Kolejlerin Türk Eğitim Sistemine Katkısı
M. F. Gülen'in teşvikleriyle açılan kolejler, Türk eğitim sisteminde özellikle iki açıdan önemli oldular;
- Sosyal açıdan,
- Eğitimin kalitesi açısından.
Evet, bu okullar Türkiye'deki eğitime bir hareketlilik ve canlılık getirdi. Takdir edilen çevrelerde de, eleştirilen çevrelerde de eğitime olan ilgiyi artırdı. Bir anlamda bu kolejler, eğitimin, hem daha sivil bir alana, hem de daha geniş bir toplumsal tabana yayılmasına katkıda bulundular. Gerek üniversite sınavlarında, gerekse bilim olimpiyatlarında gösterdikleri başarılar medyada ve kamuoyunda duyulmaya ve yer almaya başlayınca, her kesimden insanı eğitim meselesine yöneltti. Öyle ki Türkiye ne yakın geçmişi adına, ne de daha eski tarihlere uzanan dönemlerde eğitimi bu denli merkeze alarak konuşmadı. Bugün medyada özel öğretim programları, gazetelerde eğitimle ilgili özel sayfa ve özel haberler olağan hale gelmiştir. Artık ilgili-ilgisiz her kesimden insan, örgütlü bir biçimde kolej açmaya yönelmiştir. Eğitim giderek büyüyen ve önemi artan özel bir sektör haline gelmiştir. Ve tüm bu gelişmeleri tahrik eden şey, Gülen'in kolejleri ve bu kolejlerin başarılarıdır. Eğitimde yaşanan bu sosyal hareketlilik, tabii olarak kaliteye de yansımıştır. Eğitimin çıtası sürekli yükselmektedir. Kabul edilsin veya edilmesin, bu sosyal hareketliliğin temelinde bu okullar vardır. Bir kesim bunları gelecek adına bir tehdit olarak algıladığı için, diğeri gıpta ettiği, bir diğeri bunu iktisadî açıdan gelecek vadeden bir yatırım olarak gördüğü için eğitime yöneldi. İster ideolojik ve siyasî, isterse maddî çıkar, menfaat ya da insanî bir sâikle olsun, eğitimde bir sosyal hareketlilik gözlenmektedir ve bu da ülke eğitim sistemi açısından önemli ve müsbet bir gelişmedir.
Diğer taraftan her açıdan eğitime fedakârlığı getirdiler. Eğitim uzun soluklu ve çileli bir koşu. Bu uğurda ciddî fedâkarlığı ve çilekeşliği gerektirmektedir. Gülen'in okullarında başarının temelinde fedâkârlık vardır. Binlerce insan cân-ı gönülden hizmet vermektedir. Âdetâ bir lokma ile bir hırka ölçüsünde, insanlığa adanmışlık ruhu içinde hareket etmektedir. Böyle bir tutum ise, Türk eğitim sisteminin çoktan unuttuğu bir şeydi. Fedâkâr ve vefâkâr insanlar elbette her yerde vardı. Ama genel olarak eğitimcileri, mahrumiyet bölgelerine çekmenin neredeyse imkânı kalmamıştı. Bazı bölgelerde çift-maaş sistemi bir teşvik olarak getirilmişti. Yine de talepler, büyük şehirlerin, medeniyetin ve modern tüketim alışkanlıklarının yaygınlaştığı yerlerde yoğunlaşıyordu. Tayinler meselesi Türk eğitiminin en karmaşık, spekülatif ve tartışmalı gündemi halindeydi. Oysaki Gülen'in okullarında böyle bir sorun yoktur. Sessiz akan bir nehir gibi okullarda müthiş bir uyum ve tevekkül vardır. Dünyanın dört bir ucuna öğretmen gönderilmektedir. Hatta çeşit çeşit mahrumiyetler bölgesine... Bunlar arasında savaşın hüküm-fermâ olduğu yerler vardır. Can emniyetinin olmadığı yerler vardır. Buna rağmen buralara giden öğretmenler, geleceklerinden emin bir sükûnet ve teslimiyet içinde oralara gitmişlerdir. Onlar âdetâ bu teslimiyet ve tevekkülleriyle, eğitim meselesinin ne kadar ciddî ve fedâkârlık gerektirdiğini fiilî olarak göstermek istiyorlardı.[1]
Bu fedakârlığın, insanlığa adanmışlığın ve derin tevekkül anlayışının mimarı hiç kuşkusuz M. F. Gülen'dir. Peki Gülen, medrese kökenli, mütedeyyin bir insan olmasına rağmen, onu eğitim gibi yorucu, çileli ve uzun soluklu bir alana çeken neydi? Her gün birkaç kez kalp, şeker ve tansiyon krizlerine maruz kalan hassas bir dimağın, bu yorucu ve uzun soluklu maratona katlanmasının anlamı nedir? Bu soruları tersten soran insanlar da var; Dindar bir insanın eğitimle ne işi olur? Mesleği hocalık ve vaizlikse o alanlarla ilgilensin! Ya da, dinî ilimler ve hizmetlerle ilgili metafizik bir alanda ihtisas görmüş bir insanın, eğitim gibi seküler bir alanda işi ne?... gibi sorular. Bunlar hem içeriden, hem de dışarıdan bakışlar olarak 90'lı yıllar boyunca M. F. Gülen'in şahsiyeti ve teşvik ettiği eğitim kurumları etrafında medyada ve toplumun değişik kesimine mensup insanların sorduğu sorulardı. Bunların hepsi bizzat kendisiyle yapılan röportajlarda, soruların muhtevasına uygun olarak yine kendisi tarafından cevaplandırılmış sorulardı. Dolayısıyla burada, onun hakkında ve teşvik ettiği eğitim kurumları etrafında Amerika'yı yeniden keşfettirici soru ve cevaplara girmeyeceğiz. Ancak eğitimi algılayış biçimi gerçekten oldukça geniş bir perspektife oturmaktadır.
Gülen aslında yıllarca dolaylı ve dolaysız olarak gerek vaaz ve sohbetlerinde, gerekse yazı ve makalelerinde maarifle ilgili sorunlara bu denli ilgi gösteren, değinen ve hareketli bir sistematik içinde onu kitlelere anlatmaya çalışan neredeyse tek insandır. Türk maarif tarihinde eğitim gibi özel bir alanı, vaaz ve sohbetlerini dinlemeye gelmiş ve çoğunluğunun esnafın oluşturduğu bir cami cemaatine dahi anlatan, ehemmiyetinden bahseden, onların ilgilerini bu istikamette uyaran bir başka insan yoktur herhalde. Zira eğitim meselesi hem yakın geçmişte, hem de Cumhuriyet tarihi boyunca yalnızca fikir ve siyaset elitiyle sınırlı kalmıştır. Yalnızca entelektüel kesimin ilgilendiği, söz söylediği, tartıştığı ve proje 2ettiği bir alandı. Geniş halk kitleleri ne doğrudan, ne de dolaylı bu tür tartışmalara katılamazdı. Eğitim ve maarif, kitlelere bırakılamayacak kadar önemli ve özneldi! Türk aydınının tavrı buydu. Onlar hiçbir zaman, geniş esnaf kitlelerinin, hiçbir karşılık beklemeden maddi imkânlarını eğitime sarf edebileceğini düşünemezlerdi. Daha doğrusu geniş halk kitleleri, onların ne siyasî ve eğitim, ne de sosyo-kültürel projelerinin hiçbir mertebesinde yer almıyordu. Toplum onların nazarında, yalnızca yukarıdan buyrulan, emredilen ve önlerine sürülen her şeyi onaylamaya mahkum cahil kitleydi!. İşte M. F. Gülen öncelikle bu anlayışı yıkmıştır. Çünkü bu anlayıştır ki hem eğitimi, hem de siyaseti ve dolayısıyla devleti, kendi toplumuna yabancılaştıran elitist bir kadroyu ve tutumu doğurmuştur. Halbuki Gülen'in anlayışı, Kurtuluş savaşı gibi âdetâ yokluk içinden varlık çıkarmış bu milletin, hamiyetperverliğini, üretkenliğini, yeniden ülkenin en temel probleminin çözüm projelerine dahil etmiştir. Bu açıdan girişimi yakın tarihimiz adına emsali olmayan bir girişim olarak görülmelidir.
Gülen, eğitim problemini yalnızca ülkenin değil, çağdaş modern uygarlığın dahi en köklü problemi olarak görmekte ve tanımlamaktadır. Hatta neredeyse imanın bile temeline insanın eğitimini yerleştirir. Modern toplumun bunalımının temelinde, eğitim ve bilimsel düşüncede kalp/kafa bütünlüğünün parçalanmış olması vardır. Ve yeni maarif sistemi çağdaş veriler doğrultusunda insan-kainat ve Allah arasındaki tabii ve fıtrî ilişkiyi yeniden tanımlamadıkça, bu bunalımdan kurtulamayacaktır. Modern bilimsel düşünce ve maarif sistemi birkaç asırdır pozitivist bir tavırla tüm insanî, toplumsal ve düşünsel ilişkileri kutsaldan bağımsızlaştırarak profanlaştırmıştır. Bu da, bugünkü toplumların maruz kaldığı ahlâkî, manevî ve fikrî teşvişi, bunalımı ve açmazı netice vermiştir. İşte Gülen'in eğitim sistemine getirdiği yeniliklerden birisi de, bu insan-kainat-Allah arasındaki ilişkiye bütüncül bir bakış, yani kalp-kafa bütünlüğüdür.[2] Onun düşüncelerinden ilham alan kolejler, modern düşüncenin ve maarif sisteminin açmazlarından birisi olan bu aşırı pozitivist sorunu ve temayülü sorgulayarak aşmışlardır. Bu kolejler şüphesiz dinî bir eğitim vermiyor. Ama temel yaklaşım olarak kalp-kafa bütünlüğünü düşünce ve bilgi sistemlerinin merkezine yerleştiriyorlar. İnsanın evrenle, toplumla ve Allah ile uyumlu bir ilişki içinde olacağı bir sistematiği öngörüyorlar. Diğer bir ifade ile toplumla, doğal çevresiyle ve yaratıcı varlık ile uyumlu bir insan tipine vurgu yapılıyor. Tarihine, geleneğine, inanç köklerine ve sosyal kimliğine saygılı; modern bilimsel düşünceye, yeniliğe ve değişime açık, kendine ve geleceğine güvenle bakan barışık bir insan ve toplum modeline yöneliyor. Bu yüzden de kolejler yalnızca Türkiye'de değil, açıldığı her yerde başarılı, çalışkan ve çağdaş bir insan modeli ile eğitime yeni bir ses ve nefes getirmiştir.
Bundan başka kolejler eğitimde ezberci, belirli şablonlarla hareket eden ve sürekli kendini tekrarlayan hantallaşmış anlayışı da değiştirdi. Türk eğitim sistemi hâlâ büyük ölçüde ezbercidir. Pek çok alanda sûrî (formel) mantığın izlerinden kurtulamamıştır. Kolej eğitimi ezbercilik ve tekrar yerine riyazî ve tecrübî mantığı, gelişmeci düşünce metodunu örgütlemiştir. Böylelikle eğitime yeni hareket getirmiştir. Ondaki ataleti, tembelliği, ezberciliği ve imtiyazcı tavrı dönüştürmüştür. Kısaca her açıdan eğitim standartlarını yenilemiş ve yükseltmiştir.
Getirdiği önemli bir yenilik de öğrenci-öğretmen, okul-aile ve sosyal çevre arasındaki ilişkiler düzeninde görülmektedir. Birkaç asırdır neredeyse tüm insanlığın unuttuğu ve fakat hararetle özlediği, sıcak, duygusal, samimi ve içten bir ilişki düzeni getirmiştir. Bu açıdan kolej, eski ailenin, mahallenin ve dar sosyal çevrenin samimi ve duygusal, içten ve gönülden ilişki düzenini modern şartlarda yeniden üretmiştir. O eski fedakâr; vatana, millete ve topyekün insanlığa kendisini adamış toplum insanını, sevgi ve muhabbet kahramanını, hem de en zor şartlarda; bencilliğin, koyu bireyselliğin, egoizmin ve menfaatperestliğin hüküm-fermâ olduğu bir çağda yeniden ihyâ etmiştir. Bugün bu kolejlere onlar h+metmektedir. Hepsi aynı muhabbet kâsesinden içmiş, fedakârlık hamuruyla yoğrulmuştur. Bence, yakın tarihte insanî ve toplumsal ilişkiler adına gösterilebilecek en önemli hâdisedir bu.. Ve bunun eğitim alanında ortaya çıkması ayrıca bir değerdir. Tarihte öğretmenliğin ve eğitimin bu denli kutsandığı vaki olmuş mudur acaba! Hangi eğitim sisteminde siz, maddenin ve şahsî menfaatin bu derece içselleştirildiği, öznelleştirildiği, putlaştırıldığı bir çağda, bu kadar geniş bir öğrenci kadrosuna yalnızca ve yalnızca öğretmenliği tercih ettirebilirsiniz? Hangi sâikle ülkenin en gözde üniversitelerini bitirmiş, dünyevî ve maddî imkânların, sosyal statü ve mevkilerin eşiğine adım atmış bu kadar genci savaşın, açlığın ve her türlü mahrumiyetin yaşandığı dünyanın öbür ucundaki bir ülkeye yalnızca çile çekmesi için öğretmen ya da idareci olarak gönderebilirsiniz? Makine, uçak, bilgisayar ve endüstri mühendisliği gibi, doktorluk gibi yüksek düzeyde imkân ve statü sağlayan meslekler varken, bu binlerce insanın gözünde öğretmenliği büyüten neydi acaba? Şüphesiz onlar bu yönüyle, Türk insanının centilmenliğini, fedâkârlığını ve yardımseverliğini temsil ediyorlar. Gittikleri her yere de bu erdemliliği götürüyorlar. Onlar âdeta birer "kültür elçisi"dir. Gittikleri coğrafyalarda, farklı kültür ve uygarlık bölgelerinde Türk kültürünü, eğitimini, insaniyetini, fedâkârlığını, centilmenliğini ve erdemini ikâme ediyorlar. Oysaki buralar pek çok yönüyle, turist olarak bile tercih edilemeyecek yerlerdir. Ama onlar her türlü darlığa ve mahrumiyete rağmen bunları büyük bir centilmenlikle göğüslüyorlar. Türk dilini, kültürünü ve insan anlayışını oralarda bizzat yaşantılarıyla ve kurdukları sıcak ilişki ve temaslarla gösteriyorlar. Aslında bu bile müstakil olarak bir kitap çalışmasını gerektirmektedir. Türk insanının bu yeryüzü toplumlarına kendini açması keşke diğer alanlarda da kendini gösterse. Kolej eğitimi tarihî bir köprü kuruyor. Milletimiz adına bu köprünün gelecekteki etki alanlarının genişliğini kestirmek zor. Ama ona gözlerin ulaşamadığı ufuk ötelerinde kendini ifade etme, insanî ve toplumsal olarak geniş ilişkiler kurma ve geliştirme imkânları sunacağını tahmin etmek zor değil.. Yeter ki karanlık ruhlu ve dar ideolojik ufuklu birtakım çevreler tekerin önüne taş koymaya kalkışmasın!
Kolejlerin yurtdışına dönük, Türkiye'nin uluslararası ilişkilerini rahatlatacak önemli fonksiyonlarından biri de şudur; Türkiye etrafı gailelerle çevrili stratejik bir bölgede bulunmaktadır. Özellikle son yıllarda bölgede, Ortadoğu ve Asya İslam dünyasında bölgenin geleceğini bir anlamda ipotek altına alabilecek siyasî ve askerî gelişmeler yaşanmış ve yaşanmaktadır. Türkiye bu gelişmeler karşısında seyirci kalamaz. Türkiye'nin yakın uluslararası sorunu yalnızca Kıbrıs ve Kuzey Irak'la sınırlı değildir. Her türlü siyasî, askerî, stratejik cerrahî müdahale bölgede yapılmakta, Türkiye de bu müdahalelerden doğrudan etkilenmektedir. Dolayısıyla Türkiye bu açıdan bölgedeki etkinliğini geliştirmek zorundadır. Bu da yalnızca siyasal ve askerî ilişkilerle gerçekleşemez. Kolejler, sosyo-kültürel açıdan Türkiye'nin yakın bölge uluslararası ilişkilerinde etkili bir alan oluşturmaktadır. İngiltere, Fransa gibi ülkeler bırakın kolej gibi seküler ve modern müesseseleri, kiliselerin her türlü haricî dinî faaliyetlerini maddîmanevî ve uluslararası politik açıdan desteklemektedirler. Halbuki meselâ özellikle Fransa'nın dahilde kilise ile ciddi sorunları vardır. Ama Kuzey Afrika'dan, Uzak Doğu'ya millî kilisenin tüm faaliyetlerine arka çıkmaktadır. Bu desteği Fransa'nın millî menfaatlerinin kaçınılmaz bir parçası olarak görmektedir. Türkiye'nin, bölge olarak Fransa'dan stratejik ehemmiyeti daha geride midir? Üstelik Türkiye'nin bu bölgelerde uzun tarihten gelen ilişkileri ve sosyo-psişik temelleri mevcuttur. Ortadoğu'da ve Asya'daki her uluslararası ilişki, askerî olsun, siyasî ya da stratejik olsun doğrudan Türkiye'nin uluslararası politik sınırları içinde oluyor demektir. Bu geniş uluslararası perspektiften bakınca kolejlerin Türk kültürü ve haricî ilişkileri üzerinde olumlu katkılar sağladığı ve sağlayacağı âşikârdır. Türkiye birkaç asırdır dışarıya kapalı bir politik ve kültürel yapı üretmiştir. Dışarıya açılmaya dönük cesareti kırılmıştır. Bu yüzden her türlü açılmaya karşı tepkisel ve içgüdüsel kaygılar izhâr etmektedir. Sanıyorum bu kaygılar arttıkça, kolejlerin uluslararası kültürel süreçlerdeki ehemmiyeti daha da anlaşılacaktır. Umarım çok geç olmadan bu uyuşukluğu atıp silkiniriz.
Geleneğin Modern Çağa Tanıklığı, Yeniakademi Yayınları
[1] Bkz.: Mehmet Gündem, M. F. Gülen'le 11 Gün, s. 194; Sohbet-i Canan, s. 105-107.
[2] Bkz.: M. F. Gülen, Buhranlar Anaforunda İnsan, s. 110; Zamanın Altın Dilimi, s. 157; Sonsuz Nur, s. 1/202-204; Fasıldan Fasıla, 4/29; Prizma, 4/96; Ruhumuzun Heykelini Dikerken, s. 8, 36; Örnekleri Kendinden Bir Hareket, s. 95, 115; Beyan, s. 110; Kendi Dünyamıza Doğru, s. 43, 68, 77, 114; Kırık Testi, 1/175; "Şafaklar Üst Üsteydi", Sızıntı, Ağustos-2004; herkul.org, Kırık Testi "Kültür Müslümanlığı ve Tahkiki İman" 12 Aralık 2004.
- tarihinde hazırlandı.