Mücadele Ruhu
Her türlü muvaffâkiyetin ilk şartı îman ve mücadele gücüdür. Gönlünü inançla donatıp, dimağını yüksek düşüncelerin meşcereliği hâline getiren kimseler, hayatın her dönemecinde ayrı bir huzur, ayrı bir hazza ererek kendilerini âdeta cennet bahçelerinde hissederler. Bu îman ve mücâdele gücünden mahrum gönüller ise, en küçük zorluklar karşısında sarsılıp ümitsizliğe düşmeye, cesaretlerini yitirip devre dışı kalmaya mahkûmdurlar.
Hayat bir bakıma, baştanbaşa çalışma, gayret ve mücâdele demektir. Çalışmak için güce, gayret için ümide ve kavga için de maddî-manevî hazırlıklı olmaya ihtiyaç vardır. Bu ihtiyacı hesaba katmadan, hayatın çok çetin ve zikzaklı labirentlerinden geçmeye kalkanlar, ya dökülür yollarda kalırlar veya bir gölge gibi hep başkalarını takip eder dururlar. Her iki halde de zelîl, derbeder ve tutarsızdırlar. Ara sıra yalancı bir saâdet elde edip onunla aydınlığa ermiş görünseler bile, hemen her zaman zillet ve sefâlet içindedirler.
Böyleleri saray ve mâlikânelere, deste deste para ve külçe külçe altınlara sahip olsalar dahi yine sefil, yine dilencidirler. Altın ve gümüş, özüyle bütünleşmiş yüksek ruhlar için iyi birer hizmetkâr ise de, kendini idrak edememiş talihsizler için çok kötü ve zararlı birer efendi sayılırlar.
İnsanlar, ekseriyet îtibariyle, kolay ve rahatlıkla elde edilebilen zevklerin kucağına atılmakla, gayret ve samîmiyet isteyen, meşakkat ve zorluklarla kazanılan büyük ve sürekli nimetlerden kendilerini mahrum etmektedirler. Bu öldürücü düşünce ile, gününü gün etmek isteyen nice kimseler vardır ki, hayatlarını hep iniş aşağı yaşamak ister; bir kerecik olsun herhangi bir zorlukla karşılaşmayı kat'iyen arzu etmezler. İnanç ve idealden mahrum, hasbilik ve diğergamlık bilmeyen bu karanlık ve fersiz ruhlar, çalışmayı sevmez, sıkıntıya gelmez, zamanı değerlendirmesini bilmez 'menn-ü selvâ' bekler gibi gözleri hep hârikalar kuşağında.. ümitleri sığ, irâdeleri mefluçtur. Yüreksiz, günübirlikçi ve menfaatlerine düşkün olduklarından, bütün bir hayat boyu başkalarının dümen suyuna göre hareket eder ve onların dublesi olarak yaşarlar. Bu îtibarla da durmadan yer değiştirir, kalıptan kalıba girerler.
Ne var ki, bu hercaîlikle öz ve benliklerini koruyup kendileri olarak kalamayacakları gibi, mevcûd saâdet ve mutluluklarını da koruyamayacaklardır. Kendi içinden beslenemeyen bir göl gibi, yavaş yavaş çekilecek, kuruyacak ve yok olacaklardır.
Aslında, özü koruma istikâmetinde gösterilen her gayret, hem yüksek bir zevk, hem de gelecek mutluluğun teminatı olması îtibariyle mukaddes bir hamledir. Ancak, bu zevki idrâk edebilmek için de yine, ruh köküne bağlılığa, mâzî esintili ilhamlara, inanç ve fazilete ihtiyaç vardır. Düşünce dünyasını bu esaslar üzerine oturtamamış kimselerin, bu yüksek zevki duymalarına imkân yoktur.
Bizce, günümüzde mühimlerden mühim bir mesele varsa o da; her düşünceye yahşi çeken ideâlsiz nesillere; inanç, fazilet, sabır, çalışma aşkı, mâzi hayranlığı ve geleceği hallaç etme iştiyâkı aşılayarak onları yeniden inşâ etmektir. Bu düşünce platformunda gösterilen her gayret, hem bugünü hem de yarınları âbâd edecek ve gelecek nesiller arasında bir 'yâd-ı cemîl' olarak kalıp gidecektir.
Tarlaya tohum saçmadan topraktan bir şeyler beklemek abes olduğu gibi; genç kuşakların insanlığa yükseltilmesi istikâmetinde, bazı fedâkârlıklara katlanmadan gidip hedefe ulaşmaya da imkân yoktur. İnsan, almadan önce vermesini bilmelidir ki, alma mevsiminde de kat kat alabilsin...
Bir bahçıvan, şâyet bahçesine değer veriyorsa, toprağının en küçük parçasını dahi ihmal etmeden onu işler, hallaç eder; meyveli ağaçlardan bitkilere, onlardan da güller, çiçekler ve süs ağaçlarına kadar bir sürü şey diker. Sonra da onları, su ile, gübre ile besler.. yer yer çapa yapıp yabanî otları koparır ve toprağın hava, güneş ve değişik boydaki esintilerle temasını temin eder ki; bütün bunlar, bahçe sevgisiyle pratiğin bütünleşmesi mânâsına gelir.
Şimdi acaba sizler de, bu bahçıvan gibi, hayatınız ve nesillerin hayatına müdâhale edip onu çeşitli erozyonlardan koruyabiliyor musunuz? Her taraftan hücum eden zararlılara karşı göğsünüzü siper yapıp onu müdâfaa edebiliyor musunuz? Ve bu uğurdaki gayretlerinizde fevkalâde bir inanç ve azimle iradenizin hakkını verebiliyor musunuz?
Evet, isteseniz sizler de, hayatınızı yeni baştan inşâ edip, ona değişik buutlar kazandırarak başkalaşabilir; eşya ve hadiselere bir başka zâviyeden bakıp bir başka şekilde müdâhale edebilir.. daha irâdeli, daha derli toplu olabilirsiniz. Olabilirsiniz ama; bütün bu (olma)ların bir tek yolu vardır, o da; Hakk'ın lütuflarını irâdenizin çehresinde tecellî ettirebilmektir.
Evet, içinde yaşadığınız dünyayı kendi şartlarıyla idrâk edebiliyor, ümit ve irâde balansını Kudret-i Sonsuz'a göre ayarlayıp rûhunuzdaki dinamizmle varolduğunuzu gösterebiliyorsanız, vız gelir size her şey.. seller, fırtınalar, zelzeleler... Böyle bir durumda sizi ne kılıçlar yaralayabilir, ne top gülleleri sarsabilir, ne de ateşler yakabilir... Mevsimler peşi peşine gelir geçer; renkler ve şekiller değişir; bahar ve yazları, sonbaharlar, kışlar tâkip eder durur; sizler, inanç, ümit ve mücâdele ruhunun oluşturduğu zebercetten ikliminizle hep pırıl pırıl ve yepyeni kalırsınız.
Sızıntı, Mayıs 1985, Cilt 7, Sayı 76
- tarihinde hazırlandı.