O'nun Doğduğu Gün Bizim İçin Bayramdır
Allah Resûlü'nün (aleyhissalâtü vesselam) doğumu ve yeryüzünü şereflendirmesi insanlığın yeniden dirilişi sayılır; O'nun doğduğu gün bizim için de bir kutlu bayramdır.
Çünkü biz, Rabbimizi O'nunla tanıdık. Nimete minnet ve şükran duygusunu O'ndan öğrendik. Yaratan ve yaratılan arasındaki ilişkileri, kul ve Mâbud münasebetlerini O'nun mesajlarıyla duyup anladık. O'nun ortaya koyduğu yorumlar sayesinde, kâinat, muhtevalı ve okunaklı bir kitaba dönüştü.. eşya ve hâdiseler de, âdeta Hakk'ı söyleyen ve Hakk'a çağıran birer bülbül kesildi..
O'nun gelişiyle, yaslı çehrelerdeki keder çizgilerinin yerini en içten tebessüm emareleri aldı.. O'nun ışığı başlarımızı okşamaya başladığı günden itibaren, "ebedî yokluk" korkusunun ruhlarımızdaki te'siri kırıldı; sonsuzluk isteyen sînelerimize dost ikliminden vuslat muştuları gelip ulaştı. Evet, bir insanın ötelere imanla gitmesi ve cennete ehil hale gelmesi onun adına bir bayramdır. Getirdiği mesaj vesilesiyle bütün varlığın çehresine nur saçan, nazarları ahiret yamaçlarına çevirerek topyekün insanlığa cennet ve cehennemi tanıtan ve ebedî saadet yollarını aydınlatan Allah Resûlü'nün (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) doğumu ise bütün insanlığın ve kâinatın bayramıdır.
Fakat acaba biz, bütün insanlığa bir kurtuluş fermanı getiren Habîb-i Ekrem Efendimiz'i kendi büyüklüğü ölçüsünde sevebildik mi? "Kutlu Doğum" dediğimiz mevlid-i şerifi, O'nunla irtibatımızı ortaya koyma adına gerektiği gibi değerlendirebildik mi? Zannediyorum, bu sorulara "evet" cevabı vermemiz zordur. Gerçi, şimdiye kadar, merasim türünden çok mevlit okumuş/okutmuşuzdur; üç-beş ses sanatkârı ve ilâhîci ile o geceye bir nağme katmışızdır; biraz lokum ve birkaç şişe gülsuyuyla gönüller almışızdır; ama maalesef bunlar kat'iyen O'nun büyüklüğüne yaraşır şekilde ve O'na karşı, sevgi, vefâ, sadakat duygularını coşturacak seviyede olmamıştır.
Mevlid O'nu anlatmalı
Tabiî ki Kutlu Doğum'la alâkalı olan faaliyetler farz, vacip ve sünnet gibi yapılması dinen istenen sorumluluklar kategorisinde mütalaa edilemez. Ancak, o mübarek gün ve geceler münasebetiyle bir kere daha Efendimiz'i (sallallahu aleyhi ve sellem) yâd etme ve nûrefşan mesajını anlayıp başkalarına da anlatmaya çalışma pek çok hayıra vesile olabilir.
Ne var ki, bu güzel âdette işi ticarete dökmemek, gırtlak ağalığı yapmamak, riya ve süm'alara girmemek ve gösterişten kaçınmak çok önemlidir. Allah'ı ve Efendimiz'i anma mevzuunda samimi olmaya çok dikkat etmek lazım. İnsan, hiçbir zaman içinden gelmeyen şeyi söylememeli; mutlaka bir şey söyleyecekse, kalbinin sesine tercüman olmalı, hislerinde mâkes bulmuş şeyleri ifade etmelidir. Şuurundan vize alamamış sözleri gün yüzüne çıkarmamalı; riyakârlık ifade eden sesleri sineye gömmeli ve asla kimseye duyurmamalıdır. Mevlid okuyan da, ilahi söyleyen de ve birkaç kelam ederek o günün ehemmiyetini dile getiren de mutlaka çok samimi olmalıdır. O güne ve o sözleri söylemeye önceden çok iyi hazırlanmalıdır. Va'z etmeye giden bir insanın, "Aman gözüme bir leke girmesin, kulağıma bir kir bulaşmasın, kafam dağılmasın; aman bir günahkâr olarak halkın karşısına gitmeyeyim!" diyerek, dikkat ve teyakkuz içinde camiye yürümesi gibi �ki va'z u nasihatin mü'min kalblerde mâkes bulması adına bu çok önemlidir� mevlid programlarında vazife alan insanlar da samimiyet ve ihlâsa çok dikkat etmelidir. Halkın karşısına süslü-püslü şeylerle değil, samimiyetle lebriz edilmiş bir gönülle, kalbin süs ve zinetiyle çıkmalıdır.
O'nun bülbülleri olmak gerek
Ayrıca, o tür programlarda seslendirilecek ilahi ve kasidelerde de böyle bir zenginliğe ihtiyaç var. Sadece Yunus Emre'yle yetinme, yalnızca Niyaz-ı Mısrî'ye takılıp kalma da o mübarek toplanmaları matlaştırabilir. Günümüzün insanı çok farklıdır. Dünkü sözler çok samimi de olsa bugünün insanına avamca gelebilir. Dün çok güzel şeyler söylendiği gibi bugün de söylenmektedir; yarın da çok güzel sözler söylenecektir. Aynı ifadeleri aynı üslup içerisinde tekrar edip durma ve bu şekilde bir araya gelmiş olma marifet değildir; asıl mesele, Efendimiz'in viladetini gerçek bir bayram olarak duyma ve duyurma; O'na vuslat duygusuyla dolma ve gönüllerde O'nun vuslatına iştiyak uyarma; dua ederken de aynı coşkuyla el kaldırma ve kalblerin bamteline dokunma.. nihayet, insanlarda bir heyecan tufanı oluşturma ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) o an gökten iniyormuş gibi bir ruh haleti hâsıl etmektir. Hani Arif Nihat Asya der ya;
"Gel, ey Muhammed, bahardır...
Dudaklar ardında saklı
Aminlerimiz vardır!..
Hacdan döner gibi gel;
Mi'raç'tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!"
İşte, öyle yeni bir ses olmalı, bambaşka bir soluk ve derin bir heyecanla program ortaya konmalı; nihayet, orada hazır bulunanlar gönülden yakarışa geçmeli ve
"Mi'raç'tan iner gibi gel;
Bekliyoruz yıllardır!" demeli.
Diğer önemli bir husus da, bu programların aynı zamanda bir mesaj vermeye matuf olmasıdır. Mevlit, ilahi, kaside ve şiirler zihinleri hazırlamalı, ruhlarda heyecan hâsıl etmeli; daha sonra da önceden çok iyi belirlenen bir mesajla program hitama erdirilmeli. Efendimiz'in hayat-ı seniyyelerinden bir husus anlatılmalı; O'nun "cevâmiü'l-kelim" dediğimiz az söz ile çok manayı ifade eden hadis-i şeriflerinden biri nakledilmeli ya da ümmetinin ferdî, ailevî ve içtimâî problemlerinin çözülmesiyle alâkalı bir husus dile getirilmeli. Fakat, verilmek istenen mesaj gibi o mesajı seslendirecek olan insan da önceden belirlenmeli.. sadece sesi ve nefesi gür, ilmi derin kimselere değil, aynı zamanda kalbî heyecanları coşkun ve gönlündeki Peygamber sevgisi engin insanlar bulunup onlara söz hakkı verilmeli. O insanlar da, öyle mübarek bir program için çok ciddi ön hazırlıklar yapmalı, gönüllerini ortaya koymalı ve konuşurken bile o işin hakkını verememe mahcubiyetiyle M. Akif gibi,
"Perişan sözlerimden bıkma, hoş gör, ya Resûlallah,
Kulun şeydâdır amma, açtığın vadide şeydâdır!"
deyip inlemeliler. Ya da İslam'ın garipliğini ve ümmetin kimsesizliğini vicdanlarında duyup Ulu Dergâh'a yönelmeliler.
- tarihinde hazırlandı.