Vesilelikten öte pâye vermek zulümdür
Soru: İman ve Kur’ân hizmetinde samimi fedakârlıkta bulunan âlim bir zata muhabbet nasıl olmalıdır? Bu hususta ölçümüz ne olmalıdır, izah eder misiniz?
Bu soruya tek kelimeyle cevap verecek olursak şöyle diyebiliriz: Soruda çerçevesi çizilen büyük zatlara vesilelikten öte bir pâye verilmemeli ve onlara gösterilen sevgi, Hak’tan ötürü olmalıdır. İsterseniz bunu biraz daha açalım:
Biz, Efendimiz’e (sallallâhu aleyhi ve sellem) bile vesilelik nokta-i nazarından bakarız ve O’nu –inşâallah– delice severiz. Ashab-ı kiramı da (radıyallâhu anhüm ecmaîn) Efendimiz’e hizmetlerinden ötürü bir kadirşinaslık içinde ele alıp takdir ve tebcil ederiz. Yine Allah’a (celle celâluhu) ulaştırıcı her şeye, vesileliği cihetiyle ve vesileliğin büyüklüğü kadar saygılı olur, hep hürmetli olmaya çalışırız. Bu vesilelik çoğalıp uzayabilir, hatta günümüze kadar da devam edebilir. Mesela içimizden birisi, bir zatın hidayetine vesile olduğu takdirde, o hidayete eren kimse, vesileliğinden ötürü o kimseye karşı saygı duyar, sevgi ve takdir besler. Hakk’ın hatırı için onun hatırını da âlî tutar ve ona hürmette bulunur. Ancak bu takdir hisleri, o kimseye onun çok üstünde pâyeler vermekten, vesileliğin üstünde tanımaktan daha ziyade, samimi bir sevgi içinde olmalıdır; bu iki şey kat’iyen birbirine karıştırılmamalıdır.
Bir zat düşünelim ki, bu zat Cenab-ı Hakk’ın (celle celâluhu) vesile kılması, o imkânı kendisine bahşetmesiyle pek çok insana Mesih-edâ nefesler soluklasın ve onları sahil-i selâmete çıkarmış olsun. Haddizatında Allah, onu vesile kılmıştır ve o kimse farkında olmadan Allah hesabına hareket eder ve o işleri yapar. Aslında o kimse, burada sadece bir sebeptir. Vâkıa bütün minnet ve şükran Allah’a aittir. Aslında o zat da bunu böyle bilmeli ve şöyle düşünmelidir: “Ben hiçbir şeye sahip olmayan bir insanken Cenab-ı Hak tarafından böyle şerefli bir vazifeyle serfiraz kılındım. Ne hikmeti vardır bilmem. Merhum büyük bir gönül sultanının dediği gibi, “Değildir bana lâyık bu bende / Bana bu lütf ile ihsan nedendir?” Bilemiyorum niçin bana verdi de başkasına vermedi!”
Bunun karşılığında hidayete eren kimse de şöyle düşünmelidir: “Cenab-ı Hak (celle celâluhu) bu zatı benim hidayetime vesile kıldı. İyi şeye vesile olan iyi olur. Ben de bana yaptığı bu büyük vesilelikten ötürü onu seveyim, sayayım ve ona dua edeyim. Cenab-ı Hak onun makamını yüksek etsin ve السَّبَبُ كَالْفَاعِلِ “Sebep olan, yapan gibidir.” sırrınca hasenatım gibi onu da hasenatla serfiraz kılsın.” Böyle bir temenni ve recayı bırakarak, bunun yerine o zatı, kendi kıymetinin üstünde, hukukuna tecavüz ederek, hatta ona zulmederek –hâşâ– bir nebi gibi, bir melek gibi göstermek, ona Mesih ve Mehdi demek öyle korkunç bir zulüm olur ki, o zat bunlara nigehbân olsa ve ahirette bu denilenlerin kaybettirdiklerini bilse, bunları söyleyenlere küsecek, darılacak ve “Onlara hakkımı helâl etmiyorum!” diyecektir.
Hâsılı, Allah’a ulaşmaya vesile olan insanlar, vesileliğinden ötürü sevilmeli ve dualarda daima yâd edilmelidir. Böyle bir sevgiyi Allah da (celle celâluhu), Resûlullah da (sallallâhu aleyhi ve sellem) sever. Ancak büyük pâyeler bahşetme meselesine gelince, bu tür pâyeleri insanlara ancak Allah verir, başka kimse veremez. Veren kimseler, hem kendilerine hem o zata hem de başka daha nelere nelere zulmetmiş olur.
- tarihinde hazırlandı.