Sürat Çağı veya Tekarüb-i Zaman
Bu asrın bir sürat asrı olduğunda şüphe yok. Böyle sürat yörüngeli bir dünyanın, hemen her yanıyla çok değişik şeyler getirdiği veya vaadettiği de bir gerçek. Bir zümre için refah, mutluluk, rahat ve rehâvet.. herkes için tasarı ve aksiyon arasındaki sürenin daralması, mesafelerin büzülmesi, hızla hedefe ulaşılabilmesi veya beklenmedik şekilde bunun engellenmesi.. birdenbire harplerin zuhuru ve uzlaşmaların gerçekleşmesi.. işte süratle gelenler! kim bilir belki de ileride hadiselerin ışık hızıyla cereyan ettiği bir dünya ile tanışacağız; tasavvur ve tahayyüllerimizi aşan böyle bir dünyanın vâridâtı ve tehditleri kurgu bilimlerin mevzuu olsa da hakka ve adalete teslim olmamış bir hızdan, insanlar ürpermeli.!
Sürat, mekânın var oluşuyla başladı ve insanın yaratılmasıyla da idrak edildi. İlk defa insanoğlunun ayağında tanıdığımız ve tanıştığımız sürat, daha sonra onun beyin ve muhâkemesine sıçrayarak gelişmesini ve genişlemesini hep artırarak, şimdilerin muhakkak ve geleceğin baş döndürücü muhtemel hızına doğru yürüdü.
Evet, sürat önce insan ayağı, ehlîleştirilen hayvanların sırtı, tekerlekli arabalar, derken pedallı ve motorlu vâsıtalara uğrayarak geldi, modern makinelerin sırtına binerek yoluna devam etti. O bugün, bütün hızıyla mesafeleri fethetme veya sıfırlamaya doğru koşuyor. Zaten, ses ve görüntü nakli, cisimlerin intikalinin fersah fersah önünde.
Süratteki bu gelişme, aynı zamanda beraberinde bir kısım kolaylık, rahatlık ve konforu da getirdi. Hatta zaman zaman bunlar; süratin önüne geçtikleri de oldu. Bu kabil dengesiz gelişmelerin, gerçek insanî değerler adına zararı mı oldu, yararı mı? Bu husus ileride, teknolojik gelişmelerle, maddî-mânevî insanî değerlerin, yer ve konumları mukayese edileceği daha farklı bir platformda ele alınabilir.
Çağımız itibariyle süratin en baş döndürücüsünü elektrikle ve ışıkla tanıdık. Öyle ki bir taraftan otobüsler, gemiler, trenler, uçaklarla ve bir yakın gelecek itibariyle feza gemileri, mekikler ve peykler sayesinde en uzak yerlere intikal etmek için, belki birkaç saat, belki de birkaç dakika yetebilecek. Diğer taraftan da evimizde istirahat ederken, gelişen teknoloji ve telekomünikasyon sayesinde -bir kere düğmeye dokunma kolaylığı içinde ses, görüntü, renk hatta kokuların nakledilmesiyle- süratin en büyüleyicileriyle tanışacağımız ve görülmedik bir tekarüb-i zaman ve mekân yaşayacağımız günler çok uzak olmasa gerek. Evet, bir bir eski harikaların âdileşeceği, yenilerin de çok uzun ömürlü olmayacağı, hatta kullandığımız âlât u edevâtın tamirine yetişemeyeceğimiz o garip gelecek pek yakındır.
Öyle anlaşılıyor ki, dün insanoğlunun, zaman ve mesafelere karşı ayağıyla, atıyla, arabasıyla elde ettiği başarılar, hâliha-zırdaki seyr u seyahat vasıtaları ve geleceğin peykleri, feza gemileri veya çok ileri telekomünikasyon teknolojisi sayesinde şimdilerde düşünemeyeceğimiz bir hıza ulaşarak devam edecek ve bir sürü rahatlatıcı şeyin yanında bir sürü de problem getirecek. Gerçi bilimin araştırmalarını, ilmin tespitlerini ve medeniyetin harikalarını takdir etmemek mümkün değil. Ama acaba, onca gayret ve onca emekle insan beyni ve kâinat kitabı hallaç edilerek sağlanılan bugünkü sürat, süratten daha önemli gayelerin emrine verilebilmiş midir? Her gün daha da sıkıştırılarak bir köy haline getirilen mekân, büzüştürülüp sıfırlaştırılmaya çalışılan zaman, hedefine ulaşamayan ve hep onun gerisinde kalan gayesiz bir hızın elinde esir ise, böyle bir süratin insana ne yararı olacaktır ki? Kâinâtın en ücrâ köşelerine ulaşma, bütün eşya ve varlığı hallaç etme, dünyayı köyümüz ve mahallemiz gibi tanıma, en gizli şeylere dahi nigehbân olma, insanî değerlerimiz, insanî ihtiyaçlarımız ve insanî arzularımızın önünde ise, başkalarının millî, vatanî ve ailevî mahremiyetlerine muttali olma veya millî, vatanî ve ailevî mahremiyetlerimizin başkaları tarafından görülüp bilinmesini gerçekleştiren böyle bir çılgın gelişme dünya çapında bir rezalet değil de ya nedir?
Şimdi, eğer sürat lizâtihî değil de, hedef ve neticeleri itibariyle matlupsa, acaba bugün insanımız, otobüs, tren, transatlantik ve ses süratini aşan uçaklarla, insanî değerleri adına gerçekleştirmeyi plânladıkları hedeflere, emellere ulaşabilmişler midir? Ulaşabilmişler midir ki, biz de daha şimdiden kurgu bilimlerle referansını aldığımız gerçek tekarüb-i zaman ve mekânı bir gaye-i hayâl ve bir ideal olarak bekleyelim? Bu soruyu müspet olarak cevaplamamız oldukça zordur. Zira, şimdilerde sürat, onunla hedeflenen gayenin çok gerilerinde bulunmakta...
Bir dünya düşünün ki o dünyada taksiler, otobüsler, trenler, yatlar, transatlantikler, uçaklar, bir oraya, bir buraya, gayesiz, idealsiz, hesapsız, kalbî, rûhî hayata kapalı ve âkıbet mülâhazasından mahrum bir kısım serâzad gönülleri, tıpkı eşya taşıyor gibi alıp götürüyor, indirip-bindiriyor.. veya bu insanlar teknolojik imkânları, lunaparklardaki çakırkeyf çocukların kullandıkları gibi kullanıyorlar.. rica ederim böyle bir sürat veya sürat teknolojisi ne işe yarar?
Sürat, vakit kazanmak ve az zamanda pek çok iş yapmak, pek çok yere ulaşmak için ise, kazanılan vakit, ortaya konan iş ve ulaşılan yerler, süratin ötesinde daha önemli gayeler için değilse, Yunus'un ifadesiyle her şey bir kuru emek sayılmaz mı.?
Evet, eğer sürat için belirlenmiş bir gaye ve o gayeyi gerçekleştirmeye matuf bir plân yoksa, kazanılan bütün zamanlar, bütün cehtler, bir mânâda boşa akan çaylar, boşluğa kayan yıldırımlar ve çöle dökülen yağmurlar gibi olmaz mı? Günümüzde, hayatın gaye ve hedeflerinden habersiz bir kısım sürat taraftarları, birkaç saat içinde atmosferin dışına çıkan, birkaç dakika veya birkaç saniye içinde ses, söz ve görüntülerimizi binlerce kilometre ötelere ulaştıran, ya da binlerce kilometre öteden bize ses, söz ve görüntü taşıyan bir sistemin işleyişi karşısında, bu muazzam sistemin arkasındaki gaye, mânâ ve neticeleri düşünecekleri yerde, çobanlar gibi sadece hıza hayranlık duyarak, onu, vaadettiği bütün yararlardan tecrit edip kendi içinde yorumlamakla yetiniyorlar. Oysaki sürat, sürat olarak sırf bir fizîkî hadisedir; gaye ve hedefleri düşünülmeden ele alındığında da ne terakki ve medeniyetin esası, ne de insanî değerlere götüren bir vesiledir. İnsanoğlu kendi ayaklarıyla yürüdüğü ya da atının, devesinin sırtında yol aldığı dönemlerde mesut ve medenî olabilmiştir. Aksine, bazı zamanlar itibariyle de o, dünya kadar maddî ve teknik imkânlara rağmen, kan görmüş, kanlı kâbuslar yaşamış, bilhassa günümüzde olduğu gibi, kan kusmuş ve kanlı delilerin elinde ölürken bile insanca ölememiştir.
Sürat, hiçbir zaman insanoğlunun en birinci ihtiyacı olmadı. İnsanlar onu, aradıkları şeylere ulaşmak için istediler. İnsan-oğlunun mutlak mânâda sürat aradığını veya sürat karşısında olduğunu vehmedenler, gelişen seyr u sefer vasıtalarına veya modern muhâbere, muvâsala imkânlarına taraftar olma, ya da aleyhinde bulunma gibi tuhaflıklara girdiler. Bu insanlar arasında, sürati ve onun elemanlarını göklere çıkarıp putlaştıranlar, teknolojik gelişmeleri takdis ederek onları her şey sayanlar olduğu gibi, hedefsiz, gayesiz bir süratin abesiyetini, modern imkânlara düşmanlık şeklinde ifade edenler de oldu. Aslında, her iki zümre de, sürate takılıp kalıyor ve onu mücerred olarak yorumluyorlardı.
Sürat, gayesini aşmamalı, hep onun gerisinde kalmalıdır. Evet sürat, insanı, insanî hedeflere yönlendirici olduğu, bu hedefleri gerçekleştirebildiği, beraberinde huzur ve mutluluk da getirdiği, hasretleri dindirip hicranları sona erdirdiği, vakit fevt-etmeden her arızanın üzerine yürüyüp dünyadaki umûmî âhenge ve devletlerarası muvâzeneye hizmet ettiği, dünyevî-uhrevî problemlerin çözümüne katkıda bulunduğu, ilmî araştırma ve ilmî tespitleri hızlandırdığı ölçüde mübeccel ve mukaddes ise de, bunlardan tecrit edilip tek başına kaldığı zaman, bizim için mânâsız bir kuruntudan farkı yoktur.
Gaye ve hedefle alâkalı böyle bir düşünce tarzı, aynı zamanda bizimle başkaları arasındaki farkı da göstererek, sürati bir fantezi olmaktan çıkarıp yüksek bir mefkûre hâline getirir ve ideal ruhların sabah-akşam heceleyip durdukları engin bir muhtevâya ulaştırır.
Sızıntı, Ağustos 1994, Cilt 16, Sayı 187
- tarihinde hazırlandı.