Kalbim Uyumaz!..
Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in "Benim gözlerim uyusa da kalbim uyumaz!" sözünü nasıl anlamalıyız?
Hazreti Âişe validemiz, İnsanlığın İfthar Tablosu'nun (aleyhi ekmelüttehâyâ) gece ibadetini nazara verirken, bir keresinde kendisine "Yâ Rasûlallah! Vitr'i kılmadan mı uyuyorsunuz?" diye sorduğunu ve Allah Rasûlü'nün "Yâ Âişe! Şüphesiz benim gözlerim uyur, fakat kalbim uyumaz!" buyurduğunu söylemiştir.
Gece İbadeti ve Vitir Namazı
Hazreti Sâdık u Masdûk Efendimiz'in "Kalbim uyumaz" deyişine sebep olan soru (sebeb-i vürud) nazar-ı itibara alındığında, Allah Rasûlü'nün, bu sözü biraz istirahat ettikten sonra kalkıp teheccüd ve vitir namazını kılmak üzere müteyakkız bir surette yattığını ifade sadedinde söylediği anlaşılacaktır.
Bir hadis-i şerifte, "Gecenin sonunda uyanamayacağından korkan, gecenin evvelinde vitri eda etsin, sonra yatsın! Gece kalkabilen ise vitri o zaman kılsın! Çünkü gecenin âhirindeki kıyamda rahmet melekleri hazır olur." buyurulmuştur. Bir başka nebevî sözde de, "En son kıldığınız namaz vitir namazı olsun." denilmiştir. Bu itibarla, gece uyanabilecek kimselerin vitir namazını tehir etmeleri daha faziletlidir. Ayrıca, teheccüde kalkma hususunda zorlayıcı bir sâik olması için vitri sonraya bırakmak ve vâcibi eda etmek maksadıyla mecburen uyanınca birkaç rek'at nafile namaz kılmaya gayret göstermek gece ibadetini itiyad haline getirebilme yolunda mühim bir vesiledir.
İşte, Hikmetin Lisan-ı Fasîhi Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem), kalbinin her zaman uyanık olduğunu beyan edişi münasebetiyle en evvel akla gelmesi gereken hususlar; kendisi için -normal şartlarda- gece ibadetine kalkamama gibi bir endişenin söz konusu olmadığı, biraz istirahat etmek üzere gözlerini yumsa da mübarek gönlünün namaz heyecanıyla hep tetikte bulunduğu ve salât-ı vitri umumiyetle teheccüdden sonraya bıraktığıdır.
Kesintisiz Huzur ve Dâimî Yakaza
Rehber-i Ekmel Efendimiz'in (aleyhi elfü elfi salâtin ve selâm) hayatına genel olarak bakıldığında ise; "Kalbim uyumaz" beyanından, O'nun hususî donanımına, özel konumuna ve kendi seviyesine has bir maiyyete mazhar kılındığını istinbat etmek lazımdır. Evet, Cenâb-ı Hak, Hazreti Rûh-u Seyyid'il-Enâm'a öyle bir tabiat vermiştir ki, O her an, hatta gözlerini kapayıp dinlendiği zamanlarda dahi Rabbin huzurunda duruyor gibidir ve gönül ufkunda o huzurun âdâbına hep riâyet etmektedir.
Aslında, ümmet-i Muhammed'den (aleyhissalâtü vesselam) bazıları, Cenâb-ı Hak ile münasebetleri bir an kesilse mahvolacaklarına inanmış; ne zaman O'nunla irtibatlarının azıcık perdelendiğini hissetseler ve muvakkat bir bulutlanmaya maruz kalsalar neredeyse kalbleri duracakmışçasına korkmuşlardır. Bir ömür boyu, her zaman O'nu görüyor ya da en azından O'nun tarafından görülüyor olma şuuruyla yaşamışlardır. Çıraklarının dahi gafletten bu derece uzak kaldıkları hesap edilirse, Sultanlar Sultanı'nın gözlerini yumduğu zamanlarda bile asla gaflete dalmayacağı daha iyi anlaşılacaktır.
Evet, Allah Rasûlü çok farklı bir maiyyete mazhar idi ve çok farklı bir "maallah" hakikatini temsil ediyordu. Dolayısıyla O, cismanîyet itibarıyla uyurken bile gönlüyle her zaman uyanıktı. Tasavvuftaki ifadesiyle "yakaza" O'nun daîmî haliydi.
Lügat itibarıyla uyanıklık demek olan yakaza; ıstılah açısından, Hakk'ın emir ve yasakları karşısında uyanık, titiz ve duyarlı olmak; değişik makam ve mertebelerin bazı vâridlerine karşı her zaman fikrî ve ruhî istikameti muhafaza etmek, iltibaslara düşmemek ve hep basiret üzere bulunarak kulluk âdâbını korumak manalarına gelmektedir.
Gönlün yakazası ise, Hakk'ın her an, kullarının her hâline nigehbân bulunduğunun şuuruyla, his, idrak, irade ve kalb ile O'na tahsis-i nazar ederek ve hep ilahî huzurun edeplerini gözeterek yaşamaktır.
Evet, sürekli Hakk'ın dergahına müteveccih bulunmak ve "O her an beni gördüğüne göre, ben de her zaman temkinli olmalıyım" mülâhazasıyla O'ndan gelecek vâridatı beklemek müteyakkız bir kulun devamlı hâlidir ve böyle bir hak yolcusu ömür boyu Cenâb-ı Hakk'ın riayet ve inâyeti altındadır. Bu mansıbın en büyük kahramanı Hazreti Sultanu'l-müteyakkızîn, "Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz" beyanıyla işte böyle bir yakaza-i dâimîye işaret buyurmuştur.
Gönül Uyanıklığı Esastır
Ferîd-i Kevn ü Zaman Efendimiz'in (aleyhissalatü vesselam) dâimî bir yakaza içinde bulunması, mükellefiyeti açısından da O'nun tavırlarına aksetmiştir. Allah Rasûlü'nün kalbi daima uyanık bulunduğundan -sadece kendisine has bir keyfiyet olarak- uykudan kalktıktan sonra hemen namaza durduğu vâkîdir.
Hazreti İbn Abbas (radıyallahu anh) Rasûl-ü Ekrem'in yanında namaz kıldığı bir geceyi anlatırken "Namazını bitirince yana yaslandı ve uyudu. Hatta nefes alış verişleri uykuda olduğunu belli edecek şekildeydi. Bir müddet sonra Bilâl (radıyallahu anh) gelerek sabah namazı vaktini haber verdi. Bunun üzerine, Allah Rasûlü mescide çıkarak namazını kıldı; fakat abdest almadı." demiştir. Demek ki, Fahr-i Kâinât Efendimiz'in mübarek kalbi, uyku da dahil her zaman abdestinden emin olacak ve abdestinin bozulup bozulmadığını bilecek kadar hüşyardır.
Diğer taraftan, insanın uyuması ya da uyanıklığı illa gözlerinin açık ya da kapalı olmasına bağlanmamalıdır. Gözü açık olup da gönlü uyuyan bir sürü insan vardır. Gözlerinin mevcudiyetine rağmen göremeyen, kulakları olduğu halde işitemeyen ve maddî bir kalb taşısa da hakikatleri anlayamayan pek çok kimse bulunduğunu Kur'an-ı Kerim ifade etmektedir.
Aslında, hakiki görme mahalli kalbdir. Kalb gözünün açıklığı da diyebileceğimiz basîret sayesinde insan, ilâhî tecellîlerle nurlanıp Zât-ı Ulûhiyetin ünsiyeti ziyâsıyla sürmelenmiş bir idrâke sahip olur. Bu idrak ile de o, delil ve şâhide ihtiyaç duymadan eşyânın perde arkası sırlarıyla halvete erer ve aklın şaşkın şaşkın dolaştığı yerlerde gider hakikatler hakikatine ulaşır.
Bundan dolayıdır ki, sıradan insanlar açısından gaflet vakti sayılan uyku zamanı bile İnsanlığın İftihar Tablosu için metafizik dünyalara açılma rıhtımı olmuştur. Çünkü O'nun hayali hep dupduru, rüyaları da sahihti. O, gözleri kapalı olduğunda dahi basiretiyle görülmezleri görüyor, hadiseleri süzüyor ve her şeyi değerlendiriyordu. Hatta maiyyetinin derinleştiği ve tamamen dünyaya kapandığı anlar, O'nun duymasının, görmesinin, idrak etmesinin ve değerlendirmesinin en keskin olduğu zamanlar sayılırdı. Mâsivâdan tamamen alâkasını kestiği o türlü hallerde vahiy geldiği çok olurdu. Allah Rasûlü, o halde iken, inzal olunan ayetlerin tek kelimesini bile zayi etmiyor; bazen bir cüz kadar yekûn tutan âyât-ü beyyinâtı bir anda kelimesi kelimesine hafızasına yerleştiriyordu. Oysa ki, o esnada kendisine dokunulsa farkına varamayacak kadar dışa karşı kapalı oluyordu; fakat, şuuru fevkalâde uyanıktı.
Bu itibarla, Rasûl-ü Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz'in gözleri uyusa da kalbi hiç uyumazdı; belki zahirî ve cismanî ihsaslarının (dış duyu organlarının) muvakkaten işlemediği anlar olurdu, fakat, ihtisasları (havâss-ı bâtınenin, yani iç idrak latifelerinin duyuşları) her zaman faaldi.
- tarihinde hazırlandı.