Değişen Dünyanın Dinamikleri
İnsanoğlu var olduğu günden bu yana hep bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamaktadır. Yerinde istihâle ve tekâmül de diyebileceğimiz bu değişim ve dönüşüm değişik dönemler itibariyle, o dönemin hususiyetleri açısından bazı farklılıklar arzetse de, temelde, ayniyete yakın tam bir misliyet içinde, hem de fâsılasız devam edegelmiştir.. bir kısım teferruat farklılığıyla hâlâ devam etmektedir.. bundan sonra da kesintisiz devam edeceğe benzer.
Bu itibarla da geleceğin; vadettikleri, zaruretleri ve kendine has kuralları bizi, belli noktalara zorlayıp, belli hususlara yönlendirip; mukavemet edilmez, karşı durulmaz, söz dinletilmez sürpriz hadiselerin şaşkınlığına düşürmeden; düşürüp sendeletmeden, sersemleştirmeden kendimiz olarak yerimizi almamız lazımdır ki, zamanın dişleri ve hadiselerin insafsız dişlileri arasında kalıp ezilmeyelim.. ezilmeyelim ve gönüllerimiz imanla dopdolu, gözlerimiz de ümitle pırıl pırıl, takılıp yollarda kalmadan hep istikbâle yürüyelim.. evet yürüyelim ki, mevcûdiyet ve bekâmız adına karşı koymaya çalıştığımız bugünkü olumsuz istihâleleri unutturacak daha büyük değişim ve dönüşüm dalgalarına kapılıp çer-çöp gibi şuraya-buraya sürüklenmeyelim. Aslında, o dalgalar, bütün dehşetiyle yerlerinden kopup dünyanın üzerine yürümeye başladılar bile...
Evet, ahlâkta bencillik, iktisatta ferdiyetçilik, toplum fertleri arasındaki münasebetlerde ırkçılık, her türlü faaliyette faydacılık esasları üzerine bina edilmiş bir dünyanın geleceği adına iyimser olmak hayli zor olsa gerek.. zira böyle bir dünyada kuvvet ve kuvvetli mütecâviz.. insanlar egoist.. madde tapılan bir nesne.. altın, gümüş, petrol aldatan buzağı.. bu melun sistemin dümenindekiler birer Sâmirî ve bu düzende servet sahipleri de birer Kârûn'dur. Doğrusu, böyle bir sistemin dişleri arasında kalıp ezilenlerin geleceğe yürümesi çok zor, hattâ imkânsızdır.
İnsanlık olarak yakın geçmişimiz itibariyle görüp-bildiğimiz ve hususiyle de, şimdilerde daha bir net müşâhede ettiğimiz odur ki; Allah'ı unutup maddeye, kuvvete, şehvete, ırka ve çıkara tapan bu dünya bir ölüm sath-ı mâiline yuvarlanmakta ve bir kıyâmete sürüklenmektedir. Eğer gelecek adına tek tesellimiz yeryüzü mirasçıları, kaynağı mehâfet, mehâbet ve muhabbet yeni bir ahlâk nizâmı, iktisat anlayışı, sermaye telâkkisi, emek felsefesi, iffet aşkı ve sorumluluk rûhu ortaya koyarak insanlığın, kendini bir kere daha yorumlamasına imkân hazırlamazlarsa, cihan harplerini unutturacak ölçüde yeni felâketler yaşamamız kaçınılmaz olacaktır.
Bazıları, böyle bir projeyi gerçekleştirmeye gücümüzün yetmeyeceği mülâhazasıyla, bu konudaki her tasarıyı bir hayâl ve her teşebbüsü de abesle iştigal sayabilir. Ancak, bugüne kadar gerçekleştirilen işler düşünüldüğünde, bunların hiç de yapılması plânlanan şeylerden geri olmadıkları görülecektir. Evet, dönüp az gerilere bakabilirsek, son yarım asır itibariyle, santim santim de olsa, milletçe tırmanılan zirvelerin ne kadar yüksek olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.. çıkacaktır ama, gel gör ki, ümitsizlikten tereddüde, tereddütten ümitsizliğe yuvarlanıp duran ve düşünce hayatında bir türlü istikamet ve kararlılığa ulaşamayan bir kısım karamsar ruhlar, bunu hiçbir zaman görüp kabullenemeyecek ve son birkaç asırlık şaşkınlıklarından kurtulamayacaklardır.
Bugün toplumumuz, hemen her kesimiyle âdeta bir seferberlik yaşıyor.. evet, dünya ile hesaplaşma yolunda belirlenen veya idealize edilen hedeflere ulaşabilmek için büyük çoğunluk kan-ter içinde ve harıl harıl.. öyle ki artık o, ideallerine göre değersiz kabul ettiği gündelik hayatın muvakkat lezzet ve keyifleri yerine, ebedî lezzetlere yöneliyor.. milletçe ebed-müddet var olma uğrunda rahatı bırakıp zahmete talip oluyor; lezzeti atıp elemi alıyor ve sürekli ebed" kıymetlere doğru yürüyor; sırlı, temkinli, kan kusa kusa ve yol-yön değiştirmeden...
Bütün tarih boyunca var olma mücadelesi vermiş; dahası, her zaman devletlerarası muvâzenede önemli misyonlar eda etmiş, hattâ çağlar açmış-kapamış bir milletin ahfâdı olarak bizler, insanlık çapında pek çok istihâle ve tekâmüle imza atmış olmanın onurunu taşıyor ve bundan sonraki değişim ve dönüşümlerin sırlı anahtarları sayılan cehd, gayret, temkin, vefâ gibi, bu milletin ruh enginliklerinde her zaman müşâhede ettiğimiz değerlerin ne ifade ettiğinin de farkındayız. Geçmişte olduğu gibi bugünkü nesillerin de, kendi arzu ve isteklerinden fedâkârlıkta bulunarak, maddi-mânevi füyûzât hislerinden vazgeçip, yaşamaktansa yaşatmayı tercih edeceklerine inanıyoruz.
Zaten, bir dönemde bizdeki gelişmeler, daha sonra Batıdaki Rönesans hareketi, sanâyi inkılâbı ve teknolojik başarılar da, hep bu hummâlı istek, şuurlu gayret ve engin vefânın bağrında doğup gelişmemiş midir? Mücadele etmek ve mefkûresi uğrunda ölmekten ancak beden ve cismâniyetin kulları, miskin ve mendebur olan ruhlar kaçar.. yüksek gâye-i hayallere dilbeste olmuş seviyeli gönüller için, hedefin mânâsını kucakladıktan sonra, zahmet, meşakkat ve ölümün ne önemi olur ki..?
Yakın geçmişimiz itibariyle bu ülkede yeniden, bir diriliş hummâsı yaşanmaya başladı. Hem de topyekün dünyaya bazı şeyler vadetme çizgisinde bir diriliş hummâsı. Bu, bir baştan bir başa bütün âlemde hâkimiyet kurma sevdası olmasa da, yeniden şekillenme süreci yaşayan bir dünyaya, kendi kültür zenginliğimiz ve medeniyet telâkkimizden katkıda bulunma mânâsına bir vaat ve bir açılmadır. Bu sayede gelecek, bizim hesabımıza daha mûnis, daha yumuşak ve daha bilinir ve tanınır hâle gelecektir. Aksine, içinde olmadığımız ve yapılanmasında katkıda bulunmadığımız bir âlem, bize hep yabancılığını hissettirecek ve bir üvey ana gibi, bağrına basarken dahi vefâsının ölçüsünü ortaya koyacak, belki de öpüp kokladığı aynı anda çimdiklemeyi de ihmal etmeyecektir.
Sızıntı, Mart 1996, Cilt 18, Sayı 206
- tarihinde hazırlandı.