Aydınlarımızın Gaflet Yılları
Yıllar var ki, milletimizin kaderiyle alâkalı, ileriye dönük ciddî hiç bir plânımız olmadı. Bu bulanık zaman dilimi içinde, hayırları hep nevzuhûr tecellîleriyle tanıdık; şerleri de, gelip millete tosladığında veya çarpıp onu yere serdiğinde.. yani bıçak kemiğe dayandığında. Dünyâda olup-biten hâdiseleri, anlayıp değerlendirmek bir yana, bunlar arasında doğrudan doğruya bizi alâkadar edenleri dahi sezip-kavrayamadık. Sezip-kavramak şöyle dursun, elli defa, hasım bir dünyanın kin, nefret ve zulüm paletleri altında preslendikten sonra bile, çoğumuz itibâriyle bir "Lâ havle" çekip, etrafa bakmadan yolumuza devam ettik.. Bari devam ettiğimiz bir yol olsaydı..!
Zaman zaman bağırıp çağırdığımız, yer yer hamaset destanları kestiğimiz de olmuştur ama, hep çâresizlik içinde iki büklüm olduğumuz ve hasımlarımız tarafından nakavt edildiğimiz meş'ûm ve karanlık anlar da.. hiç olmazsa bu uğursuz dakikalarda olsun galeyanlarımız bir ses getirebilseydi! Ne gezer..! Toplanıp bir araya geldik.. görkemli mitingler tertip ettik.. tumturaklı laflar ve hamasî destanlarla gönülleri hoplattık. Ama her şey, havâî fişekler gibi başımızın üstünde birer şerâre meydana getirdi, sonra da kaybolup gitti. Yığınlar bunun bir şey olduğunu ve bir işe yaradığını zannededursun; bizler, dünyânın çeşitli yerlerinde zulüm gören, kinle gerilen, nefretle yutkunan dindaş ve soydaşlarımız için sadece şehrâyinler tertip ettik, böylece de hem kendimizi hem de onları aldattık.
Biz kendi kendimize oyalana duralım, elin oğlu gürültüsüz tedrîcî ve sistemli bir surette kitlelerin rûhuna giriyor.. onları istediği gibi şekillendiriyor.. istediği kalıba sokuyor ve câhiliyle-okumuşuyla, şuursuz yığınları istediği zaman sokağa döke-biliyor.. istediğine küfrettiriyor ve istediğini başlara tâç yapıyor.. istediğinde şânlı geçmişimize sövüyor ve sövdürüyor.. istediğinde soyumuzu tahkîr ettiriyor ve millet ruhuna küfürler yağdırıyor.. istediği zaman bizleri çinlere-maçinlere kadar kendi mâcerâlarının arkasından koşturuyor ve istediği zaman beğenmediği iktidarları alaşağı etmek için sun'î bunalımlar meydana getiriyor; kitleleri birbiriyle vuruşturuyor ve arkasından da bir gece baskınıyla; cumhuriyet ve demokrasi adına yeni bir diktatörlüğü milletin başına musallat ediyor...
Evet, bizim safdil oluşumuz ve âlemin de hokkabazlığı; millet; yıllar ve yıllar, bir türlü sonu gelmeyen bu tarihî tekerrürler turnikesinde döndü-durdu. Zirvedekiler, milleti sevk ve idare adına, şahsiyetli ve millî ruh kaynaklı bir politika belirleyecekleri güne kadar da bizim, sâir fi'n-nevm "uyur-gezer" kalmamız, düşmanlarımızın da sinsi oyunları, gizli işgalleri ve İslâm ülkelerini içten içe fethetmeleri devam edeceğe benzer. Bugün yeryüzünün büyük bir bölümünde söz mütegalliblerde bitiyor.. gücü temsil edenler zayıfa hakk-ı hayat tanımıyor.. her yerede zorbalık ve kabadayılık alkışlanıyor; her insanı insan kabul edip onun hukukuna saygılı olmak ise, aptallık ve sünepelik sayılıyor. Süpergüç ve devletlerin politikaları, hemen her zaman, zayıf ve güçsüzleri istismar etme "sömürme" istikâ-metinde işliyor. Kılıfını bulduktan sonra, çalıp-çırpma, yeyip-yutma, hatta can çekişenlerin sırtında hakk-ı temettu' arama akıllılık sayılıyor.. buna karşılık haram-helâl düşüncesi, hak-hukuka riâyet gayreti ve insânî değerlere saygılı kalma azim ve niyeti aptallık kabûl ediliyor.
Bu alabildiğine kör, sağır ve kalpsizce gidişe "dur!" diyebilmek için, bugünü-yarını aynı anda görecek kadar basîretli; çevresinde olup-biten şeyleri sezip anlayabilecek, anlayıp değerlendirebilecek kadar firâsetli; oyun ve entrikalara tenezzül etmeyecek kadar mü'min, oyun ve entrikalara gelmeyecek kadar firâsetli ve düşmanlarının fikrî, hissî, ahlâkî hulûl yollarını sezebilecek kadar da şuurlu insanlara ihtiyaç var. Beş-başı ma'mûr bu engin ruhlar yetiştirilerek, bu fıtrî ihtiyaç giderilmezse, zâlim, zulmüyle başını alıp-gidecek.. mazlûm ve mağdur da yaşama adına zillet çekecek ve kendini hor ve hakir görenlerin vesâyâsı altına girip onların gölgesi gibi yaşayacak; dolayısıyla da hiç bir zaman belini doğrultamayacak ve sürüm sürüm olacaktır. Sürüm sürüm olacaktır; çünkü, yaşama hakkı kendi elinde değil.. sürüm sürüm olacaktır; çünkü, şahsiyetsizdir, kimliksizdir, geçmişinden ve kendi kültüründen kopuktur.
Bunun içindir ki, nesillerin eğitim ve öğretim meseleleri plânlanırken, en az, çağın ilim, irfan ve teknolojisi kadar İslâmî ahlâk ve değerlere, millî kültür ve millî terbiyeye de yer verilmelidir ki, gençler, manevî ve rûhî bunalımlara itilmemiş, dolayısıyla da bir kısım arayışlara mecbur edilmemiş olsunlar.
Evet, yakın geçmişimiz itibariyle, yeni nesillere sağlam bir millî terbiye ve İslâmî ahlâk verilmediğinden.. çoğunluğu itibariyle yetişen gençler, serseriliğe açık ve kendi dünyâsına yabancı, hatta düşman yetişmektedir. Günümüzde, Avrupa ve Amerika'da birkaç ay kalabilme fırsatını elde etmiş ve şöyle-böyle bir yabancı dili hecelemeye başlamış pek çok insan var ki, yapacak başka bir şey kalmamış gibi kendi insanını tezyîf etmekte ve milletini hakîr görmektedir. Bunlardan nicelerini görüp dinlemişizdir.. gidip, dönmüş ve milletlerini tezyîf etmeye başlamışlardır:
"Âh ne kadar geri bir milletmişiz(!) meğer hayat batıdaymış.. bizim ülkenin insanları âdetâ canlı cenazeler.. bu mütereddî yığınların, yaşadıkları çağı yakalamaları mümkün değil... Hele Müslümanlık, o bütün bütün çağ dışı.. biz, bu kılık ve kıyafetle varılabilecek yerlerin en yakınına dahi varamayız! Dünyâ başını almış göklerde dolaşıyor, bizler bu sıkma başlarla hâlâ yerde yürürken de tökezliyoruz. Milletin, yükselip çağıyla hesaplaşması düşünülüyorsa, bu batılılaşmadan geçer..." vesaire vesaire...
Evet, işte bu düşünceler, merhametsiz yılların ve karanlık günlerin yabancılaştırdığı derbeder nesillerin düşünceleri ve bir dönemde heder olup gitmiş yığınların hezeyanları! Bu zihniyetteki kimselerin insanımızın kaderine hâkim olması, gelecek nesillerin târih ve milliyet düşüncesini zayıflatmakta; onları yüksek mefkûrelerden uzaklaştırmakta ve düşünce hayatımıza zift gibi bedbinlikler püskürtmektedir. Açıkçası, düşmanlarımız, rûh, düşünce ve ahlâk dünyâmızı, içimize saldıkları ajanlarla tahrîp etmekte ve bizleri, âdetâ, dünyâya hâkim güçlerin kuklaları haline getirmektedir.
Evet, bugünkü şatafat ve debdebesi itibâriyle, dünyâya hükmeden güçlerin bir kısım üstün yanları var; ama bu insanlık adına her şey demek değildir. Ve hele Avrupalı ve Amerikalı olmamak da hiç mi hiç ayıp değildir; ayıp olmak şöyle dursun, şanlı geçmişimizi bilen ve onu rûhunda duyan birisi için, böyle bir intisap hakarettir. Bir insanın, kendi millet ve geçmişini reddetmesi veya hafife alması bir aşağılık duygusu, bu densiz şeyi yaparken can alıcı düşmanlarımızı göklere çıkarması da bir soysuzluktur. Böyleleridir ki, yıllarca, mübârek milletimizi ye'se, bedbinliğe, karamsarlığa sürükleyip durdu ve bugünkü kahrolası yabancılaşmayı başımıza musallat ettiler.
Zaten, çoktan beri millî bir gâyemiz, millî bir hedefimiz ve millî bir terbiye sistemimizin olmayışı; buna karşılık da, yahûdinin yanında Hıristiyan, Hıristiyanın yanında ateistin, mektepten matbuâta, matbuattan da radyoya kadar günümüzde buna, sinema, televizyon ve video da eklendi - çok geniş bir sahada iğfâl ve ifsad kampanyaları, yığınları sersemleştirmiş, kararsızlaştırmış ve yüzüp-gezenler haline getirmiştir. Buna, günümüzde, bir kısım yeni mefsedet unsurları da ilâve edilince her şey bütün bütün allak-bullak oldu. Eskiden, nesillerin ilericileştirilmesini ve batılılaştırılmasını bir kısım Katolik ve Protestan mektepleri yüklenmişti ve onlar yapıyordu. O gün için, bu mekteplerin, açıktan açığa gençlerimizi Hıristiyanlaştırdığı söylenemez. Ama, bu mekteplere girip-çıkan-ların, Müslümanlığı ve Müslümanları hafife aldıklarını da inkâr etmek kâbil değildir. Müslümanlığı ve Müslümanları hafife almadan da öte, bu mekteplerde değişik bir dünyâya uyanan gençlerin pek çoğu, Müslümanlığından utanıyor, Türklüğünü saklıyor; bir batılı ve bir firenk gibi görünmeye çalışıyordu. Daha sonra da, büyük çoğunluğu itibâriyle bu nesil, kozmopolitleşti, ateizme yelken açtı ve komünizm, sosyalizm erozyonlarıyla her biri bir vâdiye sürüklenip gitti. Aslında bu mektepler, tâ kurulduğu günden itibâren, bu milletin başına musallat olmuş birer belâ idi ama bizler bunu, yeni yeni anlamaya başladık.
Batı bu mektepleri, kendi hesabına, ülke ve insanımızı fethetmenin öncü kuvvetleri sayar. Bizim ise, buna karşılık şimdiye kadar, ne bir müdâfaa gücümüz, ne bir sığınağımız ne de arka çıkanımız olmadı. Oysa ki, bu devâsâ iş, ordular isterdi.. cephane isterdi, strateji isterdi ki yapılabilsin. Ama, bunların hiç biri olmadı.. hem de olacakken olmadı. Mekteplerimizde, düşünce dünyâmıza göre, güzel bir müfredat proğramı, sağlam bir terbiye sistemi, inançlı, fedâkâr, malûmatlı ve hamiyyetli bir muallimler ordusu.. evet bütün bunlar; öyle hârika bir kuvvettir ki, bu mübârek kuvveti elinde bulunduran bir millet, değil sadece Avrupa ve Amerika ile hesaplaşması mevsimi gelince bütün dünyâyı bile dize getirebilir ve dünyâ muvâzenesindeki eski yerini istirdât edebilir. "İstirdât edebilir" diyorum. Çünkü asırlar ve asırlar boyu bu şerefli vazife, hep onun uhdesinde kalmıştı.
Biz, kendimizi ve çağlar boyu millî varlığımıza esas teşkil eden dinamikleri bilmiyoruz ve bilmek istemiyoruz.. belki de, bunları ve gerçek rûhumuzu ihsastan çekiniyoruz. Çekiniyor ve bir firenk karşısında ezim ezim eziliyoruz. İspanyalılar, orta ve cenûbî Amerika'ya girdikleri zaman, bir kısım yerliler onları, güneşin zürriyetinden gelmiş mukaddes varlıklar diye alkışlıyorlardı. Bugün, batı bizim his ve düşünce dünyâmızı, mantık ve muhakememizi, haysiyet ve onurumuzu öyle kırmış ve öyle felç etmiş ki, artık her firengi kendimizden mutlaka büyük görüyor ve onları, güneşin çocuklarıymış gibi ihtiramla selâmlıyoruz. İnsana olan ihtiram, insânî duyguları harekete getirir; canavarlara karşı muhabbet ise onların iştihalarını açar. Herkesi kuzu zannedip, kuzu olmaya kalkışmak sadece çakalları ve kurtları sevindirir. Biz, Balkan fitnesinde ve Cihan harbinde çakallığın ve kurtluğun en utandırıcılarını gördük.
Overof'un bombaları gönülleri delip geçerken, İstanbul ve İzmir sokaklarında Rum çocukları, başlarında Yunan bayrakları, şapkalarının üstünde Overof'un ismi ve panhelenizm türküleriyle ortalığı velveleye veriyorlardı. Onlar veya başkaları -Allah ülkeyi ve milleti korusun!- aynı imkânları elde ettiklerinde, aynı şeyleri yapacaklarında tereddüt edilmemelidir.
Yıllarca biz, hep başkaları hakkında hüsn-i zan kesip biçtik -keşke o kadar da kendi içimizdeki dindarlara karşı insaflı olabilseydik- ve onların kusurlarını hiç mi hiç görmedik veya görmek istemedik. Küstahça hallerini mutlaka yumuşatma yollarını araştırdık. Hatta ülkemize tecâvüz edenlerin murdar naaşları başında durduk, onlara ta'zîmât ve tekrîmâtta bulunduk. Bu kadar küstahlığı görmemezlikten gelmek ancak ölülerin katlanabileceği bir zillettir. "Estağfirullah" Rabbi'sine ulaşmış kimseleri, tezyîf edip haklarını çiğneyemem! İhtimâl, mücâhidâne düşüncelerle içine girmiş bir rûha konaklık yapan herhangi bir mezarın başında böyle bir terbiyesizlik irtikâb edilseydi, o mübârek ölü, huzurlu hayatına bir dakika ara vererek, bu terbiyesizliği irtikâb eden küstahı çarpacaktı...
Keşke, bu kadar olsun, rûhlarımızda hamiyyet ve gayret bulunabilseydi! Ve keşke, herkesi bağrımıza basarken, bağrımıza bastıklarımızdan bir kısmının, bizi ısıracaklarını da hesaba katabilseydik..!
Sızıntı, Aralık 1990, Cilt 12, Sayı 143
- tarihinde hazırlandı.