"Gizledin, Gizledim; Kulum Seni Affettim!"
Melekler bile bilmemeli hata ve günahları. Onları sadece gizli-açık her şeye nigehban bulunan Allah bilmeli. O'nun rahmeti geniştir. Kim bilir, bir hadis-i şerifin işaret ettiği gibi, Cenab-ı Hak kulunu karşısına alır, günahlarını itiraf ettirir: "Şunu, şunu yaptın ama bunları gizledin. Yani, açıktan açığa günah işleyen ve günahlarından hiç sıkılmayan fasık u facir değildin, geçici isyanlarının utancını yaşıyordun. O gün sen gizledin, ben de bugün seni affediyorum." der. İşte, ahirette "Gizledin, gizledim; kulum, seni affettim" hakikatini duymak ve öyle bir avantajı kaçırmamak için, yazmak suretiyle hata ve günah listesi yapılmasını uygun bulmuyorum.
Bununla beraber, bir insan, hayatın bir basamağında, yirmisinde, otuzunda ya da kırkında, bir gününü ayırıp çocukluğundan o güne kadar yapıp ettiklerini tek tek yazsa; bütün hayatını gözden geçirip nefsini hesaba çekerek onun kötülüklerini bir bir saysa; fakat bunu hayatının sadece o gününde yapsa, bu davranışı nefis muhâsebesi adına yeterli değildir. Çünkü biz her gün, aklımıza gelen bazı şeylerle içimizi Cenâb-ı Hakk'a dökmeli; günahlarımızı açıktan açığa söylemeden, kayda geçmelerine ve o kayıtların bizi zor durumda bırakacak şekilde karşımıza çıkmasına fırsat vermeden af dilemeliyiz. Kulluk adına her gün bir kere daha kendimizle yüzleşmeli, hayatımızın muhâsebesini yapmalı ve nefsimizle hesaplaşmadan yatağa girmemeliyiz.
Bu zaviyeden tasavvuf kitaplarına bakarsak, Hak dostlarının Allah'ı sürekli zikirlerinin yanında, nefsi sorgulama ve istiğfarda da devamlılığı esas aldıklarını görürüz. Hazreti Ali, Hazreti Üsame, Muhyiddin İbn Arabî, Hasan Şazilî ve İmam Cafer-i Sadık gibi maneviyat âleminin sultanlarının "Üsbûiyye" adıyla andıkları ve haftanın her günü belli bir bölümünü okudukları hizibleri, virdleri, gece zikirleri, duaları, istiğfarları, istiâzeleri, tesbihleri, tehlilleri, salâvat ve na'tları vardır.
Bir atasözümüzde; "Yarım hekim candan, yarım hoca da dinden eder" denir. Bu açıdan, nefsin sorgulanması, gemlenmesi, frenlenmesi ve "tezkiye" dediğimiz ameliyeden geçirilmesi için de sahasında uzman bir hekime ihtiyaç vardır. O manevî tabib, farklı karakterlerin farklı tedavi usûlleri istediğini bilen, muhataplarını bütün husûsiyetleriyle tanıyan ve onları her zaman şefkatle kucaklayan bir sevgi ve müsamaha kahramanı olmalıdır. Zira, Niyazi-i Mısrî'nin hoş ifadeleriyle söyleyecek olursak:
Mürşid gerektir bildire Hakkı sana hakka'l-yakîn
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş
Her mürşide el verme ki yolunu sarpa uğratır,
Mürşidi kâmil olanın gayet yolu âsân imiş...
- tarihinde hazırlandı.