İçki İçenin Namazı Kabul Olur mu?
Evvela, içki içen bir insan -Cenab-ı Hak hidayet etsin- içkiyi derhal bırakmalıdır; namazın kabul edilmesi Allah'a (cc) aittir.
Sâniyen, mevzuyla alakalı, "Bir kimse sekir verici bir şeyi içerse o kimsenin kırk gün namazı kabul olunmaz." şeklinde hasen derecede bir hadis-i şerif vardır. Bu, -Allahu a'lem- namaz kılan bir mü'min için mevzu bahistir. Mü'min, içkiden sakınmalıdır. İçki içen bir mü'minin kırk gün namazı Allah (cc) indindeki değeriyle kabul olunmamaktadır. Bunu o şahıs "boşuna namaz kılmasın" manasında anlamamalıdır. Nitekim namaz mü'minin miracıdır. Namazın, mü'minin ruhî ve kalbî hayatında çözdüğü bazı kilitler ve şifreler vardır. Namaz, hakiki ma'nada namaz olursa bu şifre çözülür. Onun için ayet-i kerimede, "Namaz, insanı fuhşiyattan ve münkerattan alıkor." (Ankebut, 29/45) buyurulmaktadır. Namaz fuhşiyat ve münkerattan alıkoyacak seviyede eda edilip yerine getirilmezse şifre çözülememiş demektir. Başka bir ifadeyle namaz, matluba uygun keyfiyette eda edilmemiş sayılır. Mü'min namazını matluba uygun eda ettiği zaman hayatına bir düzen ve denge, sair ibadet ü taatında da bin-bereket hâsıl olur.
İçki içen bir insanın namazının kabul olmaması -Allahu a'lem- namazın bu şifreyi çözebilecek durumda eda edilmemiş olması demektir. Her şeye rağmen mü'min, zimmetinde borç kalmasın diye namazını kılmalıdır. Yani Allah, o namazdan ötürü o kulunu sorguya çekmeyecektir. Ancak içkinin sorgusu ve hesabı daha başkadır. Şu kadar var ki, içki o kişinin ibadet hayatının ruhunu söndürmüş olur. Şimdi bu sözü biraz daha açmaya çalışalım.
Kim iyi bir amel yaparsa Allah ona bazen bir, bazen on, bazen yedi yüz, bazen de yedi bin sevap yazar. İçki ile kalbî rabıtasını koparan bir kimseye gelince o, Allah'ın ihsan edeceği bu bereketlerin dibine adeta cıva akıtmış olduğundan bu bereketlerden mahrum kalır. Onun namazı kabul olur ve o borcunu öder, fakat Allah'ın verdiği yümün ve bereketten istifade edemez. Bu ise hafife alınacak bir şey değildir. Bunun büyüklüğünü, yapılan hatalar ve günahlar karşılığında, ahirette başkalarının günahının insanın sırtına yükleneceğine dair bir hadisten anlıyoruz. (Bu durum, "Velâ teziru vâziratun vizra uhra - Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez." (En'am, 6/164; İsra, 17/15; Fatır, 35/18; Zümer, 39/7; Necm, 53/38) ayetine de ters değildir.) Evet, insan bir şahsa karşı bir haksızlık, zulüm ve cevir yaptığından ötürü o kimsenin günahları onun sırtına yüklenecek ve hasenatı elinden ona verilecektir. Fakat atiyye, hediye, bereket ve lütuf olarak verilen ibadet ü taatı Allah, o kişinin elinden almayacaktır. Zira Allah, kendi verdiğini kulunun elinden almaz. İnsan bir ibadet yapmıştır. Bu ibadet bire birdir. Bire on olması, yani dokuzu Allah'ın lütfudur. İnsanın elinden alınacak şey sadece birdir ve onun dokuzu alınmayacaktır. Öyle ise bir kimse gerçekten ahirette kendisini kurtaracak o dokuzu, dokuz yüzü, dokuz bini heder etmemeye bakmalıdır.
Herhalde o kırk gün içinde kılınan namaz, bu dokuzu, dokuz yüzü veya dokuz bini altüst etmesinden ibarettir. İşin doğrusunu Allah bilir.
- tarihinde hazırlandı.