Hizmet eden insanların amansız düşmanı: Şeytan
Soru: Şeytanın herkese kendi sıkletine göre musallat olmasından bahsediliyor. Bu hususu nasıl anlamalıyız?
Şeytan, bir parça dahi olsun iyilik düşünmeyen, tamamen fesada kilitlenmiş ve kötülük duygularıyla dopdolu bir varlıktır. Cenâb-ı Hakk’a başkaldırdığı andan itibaren o, insanın en büyük düşmanı olmuştur. Şeytanın bu hâlini anlama adına –her ne kadar insan bütün bütün şeytan gibi olmasa da– fitili çekilmiş bir bomba gibi patlamaya hazır bir insanı düşünebilirsiniz. Bazen çevrenizde bu tür insanları görürsünüz. Böyle bir kişinin arzu ettiği şeyler olmayınca ne yapacağı belli olmaz. Meselâ yemek masasının üzerindeki örtüyü çekerek çatal, kaşık, tabak, bardak ne varsa hepsini yere serer; önündeki sandalyeye bir tekme atar; gözü duvardaki levhalara ilişecek olsa, onları da kaldırıp yere çalar. Hatta o esnada ona hilm u silmden bahsedecek olsanız bir yumruk da size vurabilir. Çünkü onun hafakanları beynine vurmuştur. Böyle bir öfke muvakkat bir cinnettir ve bu cinnetin akıbeti de felaket üstüne felakettir.
Şeytan ise insana karşı, sadece öfkeyle değil, haset, hazımsızlık, kin, nefret gibi bütün mesâvi-i ahlâkla dopdolu bir varlıktır. O, insana karşı öyle bir hınçla dopdoludur ki, Hz. Âdem’in bütün evlatlarını yoldan çıkarsa yine de hıncını tam alamaz. Nitekim Hz. Âdem’in yaratılmasıyla birlikte ona karşı olan hazımsızlık ve kıskançlığını açıkça ortaya koymuştur.
فَبِعِزَّتِكَ لَأُغْوِيَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ
ifadeleriyle o, inanmadığı, başkaldırdığı ve karşı çıktığı Allah’a karşı, “Senin izzet ve ululuğuna yemin ediyorum ki, onların hepsini baştan çıkaracağım.” (Sâd sûresi, 38/82) der küstahça. Başka bir âyet-i kerimede buyurulduğu üzere; “Kâh önlerinden, kâh arkalarından, kâh sağlarından, kâh sollarından, onlara yaklaşacağım.” (A’raf Sûresi, 7/17) diyerek nefret ve düşmanlığını ilan eder. Bu ifadelerinden onun, insanı farklı yollarla kandırmak istediği, kimisini bohemlikle, kimisini okşayıp pohpohlayarak, kimisini istikbali bir mezar-ı ekber şeklinde kara göstermekle, kimisini de açıktan açığa küfrünü ortaya koydurmak suretiyle vurmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bundan dolayıdır ki, Resûl-i Ekrem Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) sabah-akşam yaptığı dualarında bu cihetlerden gelebilecek tehlikelere karşı şu ifadeleriyle Cenab-ı Hakk’a sığınıyordu:
اَللّٰهُمَّ احْفَظْنِي مِنْ بَيْنِ يَدَيَّ وَمِنْ خَلْفِي وَعَنْ يَمِينِي وَعَنْ شِمَالِي وَمِنْ فَوْقِي وَأَعُوذُ بِعَظَمَتِكَ أَنْ أُغْتـَـالَ مِنْ تَحْتِي
“Allah’ım, önümden, arkamdan, sağımdan, solumdan ve üstümden (gelecek bütün tehlikelerden) beni koru. (Yere batırılmak suretiyle) ayağımın altından helâk edilmekten de Senin azametine sığınırım.” (Ebu Davud, Edeb 110)
İşte şeytan bu ölçüde düşmanlık beslediği insan nevine karşı en büyük zararı verebilmek için, öncelikle insanlara en faydalı olan şahısları hedef alır ve onlara hücum eder. Bu açıdan bakınca, mâric nârdan (hâlis ateşten) yaratılmış şeytan gibi bir habisin, Hz. Âdem gibi “Safiyullah” ve “Müstefeyne’l-ahyar”dan olan bir Zât’a düşmanlık beslemesi insana neredeyse mâkul gibi görünüyor. Evet, şeytanın büyük zatlara karşı ortaya koyduğu düşmanlık diğerlerinden çok daha büyüktür. Onun Hz. Musa veya Hz. Harun’a olan düşmanlığı, Samiri’ye ya da Karun’a düşman olmasından çok daha farklıdır. Kısaca kim Allah’a daha yakınsa ve Allah adına hayırlı işler yapıyorsa hiç şüphesiz şeytan onun amansız bir düşmanıdır.
Şeytanın gemi ve başıboş insanlar
Hanefi fıkhına dair kitabı da bulunan Ebu’l-Leys es-Semerkandî Hazretleri’nin rekaikle alakalı Tembihü’l-Gâfilîn isminde bir eseri vardır. Bu eseri 15-16 yaşlarındayken Korucuk köyünün halkına, yarım yamalak Arapçamla bir ders gibi takrir etmiştim. Bu eserin ilk bahsi ihlâsla ilgilidir. Daha sonra Cennet ve Cehennem’le ilgili bahisler gelir. Ardından rekaikle alakalı daha başka mevzuları ele aldıktan sonra, hazret, kitabın son bahsinde şeytanla Efendimiz’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) karşılaşmasını anlatır. Muteber hadis kitaplarında böyle bir vak’a anlatılmasa da, Ebu’l-Leys es-Semerkandî gibi önemli bir zatın böyle bir hâdiseden bahsetmesi, vereceği mesaj açısından kanaatimce önem arz eder. İşte o bahiste, konumuz açısından şöyle önemli bir husus yer alır. Peygamber Efendimiz (aleyhissalâtü vesselâm) “Senin en büyük hasmın kimdir?” diye şeytana sorduğunda, şeytan hiç tereddüt etmeksizin “Sen” der. Bir yönüyle karanlığın tanrısı olduğunu iddia eden o melun, bir hamlede insanlığı kurtaran, bir nefhada kayserleri, kisraları yere seren ve insanların kapkaranlık dünyalarını aydınlatan O Masum’a düşman olmayacak da ya kime düşman olacak!
Bu açıdan derecesine göre Allah’ın dinine sahip çıkan ve onu kıvamında temsil eden insanlar, şeytanın en baş hasımlarıdır. Konuyla ilgili olarak Hz. Pîr de: “Şeytanlar bu hizmetin hadimleriyle çok uğraşırlar.” diyor. Yani kim gönülden dine kendisini vermişse, kim o işin tiryakisi ve bağımlısı hâline gelmişse şeytan en çok onunla uğraşacaktır.
Mevzuu tenvir için, aklıma gelen bir menkıbeyi arz edeyim: Ehl-i dünya veya bînamaz bir insan camiin bahçesinden geçiyormuş. O esnada elinde bir sürü gem olan birisini görmüş. Yanına sokularak kim olduğunu sormuş. O da, “Ben şeytanım!” diye cevap vermiş. Bu sefer elindeki gemlerin ne işe yaradığını sormuş. Bunun üzerine şeytan: “Şu camide gönlünü Allah’a vermiş âbid insanlar var. Dışarıya çıktıklarında, onları o atmosferden uzaklaştırıp kendi peşimden sürüklemek için bu gemleri elimde tutuyorum.” demiş. Adam kendisi için de bir gemin olup olmadığını merak etmiş ve şeytana: “Benim gemim hangisi?” diye sormuş. Şeytan: “Senin için geme lüzum yok ki, sen zaten küçük bir işaretle arkamdan koştura koştura geliyorsun!” demiş.
Bu açıdan kim gönlünü Allah’a vermiş, kim dinini ihyaya azmetmiş ve kim hayatını hizmete vakfetmişse şeytan mesaisini daha çok onunla uğraşmaya harcayacaktır. Şeytan, Alvar İmamı’nın ifadesiyle, orucu demhanede, iftarı meyhanede, bayramı puthanede olan zavallı insanlarla niye uğraşsın ki! Böyle yapmakla enerjisini kendi adına boşa harcamış olur. Hâlbuki şeytan profesyonel bir müfsit, bir müzeyyin ve bir müsevvildir.
Şeytan ve yuva
Evet, şeytan herkese sıkletine göre musallat olur. O, öncelikle gözünün içine bakılan, bir toplum, bir heyet için bir mânâ ifade eden, belli bir konumu olan insanlarla uğraşır. Evvela başa güreşir ve o kemeri kapmaya çalışır. Maksadına ulaşınca da sevinir. Çünkü onun sevinci, kötülük ve fenalıkların yeryüzüne yayılmasındadır. Meseleye ışık tutacak bir hadis-i şeriflerinde Efendimiz (aleyhi ekmelüttehâyâ) şöyle buyurur: “İblis tahtını su üzerine kurar. Sonra yapacakları kötülükleri yapmak üzere avanesini sağa sola gönderir. (Bunlardan kimisi insana faiz yedirtir, kimisi göze hükmederek harama baktırır, bohemlik duygularını tetikleyerek onu şehevanî hisleri arkasında koşturur; kimisi de ağza hükmederek yalan söyletir, gıybet ettirir veya iftiraya sevk eder. Belki de onlardan her birisi kabiliyet ve o mevzudaki mümaresesine göre günah adına yapacağını yapar.) Makam ve mevkice ona en yakın olan, fitnenin en büyüğünü yapandır. Hepsi yaptıklarını anlatmak üzere İblis’in huzuruna gelir ve içlerinden birisi: ‘Ben şunu, şunu yaptım.’ der. Ancak İblis, ona hiç de iltifat etmez. Sonra bir başkası gelir (burada günümüzde çok yaygın olan bir hâdiseye işaret vardır) ve ‘Falan adamı, karısından boşayıncaya kadar peşini bırakmadım.’ der. İblis bundan o kadar memnun olur ki, hemen onu yanına çağırır ve ‘Sen ne kadar şirinsin!’ diyerek iltifat eder.” (Müslim, münafıkûn 67; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 3/314) Şeytan niçin bu ölçüde sevinmiş ve bu kötülüğü yapan çırağına niye böyle bir iltifatta bulunmuştur? Çünkü yuva toplumun molekülüdür. Çözülme orada başlar. Orada bozulan bir şeyi toplumda tashih etmeye sizin gücünüz yetmez.
Bütün bunlara bakıldığında, şeytanın yapacağı kötülükleri kendince önem sırasına göre sıraladığını görüyoruz. Bu stratejiye göre o, öncelikle baştakileri, ağır sıklet insanları yere sermeye çalışır. Onları yere serdiğinde destede (yağlı güreşte pehlivanların ayrıldığı beş dereceden en küçüğü) güreşenlerin birer çelmelik hâli var demektir. Zaten onların bir kısmı bir işaretle onun arkasından koşup gideceklerdir. Bu açıdan şeytan, başta enbiya-i izâma sonra da, asfiya-i kiram, evliya-i fihâm ve müctehidin-i izam efendilerimize musallat olacaktır. Kendilerini i’lâ-yı kelimetullaha adamış insanlar da onun öncelikle musallat olacağı kişilerdendir. O, dini i’lâ etmeye adanmış bu işin tiryakilerini boş bırakmayacak ve onların başlarını döndürme, bakışlarını bulandırma ve onları mâlâyâniyata sevk etme istikametinde koşturup duracaktır.
Hücuma uğrayan tarihî şahsiyetler
Tıpkı şeytanlar gibi, insanlar arasında onların çırakları olan fesada açık ruhlar da, vefat edip gitmiş olsa dahi, en çok, Allah dostlarına saldırırlar. Meselâ bakıyorsunuz ömrünü at üstünde geçirmiş ve cephede ruhunun ufkuna yürümüş Kanunî gibi büyük bir kâmete saldırıyorlar. Hangi kaynağa dayanarak onun içki içtiğini söylüyorlar, hangi kaynağa dayanarak ona bohemlik isnadında bulunuyorlar, bilemiyor ve “tevbeler tevbesi” diyoruz. Merhum Mağripli büyük filozof Malik b. Nebi diyor ki: “Eğer İslâm dünyasının şimalinde Türk toplumu olmasaydı, bugün İslâm dünyası da olmazdı. Türkler olmasaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık da kalmazdı.”
O büyük şahsiyet hakkında ileri geri konuşanlar bilmiyorlar ki, o, yarım asır koskocaman bir coğrafyada insanların mutluluk ve huzur içinde yaşamalarını temin etmiş, emniyet ve asayişin bekçiliğini yapmıştır. Günümüzde olduğu gibi fesat, terör ve şekavet o gün de vardı. Hem de etrafı çepeçevre sarmıştı. Ancak o insanlar, rahatlarını terk etmiş, tehlikelere karşı göğüslerini germiş ve bütün bu problemlerin üstesinden gelmişlerdi. Ben şu dar dairede gelip bana toslayan gaileler karşısında, Kanuni ve Yavuz’un başına gelenleri düşünüyor ve biraz olsun o büyük şahsiyetlerin hâlini tahmin etmeye çalışıyorum. Zannediyorum benim ömür boyu başıma gelen sıkıntıları onlar bir gecede yaşıyorlardı.
Evet, biz onların bir günde çektikleri sıkıntıyı ömür boyu çekmiyoruz. Bazı şeyleri anlatmak dile kolay geliyor, ancak çekilen o sıkıntılar bizim başımıza gelseydi zannediyorum altında kalır ezilirdik.
Onların bu hususiyetinden olsa gerek, onlar daha dünyaya gelmeden evvel bazı ehlullah Osmanlı Devleti’ni nazara vermiş ve Raşit Halifelerden sonra onları zikretmiştir. Ama neylersiniz ki, onlardaki bu enginlik, derinlik, hasbîlik ve ihlâsı görememiş, ecdadından bîhaber tâli’sizler, o büyük insanları farklı kalıplar içinde sunuyor, yalan yanlış isnatlarla zihinleri bulandırıyor ve böylece büyük bir zulüm ve haksızlık yapıyorlar. Rabbim, hak ve hakikate gözlerimizi açsın ve böyle azim bir zulüm ve haksızlığı irtikâp etmekten hepimizi muhafaza buyursun!
- tarihinde hazırlandı.