saadetimizi garanti edip, bizleri insanlığa yükselttiği ölçüde faydalı ve lüzumludurlar. Dolayısıyla, ilimleri inkâra vesile saymak ve yapmak da bir peşin hükümlülük olması hasebiyle, ilimlerin inanç, ahlâk ve hikmetle mezcolması, akıl ve kalbin izdivacı da mutlaka gereklidir. Bu da, bilhassa Doğu ilim ve hikmetine müracaatla mümkün olacaktır kanaatindeyim.
Bu duygu ve düşünceler içinde şu güzel faaliyetinizi tebrikle, hepinize ayrı ayrı selam ve hürmetlerimi arz eder ve bütün kalbimle bu nev'i faaliyetlerinizin devamını dilerim.
M. Fethullah Gülen
- tarihinde hazırlandı.