Dış Dünyada ve Kendi İçimizde Küçük Bir Seyahat
Kâinatta büyük-küçük her varlık öyle hassas bir mizan ve baş döndürücü bir denge ile mevcudiyetini devam ettirmektedir ki, her şeyin yüzündeki hikmet, maslahat ve âhenk ibrişimlerinden müteşekkil bu genel vaziyeti görüp de Yaratıcıyı düşünmemek, düşünüp de "Allah" dememek mümkün değildir. Bu konuda, şurada-burada bir şeyler aramayı bırakarak, sadece kendi bünyemize bakmamız bile yeterlidir. Şöyle ki: Vücudumuzun bütün faaliyetleri, çok hassas ve birbirine bağlı hormon ve sinir mekanizmalarıyla ayarlanmış ve âhenkle işleyen harika bir sistem arz etmektedir. Bütün organ, doku ve hücreler, kendilerine düşen vazifeyi hiç aksatmadan, apaçık bir gâye ve maslahat istikametinde ve vücudun yapısına, umumi düzenine, hatta herhangi bir yerindeki işleyişe en ufak bir zarar vermeyecek bir âhenk ve mükemmellik içinde sürdürmektedirler. Basit bir saat dahi sanatkârsız düşünülemeyeceğine göre, bir saatten milyonlarca defa daha kompleks insan vücudundaki hayatî faaliyetlerin zembereğini, çarklarını, en uygun şekilde kurup-ayarlayan, faaliyet ve netice arasındaki münasebetleri görüp-gözeten birinin bulunmayacağını düşünmek, düşünmeye karşı en büyük saygısızlık olsa gerek.
Hele canlılardaki hassasiyet, onların duyu organlarındaki mükemmeliyet ve her canlının kendine en uygun organ ve duygularla donatılmış olması, her şeyin arkasında her şeyi bilen kusursuz bir ilme, bu ilim çerçevesinde mükemmel bir planlamaya ve bu planı kusursuz uygulayan bir kudrete verilmezse, başka neyle izah edilebilir ki?
Bu konuyu tenvir için sadece bir-iki hususa işaret edip geçelim: "Balık yemeğe uygun şekilde bir gaga ve ağızla teçhiz edilmiş olan pelikan kuşuna, suda yüzebilmesi için lüzumlu olan perdeli ayaklar takılmasaydı, bu zavallı yaratık ne yapardı acaba?" Rica ederim, bu kuşcağız, düşündü-taşındı ve kendi kendine bu gaga ve perdeli ayakları geliştirdi mi diyeceğiz? Midesini ve beslenme sistemini kendi kendine değiştirip, mevcut hale getirdiğini mi söyleyeceğiz? Yoksa bunu, ne o kuşu, ne onun ihtiyaçlarını, ne balığı, ne de suyu tanımayan maddeye, tabiata mı vereceğiz? Yoksa, kâinatın tamamının ve en küçüğünden en büyüğüne bütün varlıkların yapılarının ve hayatlarının var olmadığını, var olamayacağını açıkça ortaya koyduğu tesadüf rüzgârlarına mı bu işi havale edeceğiz? Veya, neticede, tabiata, maddeye ve tesadüflere dayanan evrimle mi meseleyi çözdüğümüzü iddia edeceğiz? Aman Allah'ım, bunlar, ne dayanaksız iddialar! İstirham ederim, milyonlarca canlının ayrı ayrı beslenme, üreme, korunma, avlanma vs. davranışlarını bilerek ve şaşırmayarak, en uygun şekilde, mükemmel bir ölçü ve karakterde, tıpkı bir terzi gibi, onların deriden elbiselerini diken ve onları bu deri elbiselere en uygun yapılarla donatan şuursuz madde veya maddî kanunları kabul etmek, akıl gibi bir nimete en büyük bir saygısızlık ve nankörlük değildir de nedir?
Bitkiler âlemi de o harikulade canlılığı, âhengi, sihri ve sebepler üstü keyfiyetiyle "nizam" der ve her şeyi kucaklayan bir gizli ilimden, bir sonsuz kudretten sırlı mesajlar sunar. Bu âlemde, en önemsiz, en değersiz gibi görünen nesnelerden yola çıkarak bir fikrî seyahat gerçekleştirebilsek, kim bilir neler görür ve nelere şahit oluruz! Sadece, çürümüş maddeler üzerinde yaşayan ve bazı türleri itibarıyla hayat kurtarıcı iksir vazifesini de gören küf mantarları bile, hisseden kalblere, düşünen kafalara, kâinatta san'atla, iktisatla, hikmetle, ilimle icraatta bulunan bir Hakîm-i Mutlak'tan neler ve neler fısıldamaktadırlar!
Bırakın bunları, tozlaşmanın ve aerodinamiğin sırlı dünyasında küçük bir gezinti bile insanı hayretten hayrete sürükleyecek mahiyettedir. Çam kozalağının hikmet ve sanat lisanı tam dinlenebilse, polenlerin yumurta hücresi ile tozlaşmasının sırlı dünyasına girilebilse, rüzgârla bitkiler arasındaki esrarengiz diyalog sezilebilse, kim bilir gördüğümüz şu aynı âlem içinde ne büyülü tablolarla karşılaşacak, ne sehhâr (büyüleyici) sesler duyacağız! Yüce Yaratıcı, her bir reçineli bitki nev'inin kozalaklarını farklı şekilde yaratmıştır. Farklı her bir kozalak şekli, kendine has hava akımı desenleri üretmektedir. Böyle bir hava akımı sayesinde kendi nev'inin polenleri daha iyi taşınıp, daha kolay bir şekilde yumurta ile temasa geçebilmektedir. Her çam türüne has hava akımı desenlerinin oluşmasında kozalağın çapı, uzunluğu, polenlerin sayısı, şekli her bir polenin eksenle yaptığı açı ve rüzgârın hızı tek tek tesir icra etmektedir. Sebebi henüz keşfedilememiş olan bir mekanizma ile her bir çam nev'i, havada kendi kozalaklarıyla kendi polenlerini filtre eder. Bu filtre hem uygun olan polenleri havada süzer, hem de yumurtaya zarar veren mantar sporlarının da yumurtaya ulaşmasına engel olur.
İsterseniz, bir küçük seyahat da, günümüzde çok hasta, alîl ve yatağa düşmüş sayılsalar bile, "şehirlerin akciğeri" kabul edilen ormanlarda gerçekleştirelim; gerçekleştirip de, ağaçlar ve insanlar arasındaki dayanışmayı, husûsiyle tropik ormanların biyolojik zenginliğini, birçok bitki ve hayvan türünün büyüleyici bir sıcaklık içindeki münasebetlerini ve bu münasebetlerin baş döndürücü bir âhenk içindeki cereyanını görelim.
Tropik ormanlarda birbirine girmiş bin türlü hayatî faaliyetin arz ettiği görünüşteki karışıklığa rağmen, öylesine âhenkli bir düzen vardır ki, uyanık gönüller onu bir şiir gibi duyar ve bir mûsikî gibi dinlerler. Yüce Yaratıcı'nın sanatlarındaki mükemmelliğin tüllendiği tropik ormanlarda en küçük bir madde dahi israf edilmemekte, ömür sürelerini tamamlayan her varlık, diğer vazifeliler tarafından, az bir zaman sonra yeniden işlenerek ormanlara yararlı hale getirilmektedir. Milyonlarca seneden beri devam edegelen bu âhenge, bu mükemmel iş bölümüne, bitki ve hayvan gibi farklı yaratılıştaki canlılar arasında gerçekleştirilen bu müthiş yardımlaşma zincirine, zannediyorum gelecekte bile insanoğlu zor yetişecektir.
Hayvanlar âlemine gelince: Bu âlemde akıl, şuur ve irade ile dahi izah edilemeyecek kadar harika hâdiselerin arkasındaki meyelânın asıl kaynağının, bütün varlığı kucaklayan bir ilim ve iradenin olduğu, yoksa, bu harika hâdiseleri "içgüdü" gibi mahiyeti anlaşılmayan bir kavramla izaha kalkışmanın kendi kendimizi avutmadan öte gitmeyeceği ortadadır. Hayvanların kendi hayat tarzlarına göre ve en uygun şekilde anatomik yapıyla donatılmış olmaları, meselâ ağaçkakanların gagalarının dibindeki şok söndürücü süngerimsi dokunun varlığı; arılar, karıncalar ve termitler gibi mini canlıların iç düzenlerinden ekonomik sistemlerine, haberleşme ağlarından yön tayinlerine, yardımlaşma esaslarından hiyerarşik yapılarına, otlar ve ağaçlarla müşterek hayatlarından gıdalarını teminde gösterdikleri harikulade başarılarına kadar fevkalâde bir mükemmeliyette yaratılmış bulunmaları; insanoğlunun pek çok sahadaki teknolojik başarılarına modellik yapan kuşlar, örümcekler ve çekirgelerin her biri kendi sahasında ayrı bir donanımla model olarak insanlığın istifadesine sunulmaları; bilhassa, çeşit çeşit uçuş yöntemleriyle kuşların, bunca teknolojik başarıya rağmen hâlâ modern havacılığın çok önünde olması; kuş ve böcek nağmelerinin, ritim ve düzen itibarıyla âdeta birer mûsıkî faslı teşkil etmelerinin yanında, birer şifre ve haberleşme vazifesi görmeleri; elsiz-ayaksız yılanların beslenme ve avlanma için sahip oldukları hususiyetler; kurbağaların, kendilerini ve nesillerini koruyup devam ettirmek için haiz oldukları mazhariyetler; denizlerin sırlı dünyasının sevimli canlıları mercanların büyüleyici kolonileri, akreplerin çok hassas cihazları ve varlıklarını devam ettirmedeki davranış kalıpları ve daha pek çok vak'a, evrimi de, evrimcileri de, inanmaya nefisleri elvermese bile, en azından köşelerine çekilip susmaya mecbur bırakacak birer harikadır.
Seyahatimizi, hastalık, sağlık, ilaç, tedavi ve vücudumuzun muafiyet sistemi ve mikroplar dünyasında da sürdürebiliriz. Aslında bizim "mikrop" deyip antibiyotik ve benzeri ilaçlarla mücadele ettiğimiz o küçük varlıklar bile, insan ve diğer canlıların yararına ve bir muvazene için yaratılmışlardır. Evet, gözümüzle göremeyeceğimiz kadar küçük bu mikroskobik canlılar, insanoğlunun hizmetinde koşturulmaktadır. Ne var ki, yerinde çok faydalı olan bu mini yaratıklar, bizim hazırladığımız kötü vasatlar itibarıyla zararlı da olabilmektedirler. Vücudumuzun en kompleks ve sırlı bir mekanizması olarak kabul edilen "muafiyet sistemi"nin hastalıklara karşı nasıl uyanık davrandığını, nasıl bir erkan-ı harp gibi zamanında ve yerinde harekete geçtiğini, çeşit çeşit mikroplarla ve bilhassa kanser hücreleriyle nasıl savaştığını; hele bu sistemin, gelecekte bilinmeyen yanları da ortaya çıkarılacak olursa, şimdilerde çaresiz gibi görünen pek çok hastalığın –Allah'ın izniyle– bir gün mutlaka iyi edileceğini düşünüyor ve ümitlerimizin heyecan haline gelip köpürdüğünü hissediyoruz. Evet vücudumuz, kanser hücrelerine karşı bir dereceye kadar başarılı bir mücadele vermesine rağmen, umumiyetle mevcut müdafaa mekanizması tek başına kifayet etmemekte, dolayısıyla da son derece riskli olan kanser tedavi yolları denenmektedir. Ümit ediyoruz ki, ileride bir kısım antikorların üretilmesiyle kanser tedavisinde de daha başarılı olunacak; radyoaktif madde ve izotoplar kullanılmadığı için hastalar daha az zarar görecek ve bir gün gelecek, insanlığın bu korkulu rüyası olan kanser dahi aşılabilecektir.
Bütün bu apaçık gerçeklere rağmen, mesleklerinin temelinde gürültü ve diyalektik, sistemlerinin esasında Allah'ı inkâr davası mühim bir yer işgal eden materyalist düşünce, maddenin dışında hiçbir şeye hayat hakkı tanımama peşin hükümlülüğü içinde ve tamamen dogmatist bir mahiyet arz etmektedir. Yüce Yaratıcı'nın varlığını "ceffelkalem" inkâr edip geçtiğinden, bir baştan bir başa bütün kâinattaki âhenk ve nizâmı, iç içe tabiat tablolarındaki güzellik ve ihtişamı, ruh ve hayat gibi oldukça karmaşık ve mutlaka izah bekleyen meseleleri alabildiğine müphem, silik, kaypak ve karanlık mânâlar ifade eden (kuvvet, madde, tabiat) gibi kelimelerle izah etmeye çalışmış; kuvvet ve maddenin tecellisindeki hikmet ve maslahatları olsun sürekli görmezlikten gelmiştir. Bu itibarla da, her biri başlı başına bir harika olan bütün yeryüzü sergilerindeki sanat eserlerini, bütün semalardaki nizam ve güzellikleri, yaptığı şeylerin hepsini birden gören, bilen ve ona göre idare eden bir Zât'a vereceğine, cansız, şuursuz maddeye atfetmek suretiyle, meslekleri aleyhine gariplerden garip en akılsızca hurafeleri irtikap etmiştir.
Bugüne kadar pek çok kimseyi aldatıp yanıltan materyalistlerin 'varoluş' ve 'hayat' nazariyeleri, bir hayli düşünür tarafından tekrar tekrar didiklenmiş, değişik yol ve usûllerle kritiğe tabi tutulmuş; neticede, ne el çabukluğuyla pozitif ilimlere karıştırıp ilim dünyasına takdim ettikleri iddialarının, ne de bin gürültü ile popülarize ederek ileriye sürdükleri hayat nazariyelerinin hiç de sanıldığı gibi sağlam olmadığı anlaşılmıştır. Günümüzde artık, bütün bir varlık; alabildiğine yüksek ve her şeyin üstünde sonsuz bir kuvvetin eseri olan bir kısım kanunlara bağlı bulunduğu; hayat ve hayata ait bütün fonksiyonların maddenin hususiyetlerinden başka bir şey olduğu apaçık ortaya çıkmıştır. Çok iyi bildiğimiz bir hususla misallendirecek olursak; her şeyin esası gibi gösterilen madde, sürekli olarak insan bedeninde değişip durduğu halde, hayat ve benliğimizin hiçbir değişikliğe uğramadan kendi orijiniyle devam etmesi, maddenin canlı mahiyetlerdeki ağırlığının derecesini göstermesi bakımından sadece bir tek vak'adır.
Aslında bugün, fennin keşfedip ortaya koyduğu bütün yeni buluş ve tespitler, materyalistlerin iddia ettiği şekilde, her yerde hâzır ve nâzır bir maddenin olmadığını; her şeyin, madde-enerji, enerji-madde periyotlarından ibaret bulunmadığını, varlığın yaratılış ve devamının, hiçbir zaman tesadüflerle izah edilemeyecek kadar komplike olduğunu göstermiş ve bugüne kadar itiraz kabul etmez bir hârika sayılan materyalist görüşün temelindeki çürüklüğü son bir kere daha ispatlamış bulunmaktadırlar.
Küremizde olduğu gibi onun dışında da hemen her yerde madde, doğrudan doğruya kendini idare ve kendi kendine hareket edemeyen âciz, kör, şuursuz, âtıl ve ölü bir şeydir. Onu meydana getiren parça ve parçacıkların da kendi kendilerine bu harika işleri yapmalarına imkân yoktur. Varlığa ermenin karanlık yollarında, hayata mazhariyetin daracık kanallarında ve kanın incecik damarlarında atomları toplayan ve zerreleri hareket ettiren Kuvvet'tir ki, ilminin engin programına göre ve sonsuz kudret ve iradesiyle her şeyi var etmekte, sonra da teker teker hepsini varoluş gâyelerine ulaştırmaktadır.
Buna binaen, kâinattaki en küçük parça ve parçacıklardan en büyük sistemlere kadar her şeyin alabildiğine bir âhenk içinde ve birbiriyle münasebettar bulunmasını, maddenin temel hususiyetiymiş gibi görüp göstermeyi aldanmışlık sayıyor, eşya ve hâdiseleri izah için daha sağlam esaslara, daha ciddî nazariyelere ihtiyaç duyulduğuna inanıyoruz.
Evet, bir tarafta harikalardan harika ilk yaratılış, diğer tarafta sistemlerin ilk günden bugüne tâbi oldukları nizâm ve bu muhteşem nizâmın korunmasıyla beraber mekânın genişlemesi, genişlerken de parçalara ayrılmaya meyilli bulunan kâinatların "galaktik" kütleler haline gelmesi; evet bütün bu birbirinden farklı ve birbirine zıt şeyleri nasıl ve ne ile izah edebiliriz? Parçalar arasındaki çekim gücü –ki, o da Yaratıcı'nın var ettiği bir kanun, bir kuvvetten ibarettir– kâinatın genişleme hızının baş döndürücülüğü karşısında ne kıymet ifâde eder? Tıpkı bir beyin gibi, birbirinden farklı, birbirine zıt pek çok fonksiyonun birden eda edildiği, pek çok hâl ve vaziyetin birden ortaya çıktığı; farklılıkların âdeta bütünlük rükünleri, zıtlıkların birlik unsuru hâline geldiği kâinat kitabını hakiki sahibine vermedikten sonra, onu, onun hususiyetlerini ve onda olup bitenleri nasıl izah edeceğiz?
İlk yaradılışa bütün bütün gözlerimizi kapayarak, canlıların ortaya çıktığı andan itibaren, her şeyi, açık, belli ve izah edilmiş gibi ele almak, ilim haysiyetine ve ilmîliğe indirilmiş bir darbe değildir de nedir?
- tarihinde hazırlandı.