İslâm ve Reaksiyoner Çıkışlar

İslâm ve Reaksiyoner Çıkışlar

Soru: Bütün dünyada İslâm adına mevcut sistemlere reaksiyoner çıkışlar oluyor. Bu konuda düşünceleriniz nelerdir?

Cevap: Reaksiyoner hareketlerin tarih boyunca bir işe yaradığını ve böyle hareket edenlerin düşüncelerini nihayete ulaştırdıklarını hatırlamıyorum. İsim tasrih etmeyeceğim, dünyanın değişik yerlerindeki İslâmî-gayr-i İslâmî reaksiyoner hareketler, neticede gelmiş bir yerde tıkanmıştır. Bizde de ilk demokratik hareketler reaksiyonerdir. Ama onlar da uzun ömürlü olmamış ve yıkılıp gitmişlerdir. Şimdi;

1. Bize göre; esas yapılması gerekli olan şey, İslâmî dü­şün­ceyi anlatmak ve inandırma yollarını araştırmaktır. Me­se­lâ, bizde ilk reaksiyoner hareketlerinin olduğu devrede, millî, mukaddes değerlerimize düşmanlıkta bulunanların nefretiyle oturup kalkma, onlara karşı buğz ve kinle hareket etme yerine, insan yetiştirmeye, eğitime yönelik samimî, ih­lâs­lı ve uzun vadeli çalışmalar olsaydı, şimdilerde herhâlde ze­mi­nimiz çoktan lâlezâr hâle gelmiş olurdu.

Dikkat edin, 50'li yıllardan bu yana tam 40-45 yıl geçmiştir. O dönemde 10 yaşında olanlar, şayet mevsimi geldiğinde üniversite okusalardı, şimdi zirvelerde ya da zirveleri zorlayan konumlarda bulunacaklardı. 20 yaşında bulunanlar, bugün 60-65 yaşında olacaklardı ki, bu da onların başbakanlar, reisicumhurlar seviyesinde en olgun dönemlerini yaşıyor olmaları demekti. Ne var ki, hep gayr-i memnun tavrı içinde bulunuldu.. ve gayr-i memnunlar hareketi diyebileceğimiz bu çıkışlar, zamanla eriyip, gitti ve yerini hasret ve hicrana bıraktı. Ancak biz, yine de o dönemde işin başında ve içinde bulunanları, birçok insanın yetişmesine zemin hazırladıkları için rahmetle anıyoruz.

2. Bu milletin bugünü ve yarını adına ne yapılırsa yapılsın, tahrip hesabına olmamalıdır ve ne olursa olsun, bu ülkenin birlik ve dirliğine zarar vermemelidir. Yani "yapalım" derken, nesiller boyu tamir edilemeyecek "yıkma"ların içine girilmemelidir. Aksi takdirde, hem maksadımızın aksiyle tokat yer hem gelecek nesillerin lanet ve nefretine uğrar hem de ukbâ adına çok şeyleri kaybedebiliriz.

3. İnanan insanlar, kendi inanç dünyalarının enginliğinde bir hayat sürmeyi isteyebilirler. Fakat unutulmamalıdır ki, böyle bir duygu asla maksad-ı aslî veya gaye-i hayal olamaz. Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), Mekke döneminde mesajlarını halka sunarken, bu konu etrafında bir tek kelime söylememiştir. Tam aksine, iman ve imanî hakikatler çevresinde âyet-i kerimeler inmiş ve hadis-i şerifler de hep bu mevzu etrafında vârid olmuştur. Ayrıca 5-10 yıl sonra Müslümanlığı cihana duyuracak olan o alperenler, herhangi bir beklenti içinde olmamışlardır. Onlar, çok ağır şartlar altında mücadelelerini gerçekleştirirken, niyetlerini bulandıracak mülâhazalar içine hiç mi hiç girmemişlerdir.

O hâlde, her şeylerinde onları örnek alma azim ve niyetinde bulunan günümüz karasevdalıları, bu türlü kendilerini ilgilendirmeyen gereksiz mülâhazalarla, kendi düşünce safvetlerini bulandırmamalı, imana ve Kur'ân'a hizmet etrafında himmetlerini yoğunlaştırmalı, her şeylerini Allah'ın rızasını kazanma etrafında bir dantela gibi işlemelidirler. Kaldı ki, zaten aksi düşünce, –hâşâ– Allah ile pazarlık mânâsına gelmektedir. Yani "Ben bu şekilde çalışırsam, yaşayacağım hayat da böyle böyle olur ve olmalı…" gibi, kulluk anlayışına olabildiğince ters, yakışıksız şeyler içine girilir. Ve tabiî ki, bir kere böyle bir fasit daireye giren insanın da artık ondan kurtulması çok zordur.

Öyle zannediyorum ki, yaptıkları hizmetlerde maddî ve dünyevî şeyleri hedefleyenler ve onları gaye-i maksat hâline getirenler, Allah'ın teyidini kaybediyorlar. Hatta bu uğurda, hayatlarını, mal varlıklarını vs. ölesiye feda etseler de yine kaybediyorlar ve kaybedecekler. Zira gaye-i hayal sadece ve sadece Allah olmalıdır. Hedefte, sadece O ve O'nun rızası bulunmalıdır. Böyle olunca Allah, onları hedeflerine ulaştırır, hizlan ve hüsrana da mahkûm etmez.

4. Dünyaya ait şeylerin pek çok talibi bulunur. Böyle çok talibi bulunan meselelerde, gücü kuvveti elinde bulunduranlar, onu elde etmek veya ellerinde ise kaçırmamak için baskı metodunu uygulayarak sık sık kuvvete başvururlar. Onların kendi hesaplarına böyle davranması da gayet normaldir. Zira ehl-i dünyanın ahireti yoktur. Sadece dünyası vardır. Dolayısıyla da ne kendileri ne çocukları ve ne de torunları adına dünyalarını, dünyalıklarını kaybetmek isterler.

Görüldüğü gibi bir noktada tûl-i emelin buudlarından biri olarak sayabileceğimiz bu hususta, iki taraf da aynı hedefe göz dikince, kuvvetli olanlar galip geliyor. Cezayir hâdiseleri bu açıdan değerlendirilebilir. Arkadaşlarımız şahittir, "Cezayir'de Müslümanlar demokratik yollarla iktidara yürüyor, birinci basamak seçimleri kazandılar vs." dediklerinde, ben "Hayır, yanılıyorsunuz, ihtilal yaparak bu işi engellerler." dedim. Hatta Amerika'da bulunurken Cezayir hâdiseleri münasebetiyle, bizde zirveleri tutan birisine orada soruldu: "Türkiye'de aynı şeyler cereyan etseydi ne olurdu?" Cevaben: "Oradakinden bin beter olurdu." dedi.

Netice itibarıyla, reaksiyoner çıkışlar yerine, Allah'ın rızası hedef alınarak tebliğ ve irşad yapılmalı, yaşanılan şeyler anlatılmalıdır.

Pin It
  • tarihinde hazırlandı.
Telif Hakkı © 2024 Fethullah Gülen Web Sitesi. Blue Dome Press. Bu sitedeki materyallerin her hakkı mahfuzdur.
fgulen.com, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin resmî sitesidir.