Gel (1)
Gel ey millet ruhu ve fatihlik düşüncesi! Yıllar geçiyor ki bizler, başı açık ve yalınayak hayallerimizle hep yollardayız ve seni bekliyoruz..! Bir upuzun aydınlığın öncüleri sayacağımız şafak emarelerinin, peşi peşine tüllendiği şu günlerde, rüyalarımızda ağardığın aynı noktadan çıkıvererek ışığa muhtaç dünyalarımıza nurlar saç!
Hazanının şiddetli ve amansızca estiği yörelerde sabrın solukları kesilmiş olabilir; ne var ki bizler, her gün biraz daha ümitli, biraz daha canlı "emarelerin şafağında" ve şafakları zorlayan sebeplerin bağrında bir ulu dirilişin gerçekleştiğini görüyor gibi oluyor ve kendimizden geçiyoruz. Gel, bu umûmî "ba's-ü ba'de-l mevt"in son türküsünü sen söyle ve bu uzun ızdırap bezmini de sen kapa!
Fazilete arka çevrilip rezaletin peylendiği, sevaba hacir konup günah toptancılığının yapıldığı, iffete kezzap dökülüp haysiyetin dağa kaldırıldığı, tarihin mıncıklanıp geçmişe salyalar atıldığı o uğursuz dönemler artık çok gerilerde kaldı. her gün güneş doğarken, bir yeni şevkle şahlanıp istikbale koşanları daha fazla bekletme! Atını ışık arayanların dünyasına doğru mahmuzla ve gel artık!
Eşyanın çehresine ziya çalıp gözlerimizden perdeyi kaldıran, kâinatların özü o saflardan saf ruh aşkına gel! Hakk katının makbul erleri Enbiyâ, Evliyâ aşkına gel! Göklerde ve yerde kutsîlik soluklayan ruhlar aşkına gel! Âl-i Âbâ aşkına, Şâh-ı merdân aşkına gel! Şehitler aşkına ve dörtbir yanda ta'zim gören şehitler efendisi Hamza aşkına gel!
Yıllardır yollara dökülmüş seni gözleyen yaşlı gözler ve sabahlara kadar uyku nedir bilmeyip kıvranan dertli sineler aşkına ne olur gel! Anaların ızdırapla çarpan yüreklerine, perişan ve derbeder nesillerin ayyûka çıkan feryatlarına, çığlık atıp inleyen çocukların heyecan ve hafakanlarına merhamet et de gel..!
Akın karadan ayrıldığı, ışığın karanlık ordusunu târumâr ettiği, cehaletin ilmin önünde bozguna uğradığı ve sabânın güzel kokular sürünüp herkese ve her şeye bahar muştuları fısıldayıp dolaştığı şu mübarek günlerde ger dizginini gel gayri!
Karlar eriyip buzlar çoktan çözülmeye durdu; goncalar kemer kuşanıp senin uğrunda yollara döküldü ve çiçekler sana ait türkülerle semâa kalkıp bir yüce bayram adına çevrelerine davet gamzeleri çakmaya başladılar. Yaprakların hışırtısından, ırmakların çağıltılarına, göklerin ışıkla sarmaş dolaş gürültüsünden, ormanların heybetli uğultularına kadar hemen her şeyde bu yeni dirilişin nağmeleri duyulup seziliyor. Bak! Bayırlar, rengârenk güzellikleriyle milletimin tâliine tebessüm ediyor, bağ ve bahçeler etrafa saldıkları diriltici râyihâlarla gönülleri coşturuyor ve ruhlara bahar muştuları sunuyor. Ve artık, aylar güneşler bir başka türlü doğuyor, bir başka türlü batıyor.
Ey asırlardan beri hasretle yolunu gözlediğimiz ruh! Eğer sen bir şafaksan gel gayrı bunca emare yeter! Eğer kıyametsen, bilmem ki başka hangi alâmeti beklersin?!
Gül açıp bülbül öteli hayli zaman oldu;
Her yanda ağaran hayâlin ruhuma doldu;
Bekletme! Bu mevsim artık mevsim-i bahar.. Gel!
Gel şeytanın kâsesini kır; iblisler dünyasına bir velvele sal! Nemrut'a rahatı haram edip Firavun hân u mânını harâp eyle! Işıktan kaçanları nûrunla boğ; yarasalara aydınlıkta yaşama âdâbını öğret! Gel, bize sonsuzluk şarâbını sun ve derbeder gönüllerimizi ölümsüzlük aşkıyla coştur! Coştur ve asırlardan beri hicranla yanan sinelerimize "âb-ı hayat" ulaştır!
Sızıntı, Ağustos 1986, Cilt 8, Sayı 91
- tarihinde hazırlandı.