Hümanizm
Hümanizm düşüncesine İslâm'ın bakış açısı nedir?
Sevgi, günümüzde en çok işlenen ve kendisine ihtiyaç hissedilen konulardan biridir. Aslında sevgi, bizim inanç ve gönül dünyamızın da hiç pörsümeyen gülüdür. Her şeyden önce, Cenâb-ı Hak, kâinatı muhabbet atkıları üzerinde bir dantela şeklinde ördüğü gibi varlığın bağrında her zaman en büyüleyici bir edayla seslendirilen mûsiki de yine sevgidir. Aile, toplum ve milleti teşkil eden fertler arasında en güçlü münasebet sevgi münasebetidir. Sevgi, anne-babadan evlâda şefkat şeklinde; evlattan anne-babaya da saygı şeklinde tecelli eder. Evrensel sevgi ise bütün kâinatta varlığın her parçasına karşı yardımlaşma ve dayanışma şeklinde kendini gösterir.
Öyle ki varlığın ruhunda en hakim unsur sevgidir. Âdeta her varlık, bir sevgi melodisi içinde, o kâinat çapındaki geniş koronun bir ferdi olarak Allah'tan aldığı büyülü bir nağmeyi, kendi üslûbu ile eda ve icra ediyor gibidir. Ancak, varlıktan insanlara, varlıktaki bir bireyden diğerine karşı bu sevgi teatisi, irade üstü bir şekilde cereyan etmektedir. Çünkü iradesi olmayan varlıklarda tamamen İlâhî irade ve İlâhî meşiet hâkimdir. Bu açıdan insanlar, varlıktaki bu sevgi senfonisine iradeleriyle iştirak ederek, mahiyetlerinde var olan sevgiyi geliştirip, insanca icra edebilmenin yollarını araştırırlar. Öyleyse her insan, ruhundaki sevginin sû-i istimal edilmesine meydan vermeden, kendi tabiatına karşı bir aşkınlık içinde, hem gerçek bir yardımlaşma ve dayanışma ortaya koymalı, hem de insanî veya fıtrî hukuk açısından varlığın ruhuna yerleştirilmiş bulunan genel âhengi mutlaka korumalıdır.
Hümanizm, günümüzde üzerinde ulu orta konuşulan ve şuraya-buraya çekmeye müsait bir sevgi anlayışı. Günümüzde bilhassa bazı çevreler, İslâm'daki cihad konusunu, muhakemesi yetersiz avamın kafasını karıştırarak, onların gönüllerinde İslâm'a karşı şüphe uyarmaya ve yine zihinlere mücerred (soyut), dengesiz bir hümanizm anlayışı empoze etmeye çalışmaktadırlar. Evet, bir taraftan, anarşi ve teröre karışan, ülkenin birliğine-bütünlüğüne dokunan, hattâ memleketi bölmek isteyen, asırlardan beri devam edegelen bu ülke ve bu ülke insanının varlık ve bekasına karşı cephe alıp tahribatta bulunan insanlara acımalı, merhamet edilmeli' deyip, diğer taraftan, önlerine bir kısım sözde din adamlarını da katarak, insanların gözyaşlarına bakmadan, masumları öldürenlere ve vahşetin en dehşetlisini işleyenlere seyirci kalanların bu garip tavırlarını hümanizmle te'lif etmek (bağdaştırmak) çok zor olsa gerek.
Hiçbir mümin, yüklendiği misyon itibarıyla meseleleri abartarak, çarpıtarak, olduğundan farklı gösterme gibi bir aldatmacaya kat'iyen bilerek girmez. Bu açıdan, sırât-ı müstakim (dosdoğru yol) ve Kur'ânî dengenin temsilcisi olan Allah Resûlü ve onun canlandırdığı gerçeği cemaat halinde en mükemmel şekilde ortaya koyan Sahabe-i Kiram, sevgide de itidal ve dengenin temsilcisi olmuşlardır. Konuyu Asr-ı Saadet'ten bir-iki örnekle müşahhaslaştırmak mümkündür.
1) Tarihteki konumu ve üzerine aldığı misyonu açısından Abdullah İbn-i Hüzafe (r.a), Bizans içinde Hz. Ömer'in (r.a) hususi bir elemanı olarak değerlendirmek yerinde olur zannediyorum. Abdullah (r.a), Hz. Ömer döneminde önemli bir misyon yüklenmiş ve bu işi yaparken de düşmanları tarafından keşfedilip, yakalanmıştır. Hasımları, kendisine akıl almaz işkencelerde bulunmuş; hattâ çok güvenilir bir kısım siyer ve tarih kitaplarının yazdığına göre, bu mübarek Sahabî'nin başı kaynayan suya sokularak işkence edilmiş ve bu korkunç işkenceler neticesinde bile ona hiçbir şeyi kabul ettirememişler. Bu arada bütün bu olup bitenleri içinde yaşadığı manastırın bir deliğinden seyreden bir rahip, Abdullah İbn Hüzafetü's-Sehmi'nin göstermiş olduğu cesaret karşısında hayran kalarak bu şanlı Sahabî'yi karşısına alır ve ona şu teklifte bulunur:
- Oğlum, cesaretine hayran kaldım. Şimdi sana üç dakika mühlet vereceğim. İhtimal bir-iki dakika sonra seni öldürecekler. Bunu iyi değerlendirirsen, hem dünyada, hem de âhirette mes'ud olursun. Zira bu üç dakika içinde sana Hıristiyanlığı telkin edeceğim ki bundan sonra ölsen de gam yeme; çünkü Hz. Mesih'e kavuşacaksın.
Abdullah İbn Hüzafetü's-Sehmî'nin çehresinde bir tebessüm belirir ve ardından rahibe şunları söyler:
- Aziz peder! Şimdiye kadar beni kimse dinlemedi. Bu üç dakikalık fırsatı verdiğinizden dolayı, bilseniz size ne kadar müteşekkirim. Çünkü bu üç dakika içinde size hak dini öğreterek gerçek kurtuluş yolunu gösterebilirsem, artık ölsem de gam yemem...
Evet bu hadise, İslâm'ın en kritik anlarda dahi, hattâ ölürken-öldürürken bile müntesiplerini, nasıl başkalarının iyiliğini düşünmeye sevk ettiğini anlamak bakımından çok önemlidir. Ayrıca bu hadise bize, İslâm'ın sevgi ve muhabbet ikliminin ne kadar geniş olduğunu göstermesi açısından da fevkalâde dikkat çekicidir.
2) Bir Sahabi naklediyor:
'Hz. Ömer'le (r.a) beraber, herhangi bir tapınağın önünden geçiyorduk. Orada sakalı göbeğinde, iki büklüm, bembeyaz saçlarıyla yaşlı bir insan duruyordu. Onu görünce, Halife'nin dizlerinin bağı çözüldü, iki büklüm oldu ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. 'Niye ağlıyorsun ya Emire'l-Mü'minîn?' diye sorulduğunda, o mealen '70-80 yaşına girmiş, fakat hâlâ insanlığı kurtuluş sahiline götüren ve kaptanlığını bizzat Hz. Muhammed'in yaptığı gemiye binememiş.' Cevabını verdi. İşte, İslâm'ın evrensel sevgisi budur.
Hâlbuki, o dönemde çokları, insanları tahrik edip, Müslümanlığın önünü kesmek için lâzım gelen her şeyi yapıyordu. Ne var ki, Resûlullah'ın halifeleri, Allah Resûlü'nden devraldıkları sevginin temsilcileri olarak, o anda en büyük düşman sayılan biri karşısında dahi, insanlara olan sevgi, şefkat ve merhametlerinden dolayı hıçkırıklarını tutamayıp iki büklüm olabiliyorlardı.
Konuyla alâkalı daha yüzlerce misal getirilebilir. Zannediyorum, İnsanlığın İftihar Tablosu'nun bu mevzudaki müşahede, tavır ve davranışlarının, talebelerinin tavır ve davranışlarından geri kalmayacağını siz de takdir edersiniz. Çünkü O, en mükemmel lider, her konuda rehber ve bütün varlık için de bir rahmetti.
Hatta İslâm'ın ruhundaki sevgiye uyanmış ve Sahabe'den sonra geldikleri için Tabiûn ve Tebe-i Tabiîn denilen kutlu nesiller döneminde öyle insanlar yetişmiştir ki, farkına varmadan bir çekirgeye basmışlarsa, hemen halifeye gelip, bunun cezasının ne olduğunu sormuşlardır. Ayrıca camilerimizin ve minarelerimizin ışık saçan çehrelerine baktığımız zaman, alınlarında kuşlar için yapılmış yuvacıkları görürüz. İşte bu, cedlerimizin sevgideki derinliklerinin bir ifadesidir. Evet şanlı tarihimiz, insanların yanında hayvanları bile koruma adına öyle müthiş ve baş döndürücü insanî davranışlarla örülüdür ki başka bir yerde bunlardan hiçbirini göstermek mümkün değildir.
İslâm'ın evrensel prensipleri çerçevesinde sevgi mülâhazası ve sevgi düşüncesi çok dengelidir. Zalim ve mütecavizler bu sevgiden mahrumdur. Zira zulmedene gösterilen sevgi ve merhamet, onu iyice saldırgan yaptığı gibi, aynı zamanda başkalarına da tecavüze teşvik eder. Bu sebeple, evrensel sevgiyi tehdit eden bu tür insanlara karşı merhamet edilemez. Çünkü zalime gösterilen merhamet, mazluma karşı yapılmış en büyük merhametsizliktir. Veya 'Zalim de olsa, mazlum da olsa kardeşine yardım et. Zalime, onu zulmünden vazgeçirmek suretiyle yardım edebilirsiniz' buyuran Allah Resûlü'nün (sallallâhu aleyhi ve sellem), bu düsturu çerçevesinde, zalime de, onu zulmünden vazgeçirmek suretiyle merhamet gösterilmelidir.
- tarihinde hazırlandı.